Yanıtlar şöyleydi:
Alper Ard (Aktivist): “Sorun dini değil politik”
Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, korkunç saldırıdan sonra, bunun bir savaş ilanı olduğunu söyledi. Oysa Fransa zaten bir savaşın içinde. Son 3 aydır zaten başka bir ülkeyi bombalıyor. Savaşın iki boyutu olduğunu kendi halkından gizliyor. Savaş böyle bir şey. Dün geceden beri Fransa uçakları Rakka’yı bombalıyor. Eminim siviller öldü ancak buna dair herhangi bir bilgiyi egemen medyada bulmak mümkün değil.
Öncelikle net olarak göçmenlerin yanında olmak ve işgal politikalarına karşı olmak lazım. İşgal politikaları yangına körükle gitmekten başka bir işe yaramıyor. Saldırıları düzenleyen örgüt üyelerinin savaşın parçası olan ülkelerden çıkması tesadüf değil. Bunun nedeni dini gerekçeler değil politik gerekçeler. Sorunu dinle açıklayanların hepsi hatalı. Burada siyasi bir çatışma söz konusu. Hem IŞİD’e karşı halkların ortak mücadelesinden yana olmak hem de islamofobiye karşı eğilip bükülmeden net durmak gerekiyor.
Foti Benlisoy (Yazar): “Emperyalizm ve IŞİD aynı madalyonun iki yüzü”
Paris’teki vahşetin bir kez daha acıyla hatırlattığı tehlike, bir “barbarlıklar çatışmasına” dolu dizgin sürüklenme ihtimalimizdir. Birbirini iştahla kışkırtan iki barbarlık, iki “köktencilik” biçimiyle karşı karşıyayız. Bir yanda emperyalist zulüm ve aşağılanmaya karşı mücadelenin bir mezhepler veya dinler çatışması olarak yozlaşması var. Kaide, IŞİD ve türevleri, ezilmişliği “Haçlılara” karşı bir dinler savaşının malzemesi olarak kullanıyor, kör bir şiddet kampanyasıyla altta kalmışlığın öfkesini dejenere ediyor. Diğer yanda emperyalist müdahalecilik (Fransa halihazırda Çad’da, Moritanya’da, Mali’de, Nijer’de, askerî operasyonlar yürütüyor, Irak ve Suriye’de hava akınlarına katılıyor), azgın bir göçmen karşıtlığı, küresel güneyi sefalete, aşağılanmaya ve sıklıkla da ölüme mahkûm eden iki yüzyıllık koca bir sistem, adına emperyalizm denen bir tahakküm ve sömürü ilişkileri bütünü var.
Bu iki “köktencilik” birbirinin yarattığı acılardan güç alıyor. Aynı çarpık ve kan emici düzenin iki farklı yüzüyle, birbirinin hem sebebi hem sonucu olan iki “barbarlık” formuyla karşı karşıyayız. Bunlar arasından taraf seçmek bizim harcımız olmamalı. Topuna birden, amasız fakatsız karşı çıkabilmeliyiz.
IŞİD’in yükselişi, Arap devrimlerinin doğurduğu eşitlikçi ve özgürlükçü umutları ayaklar altına alan, karşı devrimci kuşatmanın bir parçası. Demokratik güçlerin baskın çıkamadığı koşullarda, 2011’den itibaren gelişen ayaklanmaların kışkırttığı siyasal ve sosyal türbülans, mezhepçi ya da etnik şiddeti kışkırtan bir umutsuzluğu ve yozlaşmayı tetikliyor. Suriye’de ayaklanmanın mezhepçi karakteri de olan bir vekâlet savaşına dönüşmesi, Irak’ta 2011 ve 2012 yıllarındaki büyük demokratik gösterilerin Bağdat hükümetince şiddetle bastırılması, IŞİD’in önünü açan temel faktörlerdi. IŞİD’in ve benzeri yapılanmaların Irak ve Suriye’de şu ya da bu oranda da olsa belli bir kitle seferberliği gücüne kavuşmasını, işte bu umutsuzluğu yaratan koşullardan ayrı düşünemeyiz. Irak’ı mezhebi bir mezbahaya çeviren emperyalist müdahalecilik siyasetini, bölgesel nüfuz mücadelelerinde mezhep kartını arsızca kullanan Türkiye gibi bölge güçlerini, seküler muhalefeti acımasızca bastırarak siyasetin dinselleşmesinin önünü Esad gibi açan otoriter rejimleri bir bütün olarak hedef tahtasına oturtmak gerek. Aksi, “hastalığın” kendisiyle değil de sadece onun semptomlarından biriyle cebelleşmek anlamına gelir. IŞİD ve türevleriyle mücadelenin “anahtarı”, bu anlamda soyut bir sekülarizm vurgusu ya da küresel veya bölgesel güçlerin kuracağı bir IŞİD karşıtı “cephe” falan değil. “Bölgede” şimdilik kaydıyla akamete uğramış toplumsal kabarış yeniden ve yeni bir dalga halini almadan, ayaklanmaların özgürlük ve ekmek talebi yeni bir güç kazanmadan IŞİD’in olası bir yenilgisi ancak geçici olacak, IŞİD’in temsil ettiği karanlık gerçek bir tehdit olarak kalmaya devam edecektir.
Meltem Oral (DSİP Eşsözcüsü): “IŞİD vahşetinden Müslümanlar sorumlu değil”
Ankara’daki katliamın üzüntüsü hâlâ tazeyken Beyrut ve ardından Paris’te yaşananlar çok öfkelendirici.
Bu vahşet durmalı. IŞİD’in korkunç saldırganlığını durdurabilecek olan tek şey Ortadoğu’yu yağmalayan savaş politikalarına son verilmesi.
IŞİD vahşetine, savaş uçaklarını Suriye’ye göndererek yanıt veren devletler kendi ülkelerindeki sivillerin hayatını daha da tehlikeye atıyor. Paris ne yazık ki IŞİD’in sivillere dönük ilk katliamı değildi. Ortadoğu’ya dönük her emperyalist müdahale IŞİD gibi örgütleri daha da güçlendiriyor.
Dünyadaki hiçbir halk, din veya mezhep yekpare, heterojen değil. Fransa devletinin sömürgeci politikalarından tüm Fransa halkı sorumlu tutulamayacağı gibi IŞİD’in yaptıklarından da Müslümanlar sorumlu değil.
Üzüntümüzü ve tepkimizi yöneltmemiz gereken adres sıradan insanlar veya savaşa, yoksulluğa mahkum edilen Suriyeliler değil. Birkaç hafta önce Merkel ve Erdoğan arasında mülteciler hakkında gerçekleşen kirli pazarlığın, Türkiye devletinin Suriyeli mültecileri Avrupa karşısında adeta şantaj konusu olarak kullanmasının etkileri Paris’te yaşananların ardından daha ciddi boyutlara ulaşabilir. Avrupa ve Türkiye’nin mülteci düşmanı politikaları, İslamofobiyi, ırkçılığı ve Arap düşmanlığını körüklüyor.
Son on yıldır benzeri olaylar yaşandığında devletlerin yaptığı öncelikli şey güvenlik önlemlerini arttırmak adına, gündelik hayatı sıradan halka daha da zorlaştırmak, gösteri ve protesto hakkını engellemek oldu. Ancak biz devletlerin varlığıyla değil, savaşlara ve sömürgeci politikalara karşı mücadele büyüdüğü oranda daha güvendeolabiliriz.