Son birkaç aydır ise 2013 yılı sonunda Türkiye ile imzalanan Geri Kabul Anlaşması’nın yürürlüğe konması için görüşmeler yapılıyordu. Anlaşma, 4 Nisan’da hayata geçmeye başladı. Yunan adalarından toplanan mülteciler, Türkiye’ye geri gönderildiler. Buna göre, Türkiye üzerinden Yunanistan’a geçen, iltica başvurusunda bulunmamış veya bu talebi reddedilmiş göçmenler geri gönderilecek. Her birkişiye karşı, Türkiye’den bir göçmen AB ülkelerine kabul edilecek. Ancak anlaşmanın üst limiti şimdilik 72 binle sınırlı.
Avrupa Kalesi
Avrupa Kalesi, İkinci Dünya Savaşı’nda hem Naziler hem de ona karşı savaşanlar tarafından, kıta Avrupası’nın etrafındaki sınırları bir “savunma hattı” olarak belirleme amacıyla kullanılan bir askeri propaganda terimi. Avrupa ülkeleri şimdi aynı savunmayı mültecilere karşı uyguluyor. Türkiye ile varılan anlaşma, hem BM sözcülerine hem de insan hakları örgütlerinin tamamına göre, uluslararası hukuka aykırı. Hem AB yasaları, hem ulusal hukuk düzenlemeleri hem de Cenevre Sözleşmesi ihlal ediliyor. Sığınmacıların başvurularının bireysel olarak değerlendirilmesi gerekirken, anlaşma mültecilerin toplu olarak geri gönderilmesini beraberinde getiriyor.
Kayserili pazarlığı
Başbakan Davutoğlu, anlaşmayı gururla “Kayserili pazarlığı yaptık” diyerek duyurmuştu. AKP, mültecilerin zorla geri gönderilmesi karşılığında AB ülkelerine vizesiz giriş hakkı, 6 milyar dolar yardımı ve AB üyeliğinin yeniden müzakeresini elde etmeyi umuyor.
Türkiye hükümeti, yalnızca “ekonomik” gerekçelerle sığınma talebinde bulunanların ülkelerine geri gönderileceğini söylüyor. Bakanlık bunun gerçek olmadığını iddia etse de, Uluslararası Af Örgütü, Türkiye’nin 2016 yılı başından beri binlerce mülteciyi Suriye’ye, kaçtıkları savaşın içine zorla geri yolladığına dair bir rapor hazırladı. Raporda sınırın iki tarafından tanıklıklar aktarılırken, her gün 100 kişinin gönderildiğini bölgedeki herkesin bildiği söyleniyor.
Sınır kapatıldı
Üstelik, AKP zaten 2015 yazından beri, Suriye sınırını mültecilere tamamen kapattı. Savaştan kaçanlar için sınırın diğer tarafından kamplar kuruluyor, Erdoğan ise bunu Batı ile Suriye içerisinde bir “güvenli bölge” oluşturma pazarlığının kozu olarak kullanıyor. Türkiye’den Yunanistan’a geçmek isterken yakalanan binlerce mültecinin ise sığınma işlemlerine başvuramadan veya bir avukatla dahi görüştürülmeden geri gönderme merkezlerine götürüldüğü bir durumla karşı karşıyayız. Türkiye, sınırın diğer tarafında ise Yunanistan’a kaçmak isteyen on binlerce kişiyi devlet güçleri aracılığıyla “topladı”.
Irkçılığa hayır! Mülteciler hoş geldiniz
Hükümet mültecilere karşı tutumunu sertleştirirken, toplumsal “muhalefet” de mültecilere sahip çıkmıyor. Zorla geri getirilen mülteciler, Dikili’de “Kamp istemiyoruz” gösterileriyle karşılaşıyor. Bu eylemlerin öncülüğünü CHP yapıyor. Gerekçe ise “Dikili’nin suyunun mültecilere yetmeyecek olması”. Maraş’ta ise “El Nusra kampı” denilerek mültecilerin yerleştirileceği, yerleştirildiklerinde ise çoğu zaman kaçmak için can attıkları kampın kurulmasına karşı çıkılıyor. Benzer kampanyalar 2012 yılında da “ulusalcı sol” güçler tarafından başlatılmış, “terörist kampı istemiyoruz” yürüyüşleriyle mülteciler hedef gösterilmiş, milliyetçi bir atmosfer sonucunda birçok şehirde faşist ve ırkçı gruplar Suriyelilere saldırmıştı.
