Pekin’deki Tiananmen Meydanı’nda 3 Eylül’de gerçekleşen gösterişli askeri geçit töreni, Çin’in İkinci Dünya Savaşı’ndaki rolünün bir kutlamasıydı. Bu tören, Avrupa Birliği Dış Politika Şefi Kaja Kallas’ın etkileyici derecede aptalca ve cahilce yorumlarına yol açtı. Responsible Statecraft adlı internet sitesi, Kallas’ın görevden alınmasını, Rusya ve Çin’in Almanya ve Japonya’yı yenmedeki rolünün “şok edici bir tarih okuryazarlığı eksikliği” olduğu yönündeki bir “haber” olarak nitelendirdi.
Ancak Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong-un tarafından izlenen geçit töreni, aynı zamanda Pekin’in artan askeri gücünü sergilemeyi de amaçlıyordu. Sergilenen gelişmiş silah sistemleri, ABD dış politika kurumunun yayın organı olan Foreign Policy’nin şu dikkat çekici itirafını aldı:
“Çin ordusunun bize yetiştiğini veya yabancı askeri teçhizat tasarımlarını kopyaladığını söylemek artık yeterli değil. Çin artık yenilikler yapıyor ve liderlik ediyor. Bu süreçte, onlarca yıldır Amerika Birleşik Devletleri ve ortaklarını destekleyen bölgesel askeri denge geri dönülmez bir şekilde değişiyor…”
“Öne çıkanlar arasında, şu anda üç gemiden oluşan ancak önümüzdeki yıllarda en az bir nükleer enerjili süper uçak gemisinin daha katılacağı tahmin edilen, Çin’in büyüyen uçak gemisi filosunda görev yapacak uçakların sergilenmesi yer aldı. Dört yeni tip ‘sadık kanat adamı’ insansız hava aracı tanıtıldı- mürettebatlı uçaklarla birlikte uçmak ve onlar tarafından görevlendirilmek üzere tasarlanmış gizli, pilotsuz uçaklar. Ayrıca, daha önce görülmemiş en az dört gemisavar ve kara saldırı füze sisteminin yanı sıra yeni bir mürettebatsız denizaltı ve yeni torpidolar da sergilendi.”
Tüm bu silah sistemleri, ABD’nin 1943-45’te Japonya’yı yenilgiye uğratmasından bu yana Pasifik’te sahip olduğu deniz ve hava üstünlüğüne meydan okumak için tasarlanmış gibi görünüyor. Ancak ilginç bir şekilde Foreign Policy, Çin’in küresel tehdidi konusunda alarm zilleri çalmıyor. Aksine, “Çin’in askeri gücünü yalnızca veya öncelikle Pasifik’e hatta dünyaya yansıtmaya odaklanmadığını” savunuyor.
“Çin, 2017’de Cibuti’de açtığı tek denizaşırı üssüne yeni bir üs eklemedi; kıtalararası menzile sahip bir bombardıman uçağı konuşlandırmasına yıllar var ve Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel ittifak ağına benzer bir ağı yok. Bu yıl ortaya çıkan yeni sistemler de küresel güç projeksiyonuna yoğun bir odaklanma olduğunu göstermiyor. Bunlar öncelikle Çin’in komşuluk bölgesindeki konumunu güçlendirecek.”
Bu da gösteriyor ki, 51 ülkede 128 üssüyle ABD hâlâ tek gerçek küresel askeri güç olmaya devam ediyor. Buna karşın Pekin öncelikle kendi bölgesinde güç gösterisinde bulunmakla ilgilense bile, bu kolay olmayabilir.
Örneğin, Çin artık Körfez’den enerji ithal eden ana ülke konumunda. İsrail Filistinlilere, Lübnan’a, İran’a, Suriye’ye ve şimdi de Katar’a saldırarak bölgeyi istikrarsızlaştırıyor. Analist Anusar Farooqui Twitter’da (@policytensor olarak) şöyle diyor: “Çin’in İran’ı silahlandıracağını varsaymalıyız. Körfez, elindeki önemli kaynaklarla, İsrail imparatorluğuna karşı Çin-İran eksenine var gücüyle destek verebilir. İsrailliler, sahada fiili durum oluşturmak ve mahallelerindeki herkesi sindirmek veya yok etmek için sınırlı bir fırsat penceresine sahip oldukları varsayımıyla hareket ediyorlar. Bu strateji iki varsayıma dayanıyor. Birincisi, ABD desteğinin hiçbir yere gitmeyeceği. İkincisi, tüm komşularını sindirebilecek kadar güçlü oldukları.”
Ancak Farooqui, Çin’in müdahil olması durumunda bölgesel askeri dengenin değişeceğine dikkat çekiyor. Çin’i bölgesel olarak değil, küresel olarak faaliyet göstermeye itebilecek olan da bu tür bir mantık. ABD, özellikle de dünya hegemonyası için kritik öneme sahip olan Ortadoğu konusunda nasıl tepki verir? Şaşırtıcı bir şekilde, Politico internet sitesi, Pentagon’un yeni Ulusal Savunma Stratejisi taslağının “bakanlığın, vatanı ve Batı Yarımküre’yi korumayı önceliklendirmesini” önerdiğini bildiriyor. Bu, orduya yıllardır verilen ‘Çin’den gelen tehdide odaklanma’ görevinden çarpıcı bir dönüş.
Buna şüpheyle yaklaşıyorum. Donald Trump, Japonya gibi sözde müttefiklerine yağmacı anlaşmalar dayatmak için ABD gücünü kullanmaktan keyif alıyor. İmparatorluklar öylece pes etmez. Ancak gidişat kesinlikle ABD emperyalizmine karşı dönüyor.