ABD, İsrail’in İran saldırılarının 10. gününde savaşa bizzat dahil olarak İran’ın nükleer silah tesisleri ve uranyum zenginleştirme tesisleri olduğu iddia edilen Fordo, Natanz ve Isfahan tesislerini vurdu.
İran da karşılık olarak iki gün sonra ABD’nin Katar’daki üssüne füze saldırısında bulundu ve saldırıdan saatler sonra da ABD Başkanı Donald Trump, İsrail ile İran arasında ateşkes kararı verildiğini duyurdu. Fakat bu ateşkesin geçici olduğuna hiç süphe yok. Çünkü İsrail ne Gazze’de istediği sonuca ulaşabildi ne de İran’da. ABD ve İsrail’in saldırıları tüm bölgeyi tetiklemiş durumda ve silahlanmanın devam edeceği kaçınılmaz bir gerçeklik.
ABD, aynı 2003 yılındaki Irak işgali öncesinde “Saddam’ın elinde kitle imha silahları var” dediği gibi bu sefer de İran’ın atom bombası yapmaya yaklaştığını söyleyerek saldırıyı gerekçelendirdi.
Oysa daha geçen mart ayında ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard, ABD Kongresi’nde ‘İran’ın şu anda nükleer silah yaptığına dair herhangi bir belirti yok.” demişti. Trump ise geçen hafta bu sözlerin hatırlatılması üzerine
“Onun ne dediği umurumda değil. Bence bir silaha sahip olmaya çok yakınlar.” şeklinde yanıt vermişti.
Neden İran operasyonu şimdi başladı?
İsrail, İran saldırısına 13 Haziran’da başladı. İran saldırısının uzun zamandan beri hazırlandığı biliniyordu ancak saldırının başlama zamanını politik koşullar belirliyor.
İsrail, Gazze’de sürmekte olan soykırımda Hamas’ı yenebilmiş değil ve Gazze’deki açlık ve katliamlar hem içeriden hem dünyadan büyük tepki çekiyor. Dolayısıyla İran cephesinin açılması Gazze’de tüm dünyanın gözleri önünde seyreden savaş suçlarının üzerinin örtülmesinde önemli bir rol oynuyor.
İran cephesi, İsrail’in Batılı müttefiklerinden yeniden tam destek almasına da neden oluyor. Geçtiğimiz haftalarda Britanya, Almanya, Fransa, İtalya gibi Batılı emperyalist güçler dahi zaman zaman İsrail’in Gazze’de sivillere yönelik katliamlarına karşı açıklamalar yapıyorlardı. Ancak ne zaman İsrail, savaşı başka ülkelere yaysa bu devletlerin jeopolitik çıkarları devreye girerek İsrail’e yönelik eleştirilerini düşürmelerine neden oluyor.
Bu durumun en son örneği Almanya Başbakanı Friedrich Merz’in İran’a hava saldırıları düzenleyen İsrail’e “Hepimiz adına kirli işleri yapıyor” diyerek teşekkür etmesi oldu. Merz, İsrail ile Batı emperyalizmi arasındaki ilişkiyi çok net bir şekilde özetlemiş oldu.
Saldırının Haziran ortasında başlamasının nedenlerinden bir diğeri de Netanyahu’nun İran ile müzakereleri engellemek istemesi. Trump, ısrarla İran’ın müzakere yoluyla anlaşmaya varabileceğini söylüyordu. İsrail, İran’ı, ABD-İran nükleer müzakerelerinin 6. turunun yapılmasına iki gün kala vurdu. Bu görüşmelerin taktik bir aldatmaca olduğunu söyleyenler olsa da sonuç olarak İsrail, İran’la müzakere sürecine son vermiş oldu.
Saldırının başlatılmasının bir başka nedeni de Gazze ablukasına yönelik kitle eylemleriydi. İsrail’i en fazla zora sokacak şey, uluslararası bir boykot hareketi ve Ortadoğu halklarının hem İsrail’e hem de işbirlikçi rejimlere karşı sokağa çıkması. İsrail hem kaynaklarının yetersizliği hem de küçük nüfusu nedeniyle Batılı emperyalist devletlerin desteği ve
Ortadoğu’daki işbirlikçi rejimler olmadan ayakta kalamaz.
