Bir kıta yanıyor... Harekete geçmek için neyi bekliyoruz?

13.01.2020 - 18:25

İnsanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir felakete tanık oluyoruz.

Avustralya gözlerimizin önünde yanıyor. Yüzlerce noktada devam eden yangınlar kontrol altına alınabilmiş değil. Alevler şimdiden 15 milyon hektarlık alana yayıldı. Felaketin boyutlarının daha net anlaşılabilmesi için gözümüzde şöyle canlandırabiliriz; İskoçya’nın veya Portekiz’in yüzölçümünden fazla. Ve yangınların tepe noktasına ulaşacağı Ocak ayındayız.

Ne zaman ve nasıl sonlanacağı konusunda hiç kimsenin bir fikri yok. Bazı uzmanlar 2020’nin ilk yarısında devam edebileceğini, tamamen söndürülebilmesinin aylarca sürebileceğini dile getirdi.

Ülkenin zaten olağan bir yangın sezonu var. Artan sıcaklık, çalıların tutuşmasına sebep olduğu için yaşanıyor. Fakat aylardır izlemekte olduğumuz bu yangın farklı. Bu kez bambaşka bir ekolojik felakete tanıklık ediyoruz. Bu yeni bir şey. İklim kriziyle doğrudan bağlantılı. Kıta, iklim değişiminin sonuçlarını tecrübe ediyor.

Eylül’den bu yana 480 milyon canlı ya doğrudan alevler yüzünden ya da vahşi yaşam alanlarını terk etmek zorunda kaldıkları için öldü. Bunlara örneğin böcekler, yarasalar ya da kurbağalar dâhil değil. Sydney Üniversitesi’nden Christopher Dickman’ın hesaplamaları yalnızca memeli türler, kuşlar ve sürüngenleri içeriyor.

Avustralya, kıtaya özgü 300 memeli türüyle son derece zengin ve etkileyici bir çeşitliliğe sahip. Maalesef bunların önemli bir kısmı yeryüzünden silinecek. Alevlerin ele geçirdiği bölgelerdeki koala nüfusunun dörtte biri şimdiden kaybedildi. Bandikutlar gibi bazı küçük memelilerin de tamamen tükenmiş olabileceği tahmin ediliyor.

Daha da kötüsü, yangınlar sonlanıp yağmurlar başladığında yüzeydeki birikinti nehirlere taşınıyor. Yani sadece kara yaşamına darbe indirmekle kalmadı, nehir ve okyanus ekosistemlerine de zarar verecek.

Muazzam yoğunluktaki yüzey birikintileri nehirlere taşındığında, mavi-yeşil algler hemen harekete geçerek zincirleme bir etki başlatıyorlar. Sudaki oksijen seviyesi düşüyor, oksijensiz kalan deniz canlıları ölmeye başlıyor. Ve bunun etkisi zamanla karaya da ulaşıp tüm besin zincirine yayılıyor.

Alglerin çoğaldığı su kaynakları içilemeyecek duruma geldiği için, yaşanmakta olan su stresinin de büyüyeceği söylenebilir.

İklim kriziyle doğrudan bağlantılı

Ekonomist Ross Garnaut bu felaketi 12 yıl öncesinden öngörmüş aslında. İklim değişiminin Avustralya’daki etkileri üzerine çalışan Garnaut “Bir köprü inşa ederken bilimi inkâr ederseniz, kurduğunuz o köprü yıkılır” diyor.

Yangınlar yüzünden 400 milyon ton karbon salımı gerçekleşti. Bu miktar, düşük salım değerleriyle listenin sonlarında yer alan 116 ülkenin toplam emisyonundan fazla. Yani sadece bugünü değil, yakın geleceği de yakıyoruz.

Peki bunun iklim krizi ile nasıl bir bağlantısı var?

El Nino’yu bilmeyen yoktur. Küresel ısınma onu güçlendirerek batıya kaydırdı. El Nino salınımlarının Hint Okyanusu’nda etkili olması, Avustralya’da kuraklık yaşanmasıyla sonuçlanıyor. Sıcaklıkların bu yıl rekor seviyelerde seyrettiği kıtada rüzgârlar da durmak bilmedi. Bu koşullar altında başlayan yangınlar hızla yayılıp büyüdükleri için, alevlerin etkisiyle ortaya çıkan yıldırımlara da şahit olduk ki bunlar da yeni yangınları başlatıyor.

İklim uzmanı Michael Mann alevler içindeki Avustralya’yı ziyaret ettiğinde, kendisini bile şaşırtan yeni bir sürecin oluştuğunu gördü; “Yangınlar kendilerine özgü bir geri besleme sistemi yaratmış gibi görünüyor.” Alevlerden beslenen pyrocumulus’lar, yani yangın bulutları yıldırım üretmeye devam ettikçe sistem besleniyor. İşte bu tuhaf durum hiçbir iklim modelinde yer almıyordu çünkü kendi sistemini oluşturan bir örneğine ilk defa rastlıyoruz. Bunların hiçbirine hazırlıklı değildik. Yakın gelecekte kimbilir daha neler göreceğiz.

