Erken değil baskın seçim: Yerli-milli ittifak krizde

Sosyalist İşçi gazetesi yeni sayısında alınan baskın seçim kararının sebeplerini ve ne yapılması gerektiğini tartışıyor.

Devlet Bahçeli artık geleneksel hâle gelen çıkışını yaparak hükümeti erken seçime götürüyor. Bahçeli’nin bu çıkışını Erdoğan’la konuşarak mı konuşmadan mı yaptığının bir önemi yok artık. Erdoğan-Bahçeli görüşmesi sonrasında yapılan erken seçim açıklaması bu tartışmaları önemsiz hâle getiriyor. 24 Haziran’da seçime gidiliyor. Üniversite sınavları bir hafta ertelendi.

Derinleşen istikrarsızlık

Bahçeli’nin erken seçim çağrısının hamaset yüklü olan yanlarını bir kenara bırakırsak, özetle AKP-MHP ittifakının giderek daha ciddi bir istikrarsızlık kaynağı hâline geldiğinin MHP lideri tarafından teyit edilmesidir. Hükümet, 15 Temmuz darbesinin ardından, darbeyi püskürten toplumsal hareketten yola çıkarak demokrasi ve çözüm sürecinin yeniden inşası yönünde bir hamleyi değil, demokratik bütün kazanımları askıya alan, yok eden, devletin bekası sorununu gidermeyi merkezine alan ve bunu yaparken de kendi iktidarını konsolide etmeyi amaçlayan bir strateji izledi.

İşte bu stratejinin duvara çarpmasının ifadesidir erken seçim kararı.

Bu stratejinin, esas olarak OHAL koşullarına yaslanarak sürdürülebilecek bir dizi siyasi hamleyle kaçınılmaz olarak istikrarsızlık yaratacağını görmemeye imkân yoktu. Fakat, muhalefet ve farklı siyasi görüş ve eğilimler üzerindeki ağır baskı koşullarının yarattığı görünürdeki sessizlik ortamı AKP-MHP liderliğinin pervasızca hareket etmekte kendisini rahat hissetmesine neden oldu.

İlan edilen yerli ve milli ittifak OHAL koşullarının yarattığı korku atmosferinin içinde hamasi bir söylem ve bu söylemle teorize edilen politik bir yönelim geliştirdi. Esas olarak nüfusun AKP-MHP’ye oy vermeyen kesimlerini gayri milli ya da hain ilan etme sonucuna yol açan bu yönelim, nüfusun yarısını karşısına almakta bir sakınca görmedi. Farkına varılmayan bir başka nokta ise AKP’ye oy veren yoksul kitleler arasında ve daha önce AKP’ye oy verdiğini açıklayan kanaat önderleri arasında çok sayıda ismin de yerli milli yönelimin hamaset yüklü düşmanlaştırıcı yaklaşımından rahatsız olmaya başlamasıydı.

16 Nisan referandumunu kıl payı kazanması ya da büyükşehirlerin ezici çoğunluğunda AKP-MHP koalisyonunun referandumu kaybetmesi Erdoğan tarafından AKP’nin kadrolarının, il yönetim üyelerinin, belediye başkanlarının “metal yorgunluğu”na yoruldu. Oysa sorun metal yorgunluğu değil, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra tercih edilen politik yönelimin toplumun büyük çoğunluğunda yarattığı huzursuzluğun AKP’ye de sıçramış olmasıydı.

Dikiş tutmayan yerler

Bahçeli’nin erken seçim çağrısının, uzak olmayan bir istikbalde bekleyen ekonomik krizin büyük boyutlarının yaratacağı sorunlarla yıpranmadan seçimleri aradan çıkartmak hesabı yapıldığı çok açık. Gazete Duvar adlı internet sitesinde yayınlanan şu veriler ekonomi alanında yaşanan sorunların derinliğini gösteriyor: “Çarpıcı veriler sunulabilir ancak basit bir hesap yaklaşan buz dağını tarif etmeye yetiyor. Finans sektöründeki borçlar 2005’te milli gelirin yüzde 6’sıydı, 2017 sonunda rakam yüzde 27’ye ulaştı. Reel sektörün borcu da 2005’te milli gelirin yüzde 20’siyi, 2017’de oran yüzde 69’a çıktı. Sonuçta toplam borçların milli gelire oranı yüzde 141’i geçmiş durumda. Kısaca Türkiye’nin bankaları dâhil en büyük şirketleri, fabrikaları, holdingleri borç içinde. Bakkalı, marketi, perakendecisi de borçlu. Çiftçisi, halcisi, emeklisi de…” (Erken seçim: Bu gelen bambaşka bir kriz)

Ekonomide iktidarın ilk gününden beri IMF’ye laf atan AKP liderliği yeniden IMF’yle ilişki kurmaktan söz etmeye başladıysa, bir erken seçim tartışmasının ekonominin, fakirleşmenin, enflasyon ve hayat pahalılığının yıpratıcı etkisine bütünüyle muhatap olmadan, seçimi aradan çıkartmak isteğiyle açıklanabilir.

