Search
Close this search box.

Direnişin tartışmaları

Bu yazıda güncel soruları ve tartışmaları ele aldık.

İmamoğlu’nu neden savunuyoruz?

Mevcut hareket elbette her şeyden önce İmamoğlu’nun gasp edilen haklarını savunuyor. Çünkü milyonlarca oy alarak kazandığı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı hakkı sudan sebepler öne sürülerek gasp edilmek isteniyor. Bugün İmamoğlu’nu savunmak seçme seçilme hakkını savunmak, demokrasiyi savunmak, adaleti savunmak, eşitliği savunmak ve hukukun herkese eşit mesafede olmasını savunmaktır. Bizler 2019 seçimlerinde İmamoğlu’na oy çağrısı yapmadık. Ama o seçimlerde de hakkı gasp edilip seçim tekrarı kararı verildiğinde demokratik hakları savunmak için oyumuzun İmamoğlu’na olduğunu ilan ettik. Sokakları dolduran yüz binlerce insan İmamoğlu’nu savunurken kendi temel haklarını da oy verme hakkını da savunduğunu çok iyi biliyor. İmamoğlu siyasal olarak sağcılara da solculara da pamuk şekeri dağıtmayı seven bir siyasetçi. Topal Osman’ı, bir faşisti ya da Ahmet Kaya veya Yılmaz Güney’i aynı anda anıyor, selamlayabiliyor. Özetle İmamoğlu’nun haklarının gasp edilmesine karşı çıkmak İmamoğlu’nun siyasal fikirlerini, sağcılığını savunmak değil, kırıntısı kalan demokrasiyi savunmak anlamına geliyor. Saldırının odağında İmamoğlu var ama mücadelenin odağı İmamoğlu’nun savunduğu siyasetin çok ötesinde.


CHP sol değildir

Her yeni güne yoksulluk, şiddet, katliamlar, adaletsizlik ve baskıcı bir atmosferde başlayanlar için antidemokratik İmamoğlu hamlesi, bardağı taşıran son damla olarak geniş kitleleri harekete geçirdi. Tabanda yoğun bir öfkenin olduğunu görmek için üstün bir gözlem yeteneğine ihtiyaç yok.

Ancak göz altılara karşı çıkmakla başlayıp, adalet için sesini yükselten kitlelerin, gençlerin, sesini duyurmak isteyenlerin öfkesinin, yer yer, kitlelere yön veremeyen, örgütleyemeyen CHP’ye de yöneldiğini görmek mümkün. Alanda, özellikle gençler tarafından atılan “korkak CHP” sloganları bunun en net kanıtı.,

Ezelden beri sokakta mücadele yerine sandık vurgusu yapan, polisin karşısına mücadele için sokağa çıkanlarla dayanışmayan, onları yalnız bırakıp kapılarını açmayan, sahneden orantısız güç uygulayan polisi öven ve her zaman statükoyu koruma eğiliminde olan uzlaşmacı CHP, elbette ki statükonun kendisiyle derdi olan solun durduğu yerde durmamaktadır. CHP burjuvazinin bir kesiminin partisidir.

Bu kitleselliği örgütleyebilmek, hareketin sönümlenmesinin önüne geçebilmek ve daha demokratik bir siyasi hat inşa edebilmek için, CHP’nin yetersiz muhalefetinin sınırlarını aşabilmeye ve daha geniş kesimleri içine alan, kapsayıcı, somut talepler etrafında inşa edilmiş bir sol hatta ihtiyaç var.

İmamoğlu’nu savunmak için CHP’li olmaya gerek yok. CHP bugünlerde muhalefetin çok önemli bir parçasıymış gibi görünse de gerçek böyle değil. CHP de Kemalizm de sol değildir.

Bizler her seçimde CHP’ye değil DEM Parti’ye ya da sol ve işçi adaylara çağrı yaparız. Seçimlerin beş dakikalık demokrasi olduğunu biliyoruz. Asıl olan sokaklarda ve işyerlerinde işçi sınıfının ve ezilenlerin özgürlük mücadelesidir.