Haziran ayında önce Greta Thunberg ve 11 arkadaşı Madleen adlı küçük bir yelkenliyle Gazze ablukasını delmek amacıyla yola çıkması ardından da 50’den fazla ülkeden binlerce aktivistin Tunus ve Lübnan’dan araç konvoylarıyla, Mısır’dan ise yürüyerek Gazze’ye yürümesi İsrail’i de bölgenin işbirlikçi rejimlerini de zora sokmuştu.
İsrail tam da yürüyüşün Mısır’dan başladığı gün İran’ı vurdu. Bunu bahane eden Mısır da eylemcilere izin vermedi, yüzlercesini deport etti ve bir kısmına da şiddet uyguladı. Dolayısıyla İran saldırısı, bu kitle mobilizasyonunu da bitirmiş oldu.
Saldırının zamanlamasının bir diğer önemi de Fransa ve Suudi Arabistan liderliğinde Filistin devletinin tanınması amacıyla gerçekleştirilecek olan Birleşmiş Milletler konferansının hemen öncesine denk gelmesiydi. Her ne kadar Fransa, konferansta Filistin devletinin tanınmayacağını açıklasa da bu konuda adımların atılması bekleniyordu.
Konferans, İran savaşı nedeniyle iptal edildi.
Tüm bunların yanısıra İsrail içinde, Netanyahu’ya yönelik yolsuzluk davası ve Gazze’de bir rehine anlaşması yapılmaması nedeniyle sokaklara inen muhalefet de İran savaşı ile birlikte Netanyahu’nun arkasında birleşmiş durumda.
Karşı koyuş
İran saldırısının başlamasının ardından dünyanın birçok ülkesinde eylemler gerçekleşti. Berlin’de bugüne kadarki en büyük Filistin eylemlerinden biri oldu. 10 binden fazla insanın katıldığı eylemde İran’a yönelik saldırı da protesto edildi. “Almanya finanse ediyor, İsrail katlediyor” sloganları atıldı, Almanya’nın İsrail’e destek vermemesi istendi.
Londra’da da on binlerce kişi sokaklarda İsrail işbirlikçisi Starmer hükümetini protesto etti.
ABD’de Bernie Sanders’ın Tulsa’da düzenlediği mitingte binlerce kişi savaşa karşı sloganlar attı. New York’ta ve Beyaz Saray’ın önünde toplanan binlerce kişi de İran müdahalesini protesto etti.
İsviçre’de ise bir kez daha 20 bin kişilik dev bir gösteri düzenlendi ve hükümetin acil bir ateşkes için harekete geçmesi talep edildi.
Paris’te bir İsrailli silah şirketinin yer aldığı silah fuarı binlerce kişi tarafından protesto edildi.
ABD ve İsrail, İran’da muhalifleri sokağa davet ederken yüz binlerce İranlı pazar günü İsrail’in artan saldırılarını protesto etmek ve ABD’nin müdahalesine karşı çıkmak için sokaklara döküldü.
İsrail, askeri olarak Batı’nın desteğine ve Ortadoğu’daki baskıcı rejimlerin işbirliği yapmalarına bağımlı bir ülke. Bu destekler olmadan ne Gazze’de ne Lübnan’da ne de İran’da savaşı sürdürmesi mümkün değil. Bu nedenle İsrail’i durduracak esas güç İran’ın füzeleri değil küresel intifada. Tüm İsrail yanlısı rejimlerin ezilenler tarafından yıkılmasında ve İsrail’e yönelik ekonomik ve siyasi boykot uygulanmasında.
ABD’nin savaşa dahil olması ve bölgesel savaş riski
Trump yönetimi iktidara gelmek için yaptığı seçim propagandalarında 3. Dünya Savaşı’nı sadece kendisinin durdurabileceğini söylemişti ama dünya artık en azından bölgesel savaşa çok daha yakın.
Trump, seçimlerden önce ABD askerlerini Ortadoğu’dan çekeceğini ilan etmişti ama İran savaşına dahil olması ABD’nin bölgedeki asker sayısını değil azaltmak artırmasıyla sonuçlanacak.
İran ile İsrail arasında varılan ateşkesin kalıcı olma ihtimali yok. İsrail, Gazze’de de Hamas’la ateşkes yapmış ama kendi hedeflerine varamadığı için ateşkesi bozarak yeniden savaşa başlamıştı. Şu anda da İsrail, nükleer silah yapmasını engellenmek ve İran’da bir rejim değişikliği gerçekleştirme hedeflerine ulaşabilmiş değil.