Fakat tek sorun ekonomi değil. Siyasette bumerang etkisi diye bir şey varsa son bir buçuk yıldır AKP siyasetlerinin başına gelen bunun en açıklayıcı örneği oluyor. Afrin harekâtı gerçekleşiyor, bu harekât başkalarının sandığı gibi bir seçim yatırımı değildi, ama 2017’nin sonlarında yıpranan, bölünmüş AKP imajı, Afrin harekâtıyla giderilmiş olsa da harekâttan kısa bir süre sonra farklı bir düzeyde yıpranmışlıkla karşı karşıya AKP. Trump’ın yanına İngiltere ve Fransa’yı alarak Suriye’ye saldırması ve askeri bir şov yapması, Rusya’nın Afrin’in denetiminin Esad rejimine bırakılmasını istemesi, bölgede Türkiye’nin dışında ve çok daha güçlü askeri yapıların olduğunun görülmesine neden oldu. Afrin harekâtının iç politikada esas avantajı, var olduğu sanılan edilen “Hayır Bloku”nun dağılması oldu.

Yargı alanında, OHAL uygulamalarında, ekonomik alanda, ideolojik alanda, cezaevlerinde, dış politikada biriken muazzam bir enerji var. Toplumun ezici çoğunluğu 15 Temmuz darbecileriyle hesaplaşmadan yanayken, bunun bir beka anlatımı etrafında AKP-MHP ittifakının iktidarını pekiştirmenin lütfuna çevirmek, yerli-milli koalisyonun bugün karşı karşıya kaldığı krizin de temellerini döşedi.

Bu açıdan erken seçim, kesinlikle baskın bir seçim olarak, biriken enerjinin sağlam bir alternatif bulmasının önüne geçip AKP liderliğinin iktidarını, MHP liderliğinin bekasını sağlama almanın bir aracı olarak görülmelidir.

Ne yapmalı?

Sosyalistler ise öncelikle birkaç tutumdan aynı anda vazgeçmelidir. Birincisi, askeri harekâttan yana, ırkçı, emekçi düşmanı partilerle ilişkisini kesmelidir. Oy verilmeyecek, seçim ittifakı kurulmayacak güçleri net bir şekilde tayin etmelidir. MHP’nin olduğu politik hatta oy verilmezken Meral Akşener’in olduğu politik hatta oy verilmesi ya da böyle bir figürün içinde olduğu bir ittifaka ılımlı bakılması anlaşılır gibi değildir.

Bu seçimin baskın karakteri de göz önüne alınınca sol içinde boykotçu bir eğilimin güçleneceği de çok açık. Boykot, milyonlarca seçmen seçim sandığına giderken önerilebilecek bir politika değildir. Milyonlarca insan seçimleri meşru görürken sizin seçimleri meşru görmemeniz gerçeği değiştirmez. Politika ruhunu temiz tutmanın değil milyonlarca emekçinin kaderini paylaşmanın alanıdır sosyalistler için.

Önümüzde iki ay var. Baskın bir seçimle elimizden alınan aylar, haftalar ve günler, muhtemelen Türkiye’nin seçimli tarihi açısından bakıldığında en kritik öneme sahip olan seçiminde yapılması gereken, bir yandan AKP’nin tabanında gelişmelerden rahatsız olan kitleleri cezbedecek, bir yandan da krizin faturasının emekçilere yüklenmesine karşı kitlesel bir mücadele platformu haline gelebilecek, seçim dönemini ev seçimlerden sonrasını da bu mücadelenin bir parçası olarak görecek birleşik mücadele zeminlerini örgütlemektir. 1990’lı yıllarda kurulan Emek Platformu gibi yapılar, HDP’den diğer politik platformlara kadar tüm güçlerin laik/dindar bölünmesini aşan emek eksenli birliğini inşa etmek artı tümüyle acil bir meseledir.

Bu açıdan 1 Mayıs, çok önemli bir başlangıç olarak görülmelidir.

(Sosyalist İşçi)

ilginizi çekebilir

1752784937_kurdistan24
Süveyda: devrimin son kalesi
WNZS3X5D7BJJLA5AUDERGFSRQQ
‘Siyonizm yenilecek ve tüm suçlularından hesap soracağız’
destek-kamu-8
Bu iktidar zenginin dostu