Polis güzellemesi yapmayın

CHP liderliği Saraçhane’de konuşma yaptığı kürsüden uzun uzun polisi övdü. Bu polis saldırısını durdurmak için de yapılsa, barikatta gençlerin güvenliğini sağlamak için de yapılsa, son derece yanlış ve sağcı bir tutumdur. Özgür Özel polislerin de çeşitli işçi sınıfı kesimlerinin çocukları olduğunu uzun uzun anlattı konuşmasında. Buna hiç gerek yok.

Devlet kurumlarının üst bürokrasilerinin de yoğun bir ideolojik yoğrulmanın sonucunda işe giren şiddet aygıtının üyelerinin de tek tek bireyler olarak sınıfsal pozisyonlarının bir önemi yoktur. Devlet bir örgütler toplamıdır ve her örgütünün ideolojik bir çerçevesi vardır. Öğrencilere uygulanan şiddetten sonra “paketledik” diye ters kelepçeli öğrencilerin fotoğraflarını paylaşanların sınıfsal kökeninin ne olduğunun hiçbir önemi yok.

Bir savcı, bir hâkim, bir emniyet müdürü, bir polis memuru, bir asker temel eğitimlerini devletin çıkarlarını korumak üzerine kurulu bir ideolojik zeminde alırlar. Bu yüzden emirlerine uymak zorunda oldukları kurumlar mevcuttur. Bu kurumların yarattığı şekillenme çoğu kez onların emirlerini bile aşarak bazı kararlar ve uygulamaları hayata geçirmesine neden olur. Burada onlar, bu kurumların sahadaki gücü, onların pratikteki uzantısı konumundadırlar.

Sorun tek tek polisler değil, polislik kurumudur. Sorun tek tek askerler ya da bu askerlerin sınıfsal konumu değil hangi sınıf adına hangi uygulamalara imza attıklarıdır. Devlet, egemen bir sınıfın hakimiyetini sürdürmek, mevcut mülkiyet ilişkilerini temel değişikliklerden korumak ve diğer tüm sınıfları tabi kılmak için toplumun özel kurumları tarafından zor kullanılmasına dayanan bir kurum ya da kurumlar bütünüdür. Bu kurumlar ve tek tek mensupları miting kürsülerinden yapılan sağcı konuşmalarla dizginlenemez. Sınırsız bir demokrasinin altüst edici dinamikleriyle değiştirilmeli, lağvedilmeli ve yerine halkın kendisini koruyacağı özyönetim organlarıyla değiştirilmelidir. Cellatların ücretli olması, işçi sınıfının bir parçası olduklarını göstermez.


Kimsenin askeri olmayacağız

Özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişimine karşı gösterilen devlet refleksi, 2015 seçim sürecinde Erdoğan’ın öne sürdüğü yerli-milli iktidar ideolojisiyle birleşti. Bu birleşimin fikri zemini koyu bir milliyetçilikti. Cumhuriyet tarihi resmi olarak zaten hamasi bir milliyetçilik tarihi şeklinde inşa edildiği için, özellikle OHAL döneminde antidemokratik her gelişmeyi meşrulaştırmak için milliyetçilik kullanıldı. Ne yazık ki sol muhalefetin bir kısmı da Kemalist geleneği sahiplenmeleri nedeniyle, bu rüzgâra kapıldılar.
CHP ise zaten bir devlet partisi olarak temel prensiplerinden birisinin milliyetçilik olduğunu gururla söylüyor. Muhalif saflarda zaman zaman antiemperyalizm vurgusuyla süslenen bu milliyetçilik, sınıf mücadelesinin ve özgürlüklerin önündeki en büyük engeldir. Gerçek sorunu gizlemeye yarar. Hareketi böler. Harekete militarist bir nitelik kazandırır. Bu yüzden, eylemlerde atılan “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganı son derece milliyetçi bir slogandır. Hamaset yüklüdür. İktidara karşı mücadeleyi sulandırır ve karanlık milliyetçi odakların mücadele içinde seslerinin yükselmesine neden olur.