Trump, ABD’nin ekonomik gerileyişinin farkında. Bu nedenle bir yandan gümrük vergilerini yükselterek Çin’e yönelik bir ekonomik savaş ilan ediyor. Öbür yandan da Rusya’yı Çin’den kopararak kendi yanına çekmeye çalışıyor. Ancak Rusya, Ukrayna’nın önemli bir kısmını talep ederek NATO’nun Doğu Avrupa’dan çekilmesini talep etmekten geri durmadığı gibi İran’ın da yakın bir müttefiki. Zaten en son İran’a istediği takdirde her türlü askeri desteği verebileceğini de açıkladı.
Ortadoğu’daki en büyük ABD üssünü barındıran Katar, İran ile müzakerelerde kolaylaştırıcılık rolü üstlenen Suudi Arabistan ile birlikte ABD saldırısını ilk eleştiren ülkeler arasında yer aldı çünkü İran’ın hedefi olabileceğini biliyordu. İran da zaten çok geçmeden Katar’daki ABD üssüne füzeler göndererek bu kaygıların gerçekliğini göstermiş oldu. Şimdi Irak, Suudi Arabistan ve tüm ABD-NATO üssü barındıran ülkeler benzer endişeleri paylaşıyorlar.
Son olarak İran Meclisi’nin ABD saldırılarına karşılık olarak Hürmüz Boğazı’nı geçişlere kapatma kararı alması da bir başka bölgesel gerilim yaratmış durumda. Hürmüz Boğazı dünya petrolünün dörtte birinin, doğal gazının ise beşte birinin geçtiği bir yer. Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin fosil yakıt ihracatı açısından önemli bir boğaz. Bu gelişme de bölgesel bir çatışma riskini artırıyor.
Türkiye’nin tutumu
Türkiye, 7 Ekim’den sonra İsrail’in başlattığı Gazze işgali ve soykırımdan beri savaşın bölgeye yayılacağını öngörüyor. İsrail, önce Yemen’i sonra Lübnan ve Suriye’yi vururken esas hedefin İran olduğunu en baştan ilan etmişti.
ABD’nin de dahil olduğu İran saldırıları Irak ve Suriye’deki zayıf iktidarların dağılmasıyla sonuçlanabilir. İsrail defalarca Dürzilerin ve Kürtlerin devlet kurmaya hakları olduğunu söyledi. Türkiye’yi esas endişelendiren şey de bu. Bu tehdit algısı Türk devletini Öcalan ile müzakerelere yeniden başlamaya zorwlamıştı. MHP’nin sürecin adeta sözcüsü durumunda olması, devletin algıladığı bu büyük “varoluşsal tehdidin” bir sonucu. Türkiye’nin son aylarda sık sık PKK’ye bir an önce Kongre’de aldığı kararları hayata geçirerek silahları bırakması konusunda baskı yapmasının nedeni de İran savaşının yaklaşmakta olmasıydı.
PKK ile varılan anlaşma tam da bu nedenle, bölgenin en büyük disiplinli askeri birliği olan YPG’nin Suriye merkezi ordusuna bir şekilde dahil edilerek Suriye’nin bütünlüğünün korunmasını da içeriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidara yakın medya grupları ısrarla İsrail’in esas büyük hedefinin İran değil Türkiye olduğunu söylüyor ve İsrail’in bazı aşırı sağcı yorumcularının konuşmalarına yer veriyorlar.
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın İstanbul’daki toplantısında konuşan Erdoğan, “İstanbul’un kaderi Kudüs’ün kaderinden ayrı değildir” diyerek bu görüşü tekrarlamış oldu. İsrail’in İran’a saldırılarına ilişkin olarak da, “Türkiye olarak bölgemizde sınırları kanla çizilecek yeni bir Sykes-Picot düzeninin kurulmasına izin vermeyeceğiz” dedi.
Oysa İsrail’in ana hedefi NATO üyesi olan Türkiye değil. Türkiye’nin bir saldırıya uğrama riski pek yok. Ancak Erdoğan, bunu dillendirerek içeride muhalefeti de kendi etrafında birleştirmeye çalışıyor. Aynı zamanda Sykes-Picot göndermesi ile Suriye, Irak ve İran devletlerinin bölünmesinden ve de özellikle bir Kürt devletinin ortaya çıkmasından endişe ettiğini göstermiş oluyor.
Özdeş Özbay