Bahçeli Kürt sorununda çözüm meselesinde kimsenin beklemediği kadar dönüştürücü bir çıkış yaparken geçen hafta MHP’nin gazetesinde yazdığı seri yazıda demokrasi ve son gelişmeler bağlamında demokrasinin sınırları hakkında bir dizi tespitte bulundu. Bazı gazeteciler tespitlerinin, liberal demokrasinin önemli bir örneği olduğunu söyleseler de açıklamanın tamamı okunduğunda karşımızda duranın bir demokratikleşme önerisinden daha çok can çekişen demokrasinin nefes borularının bütünüyle kapatılması anlamına geldiği görülebilir.
Milliyetçiysen meşrusun
Bahçeli’nin metninin ilerleyen bölümlerinde demokrasi, yargı bağımsızlığı, yargıda reformlar, fikir hürriyeti, herkesin kişisel haklarının güvence altına alınması gibi vurgular yer alıyor. Şimdi yaşadığımız koşullar düşünüldüğünde elbette çok önemli vurgular olarak öne çıksa da Bahçeli bütün bu reformların ancak belirlenmiş bir sınır içinde gerçekleşebileceğini söylüyor. Demokratik reformların gerçekleşeceği zemin Bahçeli’nin yazılarının girişinde yaptığı vurgu gösteriyor ki demokrasinin yok edilmiş olduğu bir zemin.
Bahçeli birkaç başlık sıralıyor. Bu başlıklar bir politik çerçeve sunuyor ve tüm partiler ve sosyal kesimler bu çerçeveye bağlılık ilan ederlerse demokratik gelişmelerden nasibini alabileceklerini söylüyor. Devletine bağlı olmak, milletine bağlı olmak, yerli milli olmak gibi bir dizi önerisi var Bahçeli’nin. Bu önerileri kabul etmeyen, bu çerçeveye sığmayanların daha sonra gerçekleşecek reformlardan faydalanmasını da mümkün görmüyor. Çünkü Bahçeli’ye göre devletini sevmeyen, bu devleti tepeden aşağı değiştirmek isteyenler meşru değiller. Bahçeli’ye göre millet çerçevesinde politikaya bakmayanlar meşhur değiller. Yerli milli olmayanlar meşru değiller. Dolayısıyla daha sonra gelen özgürlüklerin alanının genişletilmesi yönündeki program önce özgürlüklerin alanının sınırlandırılmasıyla, demokrasinin tamamen sönümlenmesiyle yola çıkıyor. Yazdığı ilk metinde yer alan, “kuvvetler ayrılığı olması gerektiği noktaya gelmiştir” sözüyle de, mevcut OHAL rejimini meşrulaştırıyor.
Düşünce ve ifade özgürlüğü olmadan demokrasi olmaz
Bir parti milletini sevmek zorunda değil. DSİP’de olduğu gibi toplumsal hareketi, tarihi milletler mücadelesinin değil, sınıflar mücadelesinin ürünü olarak gören partiler millete değil, işi sınıfına, ezilen sınıfa bağlılığı, onun haklarının temsil edilmesini gözetirler. Millet kavramının uzlaşmaz sınıf çelişkilerini ezilen sınıf aleyhine örten bir olgu olduğunu düşünürler. Böyle düşünen bir partinin millete bağlılık ilan etmesi, demokrasi programı olarak gösterilemez.
Aynı şekilde devlet meselesine de değinmek bir zorunluluk. Bir siyasi parti devlete bağlı olmak zorunda değildir. Devlet konusunda bambaşka görüşleri olabilir. Yine DSİP örneğinde olduğu gibi, devletin yukarıdan aşağı, aşağıdan yukarı tamamen değiştirilmesi ve bir işçi devletinin kurulması, ezilenlerin demokratik özyönetiminin inşa edilmesi gerektiğini savunabilir. Çünkü bu olmadan gerçek demokratik siyasal ilişkiler bütünü inşa edilemez. Bunların hepsi fikir özgürlüğünün, tartışma özgürlüğünün alanına girer ve bir anayasal, yasal ya da yeni bir reform çerçevesi bu özgürlüğü kapsamıyorsa hiçbir anlam taşımaz. O açıdan Devlet Bahçeli’nin çözüm sürecinde kapıyı açan rolü ne kadar önemliyse daha sonra kendi gazetesinde yazdığı bu makale de demokratikleşme çağrısı görünümü altında demokrasinin sınırlarını tamamen daraltan hatta yok eden bir çağrı olarak ele alınmalıdır. Kimse yerli, milli ve devletçi olmak zorunda değildir. Düşünce, ifade, örgütlenme ve gösteri özgürlükleri önüne tek bir “yerli” ya da milli sınır koyulamaz. Koyulursa, Bahçeli’nin ardından anlattığı demokratikleşme paketinin hiçbir anlamı kalmaz.
Şenol Karakaş