Özgürlük mücadelesinin temel sloganı, “Öldürmeyeceğiz, ölmeyeceğiz, kimsenin askeri olmayacağız!” sloganıdır. Bizler asker değil eylemciyiz. Millî mücadele değil özgürlük mücadelesi sürdürüyoruz. Militarizme hiçbir taviz veremeyiz. Milliyetçiliğe hiçbir taviz veremeyiz. Tüm dünya halklarıyla eşit koşullarda kardeşlik içinde olmaktan başka bir amacımız olamaz. Milliyetçilik patronların işçileri ve ezilenleri bölmek için kullandığı bir silahtır. Bu silahla patronları yenmek mümkün değildir. Ezilenler, emekçiler, öğrenciler devlet kurucularının isimlerini değil, ezilenlerin mücadele içinde doğan, gelişen, yükselen sloganlarını savunmalıdır.


Milliyetçilik değil özgürlük istiyoruz

Günlerdir sokaklardayız, eylemlerdeyiz. Yüzbinlerce genç de sokakta çalınan geleceklerinin, yoksullaşmanın hesabını soruyor. Pek çok eylemci Türk bayrağı taşıyor, öğrenci andını veya Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini okuyor. Bazı küçük gruplar ise faşist MHP’nin kurt işaretini kullanıyor, ırkçı grupların sembollerini, sloganları öne çıkarmaya çalışıyorlar. Oysa bizim ihtiyacımız olan daha fazla milliyetçilik değil herkes için özgürlük. Bizim derdimiz bizi dövüyorsunuz da başkalarını -Kürtleri, Suriyelileri- dövmüyorsunuz demek olamaz. Biz kimsenin polis şiddetine maruz kalmadığı, herkesin farklılıklarıyla var olabildiği bir dünya istiyoruz. Saraçhane’yi de bir özgürlük alanı olarak görüyoruz.

Bu yüzden alana DSİP bayraklarıyla birlikte Filistin bayrağını, Barış bayrağını ve LGBTİ+ hareketinin gökkuşağı bayrağını götürdük. Türk bayrağı ise götürmedik. Çünkü Türk bayrağının halkın değil devletin bayrağı olduğunu düşünüyoruz. Devleti ise halkın çıkarlarını savunan tarafsız bir yapı değil, zenginlerin yoksullar üzerindeki egemenliğini sağlayan bir şiddet aygıtı olarak görüyoruz. Milliyetçilik ise tam da devletin gerçek doğasını saklamaya yarıyor; sanki Koç’la Sabancı ile beşli çetelerle, bizim çıkarımız birmiş gibi bir hava yaratıyor. Emekçilerin, çalışmazsa yaşayamayacak olanların bağımsız hareket etmesini engelliyor.

Eylemlere götürdüğümüz bayraklardan sadece Filistin bayrağına yönelik saldırıların, onu indirme girişimlerinin olması da milliyetçiliğin işlevini gösteriyor. Filistin bayrağına saldıranların bir kısmı “sadece Türk bayrağı taşıyalım” diyordu. Oysa tekçilik, tam da mücadele ettiğimiz AKP-MHP iktidarının özelliğidir. Yine Filistin bayrağına saldıran Türkçü gruplar ise ırkçı oldukları, Arap düşmanı oldukları, Arapları Türklerden aşağı gördükleri için saldırıyorlardı. Bu saldırıları püskürttük ve hiçbir bayrağımızı indirmedik. Eğer “ya hep beraber ya hiçbirimiz” diyorsak, hareketimizin içinde faşizme ve ırkçılara da geçit vermemeliyiz.


Öğrenciler yüz binleri harekete geçirebilir

İmamoğlu için mücadele hızla bir gençlik mücadelesi halini aldı. Binlerce öğrenci barikatları aştı, meydanlara çıktı ve daha on gün önce hayal bile edilemeyecek bir mücadele dalgası tüm okulları kapladı. Sadece üniversite öğrencileri değil, liselerde de eylemler gerçekleşti.
Öğrenci eylemlerinin asli özelliği bir kere zincirlerinden kurtulduktan sonra ışık hızıyla öne fırlamasıdır. Durdurulamaz bir sel halini alma potansiyeli taşımasıdır.