Yaşadıkları yerden savaş nedeniyle her şeylerini bırakarak kaçan, Suriyeliler başımızın tacıdır. Hükümete ve devlete karşı inşa edilecek özgürlük mücadeleleri, ezilenleri bölen ve bir kısmını düşman ilan eden değil, tam tersine onları da müttefik kılacak ve Türkiyeli-Suriyeli işçileri, yoksulları, sıradan insanları birleştirecek bir perspektifle inşa edilmelidir. Mülteciler konusunda hükümete yöneltilecek eleştiri “ülkeye Suriyelileri doldurması” değil, AB ile bu kirli ittifakta yer alması, göçmenlerin mülteci statüsünü tanımayarak “geçici koruma” diye bir şey uydurması, Suriyelilerin sağlık, eğitim, barınma ve beslenme gibi temel ihtiyaçları konusunda gösterdiği zafiyetler, ırkçı saldırıların önüne geçememesi ve özellikle son dönemde sık sık rastlanan mültecilere yönelik polis şiddeti olmalıdır.
Avrupa halkları dayanışıyor
2015 yazında Aylan Kurdi’nin sahile vuran cansız bedeninin görüntüleri, Avrupa’daki birçok ülkede önce mültecileri, daha sonra ise onlarla dayanışmak isteyen ırkçılık karşıtlarını harekete geçirdi ve kitlesel eylemler yapıldı. AB’nin geçtiğimiz aylarda yaptırdığı bir araştırmaya göre, Avrupa toplumlarının üçte ikisi, hükümetlerinin mültecilere yardım etmesinden yana. Mültecilerle dayanışma eylemleri 2016 yılında da 17 ülkede eşzamanlı yapılan 19 Mart gösterileriyle devam etti.
AB’nin “özgürlük” sağladığı illüzyonu mülteci kriziyle birlikte bir kez daha yıkılırken, hükümetlere karşı Avrupa’nın sıradan insanları mültecilerin yanında saf tutuyor.
Mülteciler, Erdoğan’dan kaçıyor
Yalnızca 2016 yılında Türkiye’den Avrupa’ya kaçmayı başaran göçmenlerin oranı, Türkiye’deki tüm Suriyeli nüfusunun %15’ine denk. Jandarma ve polis tarafından kaçmadan önce toplananları ve Ege Denizi’nde can veren binlerce Suriyeliyi de eklediğimizde bu oran %20’yi buluyor. Erdoğan’ın “misafirimiz” dediği Suriyelilere gösterdiği konukseverlik kısa sürdü. Şimdi “Bu kadar insanı nasıl besleyeceğiz?” diyerek Avrupa’ya çatıyor. Geri Kabul Anlaşması’nın uygulamaya geçeceği günlerde ise Yunanistan’daki mülteciler “Türkiye’ye hayır” sloganıyla gösteriler düzenlediler.
Suriyeliler Türkiye’de yoksulluk içinde yaşıyor. Tekstil ve inşaat gibi sektörlerde asgari ücretin yarısına günde 16 saat çalıştırılıyorlar. Devlet katında ve sokakta ırkçılıkla karşı karşıya kalıyorlar. Gitmek istediklerinde onları ya Ege Denizi’nde ölüm veya yakalanıp Suriye’ye geri gönderilme riski bekliyor.
Mültecilerin bize bir zararı var mı?
Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların sayısı 2 milyon 759 bin. Diğer ülkelerden gelen mülteciler de eklendiğinde toplam sayı 3 milyonu geçiyor. Yani şu anda Türkiye’de yaşayan tüm insanların %4’ü mültecilerden oluşuyor.