Tekrar El Nino’ya dönelim. Hint Okyanusu’ndaki çift kutuplu hava modeli, normal koşullarda ısınan okyanus suyunun rüzgârlarla batıya, yani Avustralya kıyılarına sürüklenmesine sebep oluyor. Bunda bir sorun yok. Çünkü batıya sürüklenen sıcak suyun yerini dipteki soğuk su alıyor, böylece döngü sağlıklı bir şekilde devam ediyor. Buna “La Nina” deniyor. Ancak sıcak suları taşıyan alize rüzgârları zayıflar, sular sürüklenmezse, dipteki soğuk su akıntısı yüzeye ulaşamaz. Bunun sonucunda, suyun sıcaklığı artmaya devam ediyor. El Nino dediğimiz şey tam olarak bu. Etkisiyse yıkıcı; güçlü kasırgalar, seller, kuraklık, yangınlar…

El Nino sadece Avustralya, Endonezya ya da Hindistan’ı değil, neredeyse dünyanın tamamını etkiliyor. Okyanusun doğu ve batısı arasındaki sıcaklık farkı ne kadar açılırsa, çift kutupluluğun fazları (pozitif, negatif, nötr) o kadar şiddetlenir. Geçtiğimiz yıl yaşanan buydu. Faturasını da Avustralya ödüyor.

Maalesef bu da daha başlangıç. Avustralya Ulusal Bilim Ajansı CSIRO’dan Wenju Cai’ın çalışması pozitif fazın çok daha yıkıcı sonuçlar doğuracak kadar şiddetlenebileceğini gösterdi. Pozitif fazı şöyle özetleyebiliriz; Hint Okyanusu’nun doğusu normal seviyeden daha soğuk, batısıysa olması gerekenden daha sıcak. Bu fark, yağmurların batıya taşınmasına sebep olunca, Avustralya yanarken Doğu Afrika ülkelerinde sel felaketleri yaşanıyor. Normalde bahar yağmurlarının etkisiyle toprağın yeterince nem tutmuş olması gerekirdi. Fakat yağmurlar batıya kayınca toprak nem kaybetti, yangınların büyüyüp yayılmasına engel olabilecek doğal faktörlerden biri ortadan kalktı. Olağanüstü sıcaklığa bir de bu kuraklığı ekleyince böyle bir tablo çıkıyor karşımıza.

Dahası, şiddetinin 2100’e kadar üç kat artabileceği beirtilmiş. Isınmayı 1,5 ila 2C arasında sabitlemeyi başarabilirsek, döngünün tekrar dengelenme ihtimali var.

“Benden sonra tufan” diyen yüzsüz liderler

Bir krizle karşı karşıya değilmişiz gibi sürdürülen COP25 zirvesinde ABD, Brezilya, Japonya, Avustralya, Hindistan ve Çin gibi bazı ülkelerin süreci manipüle ettiklerine şahit olmuştuk.

Paris Anlaşması sistemini yerle bir etmeye yemin etmiş gibi davranan Avustralya başbakanı Scott Morrison zaten Donald Trump ve Jair Bolsonaro ile işbirlği halinde.

COP25 insanlığın geleceğine ihanetti. Şimdi bunu açıkça görüyoruz. Avustralya yangınları, hemen harekete geçmezsek nasıl bir geleceğe koştuğumuzu gösterdi.

Kapitalizm bu krizin etkilerini hafifletmeye istekli değil. Tıpkı Bolsonaro gibi, Morrison da iklim krizinin yıkıcı sonuçlarını çok acı bir şekilde tecrübe edecek olan ülkesinin bu içler acısı halini hiç umursamıyor. Koca bir kıta yanıyor, milyonlarca kişi son derece tehlikeli olduğu raporlanan toksik içerikleri solumak zorunda kalıyor. Morrison ise bu sırada Hawaii’de tatil yapıp keyfine bakıyordu. Her üç kişiden birinin doğrudan ya da dolaylı etkilendiği böylesi bir felaketten sonra bile kendi ülkesine değil, fosil yakıt endüstrisine sahip çıktı. Yangınların olağanüstü bir durum olmadığını dile getirip, gayet doğal bir sürece tanıklık edildiğini ima etti. Bunu gerçekten yaptı. Ve hiç utanmadı.

Bir avuç kapitalistin çıkarları korunsun diye, geleceğimiz üzerine kumar oynamaya devam ediyorlar. Greta Thunberg’in COP25 konuşmasında paylaştığı veri, gerçeği net bir şekilde özetliyordu aslında; “Dünya bankaları, Paris Anlaşması’ndan bu yana 1,9 trilyon dolarlık fosil yakıt yatırımı yaptı.”

El ele vermiş, yakıyorlar dünyayı. Yığınla bilimsel veriye, birbiri ardına yayımlanan onca rapora, sadece bu yıl içinde yaşanan onlarca iklim felaketine, Batı Antarktik buz örtüsündeki erimenin hızlanmış olmasına, bunun deniz seviyesini metrelerce yükselteceği gerçeğine rağmen. Arktik deniz buzundaki şaşırtıcı erimeye, son 50 yılda Amazon ormanların %17’sinin kaybedildiğinin anlaşılmasına, çözülmeye başladığı tespit edilen kutup permafrostuna rağmen. Birbirleriyle zincirleme ilişkili kritik eşikleri aşmış olmamıza ve Avustralya’ya rağmen. İklim eylemlerinde seslerini duyurmaya çalışan milyonlarca insana rağmen... Çünkü umurlarında değiliz.

Tuna Emren



Bültene kayıt ol