Öğrenci eylemleri iki alanı aynı anda gözetebilirse büyük bir başarı kazanabilir ve hareketin geri kalanını da peşinden sürükleyebilir. Öncelikle okullarda öğrencilerin çoğunluğunu harekete geçirmek için mücadele etmeliyiz. Meydanlardaki her eylemden önce, boykot çağrılarıyla, sınıf sınıf gezerek, okul içinde her fırsatı, dersi kullanarak eylemlerin öğrencilerin çoğunluğunu kazanması için çabalamalıyız. Elbette çoğunluğu kazanamasa da asıl olan kitleselliği korumaktır ve okul çıkışlarını, meydan buluşmalarını elden geldiğince kitlesel bir şekilde gerçekleştirmeliyiz.

Her gün, bir sonraki günün eylemi planlamalı ve okul içinde ve şehir çapında tüm öğrencilere ulaşmaya çalışmalıyız. Üniversite öğrencileri liseleri de kendi eylemleriyle buluşmaya çağırabilir ve benzer adımlar, elbette biraz daha zor koşullarda liselerde de atılabilir.

Her eylemden sonra, ertesi gün okul meydanlarında, kantinlerinde forumlar yapılarak tüm öğrencilere gelişmeler anlatılabilir.
Önemli olan diğer konu ise sokaktaki ve meydandaki eylemlerde gençler arasında öne çıkan ırkçı ve milliyetçi eğilimlere karşı net bir şekilde durmak. Bazı eylemlerde korkunç bir hamaset yüklü milliyetçi sloganlar atılırken bazı eylemlerde küfür, hakaret, cinsiyetçi ve ırkçı nefret söylemi rahatça kullanılabiliyor. Öğrenci mücadelesi içinde ayrıca bir mücadele sürdürmek ve ikilemin “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyenlere karşı “İttihatçılık” sloganı atanlardan ibaret olmadığını göstermemiz gerekiyor. Özgürlükçü sloganlar atan çok daha geniş kitleleri bir araya getiren bir odağı şekillendirmeliyiz. Öğrenci mücadelesi hem kendi akışında ilerlemeli, ama aynı zamanda onunla işçi sınıf örgütlerini, yani sendikaları birleştirmek için tüm dikkatimizi odaklamalıyız.

Saldırı küresel, mücadelemiz de!

Türkiye’de İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi ve gözaltı süreciyle başlayan sokak hareketi, otoriter rejimlere karşı sokakta olmanın önemini kanıtlıyor. Kasım ayında Sırbistan’da başlayan ve taleplerini kazanan yolsuzluk karşıtı hareketi örnek almak gerekiyor. Sırbistan halkı her türlü baskıya rağmen, şubat ayına kadar öğrencilerin liderlik ettiği eylemleri sürdürdü ve şubat ayında ise çiftçilerin, sağlık çalışanlarının, toplu taşıma çalışanlarının ve öğretmenlerin eyleme katılması ile Başbakan Vučević istifa etti. Ama hareketin talepleri henüz tamamlanmamıştı, eylemleri bırakmadılar ve büyütmeye devam ettiler. 19 Mart’a gelindiğinde ise devlet başkanı Vučić de istifa etmek zorunda kaldı. Benzer şekilde, Güney Kore’de halkın, Başkan Yoon’un sıkıyönetim ilanına karşı direnişi, Yoon’un azline ve demokratik kazanımların korunmasını sağladı. Ezilen kesimlerin dayanışma ve direnişle, otoriter yapıları nasıl alaşağı edebildiğini görmek mümkün. Türkiye’de de sokaklarda özgürlük ve eşitlik mücadelesini sürdürmek, taleplerimiz karşılanana kadar vazgeçmeyeceğimizi kanıtlamak zorundayız.

son yazıları

Öğrenci ve kitle hareketi içerisindeki faşizmin önlenebilir yükselişi
Demokrasi Gaspına Karşı Kitlesel Muhalefet | Perspektifler #2
Devlet, asker, polis: Bunlar kimin için var?

ilginizi çekebilir

istanbul-da-boykot-yuruyus-miting-gunu
Öğrenci ve kitle hareketi içerisindeki faşizmin önlenebilir yükselişi
senol pers 2 thumb
Demokrasi Gaspına Karşı Kitlesel Muhalefet | Perspektifler #2
JDJadjlj
Devlet, asker, polis: Bunlar kimin için var?