Egemen sınıf, böylesi bir durumda, Türkiye toplumundaki tüm sorunların kaynağı olarak mültecileri gösteriyor. Örneğin, mültecilere yönelik ırkçı saldırılara gerekçe olarak “suç işlemeleri” gösteriliyor. Oysa 2014 yılı sonu verilerine göre, Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin adli olaylara karışma ve suç oranı yüzde 0,33 (on binde otuz üç) oldu. Bunların ise çoğunu “belgede sahtecilik” ve “izinsiz çalışma” oluş-turuyor. Bunlar, çoğunlukla Türkiye devletinin suç işleyerek Suriyelilerin mülteci statüsünü tanıyıp haklarını teslim etmemesinden kaynaklanan “suçlar”.
Bir diğer argüman ise Suriyelilerin “işlerimizi elimizden aldığı”. Bu anlayış, emekçiler ile sermaye sahipleri arasındaki mücadelede patronları aklayıp Suriyelileri suçlu ilan etme anlamı taşıyor. Suriyeliler, çok kötü koşullarda ve Türkiyeli işçilerden düşük ücretlere çalıştırılıyorlar. Dolayısıyla, bir Türkiyeli işçinin yerine Suriyeli çalıştırılıyorsa, bundan hem işini kaybeden Türkiyeli işçi hem de alması gereken ücretin altında gelirle yaşamaya çalışan Suriyeli işçi zarar ediyor. Kazanan ise patron. Dolayısıyla, işçi sınıfının hakları için verilecek mücadele Suriyelilerle Türkiyelilerin birlikteliğini gerektiriyor.
Hayırseverlik değil mücadele
Suriyeliler, içinde bulundukları zor koşullara üzüleceğimiz,kendilerine acıyacağımız zavallı insanlar değiller. Ülkelerindeki savaştan kaçmak zorunda kaldılar, yaşamak için onurlu bir şekilde direniyorlar.
Geçtiğimiz hafta Yunanistan’da yapılan kamu emekçileri grevine göçmen kamplarından yoğun bir katılım sağlandı. Bu, mültecilerle kurulması gereken ilişkinin en iyi örneği. Yunanistan’da ırkçılık karşıtları, sol ve emek hareketi kitlesel dayanışma kampanyaları inşa etti ve mültecilere güven verdi. Böylelikle, onları da kendilerinin sosyal adalet mücadelelerine katmayı başardılar. İşçi sınıfının gücü birliğinden gelir. Bunun için ırkçılık temelinde bizi bölen egemen sınıf propagandasına güçlü bir yanıt üretmemiz gerekli.
Kazanmak için doğru siyasi analiz
Mültecilerle dayanışan kitlesel bir hareketin inşa edilebilmesi için öncelikle mültecilerin niçin mülteci olduğunun doğru kavranması gerekiyor. Türkiye’ye 3 milyon yakın mültecinin gelmesinin sebebi olarak “AKP’nin Suriye’deki savaşı”nı görüyorsanız, meseleye yalnızca AKP’nin prizmasından bakmanız, hatta mültecilere AKP sebebiyle düşmanlık duymanız kaçınılmaz hâle gelir.
Suriye’de 2011 yılında birçok diğer Ortadoğu ülkesinde olduğu gibi bir ayaklanma başladı. Baas rejimi, tüm diğer devletler gibi, bu isyan dalgasına baskı ve şiddetle karşılık verdi. AKP’nin Suriye’deki savaşa müdahil olduğu doğru ve buna karşı çıkmalıyız. Ancak mültecilerin buraya gelmesinin altında yatan neden Esad’ın katliamları. Buna, son iki yılda bir de IŞİD adlı mezhepçi örgütün baskı ve katliam politikaları eklendi.
Ne yapılmalı?
– Hükümet, AB ile yaptığı kirli ittifaka derhal son vermelidir. Mültecilerin zorla Türkiye’ye döndürülmesi ve buradan ülkelerine yollanması durdurulmalıdır. Sınırlar göçmenlere açılmalıdır.
– AKP, Suriye’deki savaşa müdahil olmayı ve mezhepçi politikalarını terk etmelidir. ABD liderliğindeki emperyalist koalisyondan çıkılmalı, İncirlik Üssü Irak ve Suriye’yi bombalayan uçakların kullanımına kapatılmalıdır.
– Türkiye’deki göçmenlerin mülteci statüsü tanınmalı; eğitim, barınma, beslenme, sağlık gibi temel haklardan ücretsiz faydalanmalarının önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
(Sosyalist İşçi)