Marksist.org adına Özdeş Özbay’ın gerçekleştirdiği röportaj şöyleydi:
15 Temmuz’da sokağa çıkanlar kimdi? Darbe karşıtları mı, yoksa şeriatçılar, lümpenler, çeteler ve faşistler mi?
15 Temmuz 2016 akşam saatlerinde Türk Silahlı Kuvvetleri içinde örgütlenmiş bir darbe hazırlığı hayata geçirildi. Olağanüstü askeri hareketliği ekranlardan izledik. Boğaz köprülerinin kapatılması, tankların yürümesi, Ankara’da da tankların sokağa çıkması, F16’ların şehirlerin üzerinde alçaktan uçması bir darbe girişimi olarak yorumlandı. Ancak bu yorumun, kesin bilgiye dönüşmesi Başbakan’ın açıklamasıyla oldu. Darbecilerin TRT ekranlarından okunan bildirisi, darbe girişiminin neredeyse başarılı olduğunun, felakettin ilanıydı. Ancak bir müddet sonra yayını durdurulan TRT, tekrar yayıma başladı. Darbecilerin ele geçirdiği yerler tek tek geri alındı. Darbe püskürtüldü, darbeciler kaybetti…
Bir darbe girişiminin, darbe girişimi olduğunu kanıtlayacak olgu, darbenin kazanması değildir. Darbe girişiminin başarısız olması, onun darbe girişimi olmadığının delili olamaz. Darbe girişiminin önünde iki seçenek vardır: Ya darbeciler kazanır ya da kaybederler. Darbeye kalkışmak, ölüm kalım savaşı başlatmaktır. Kazananlar, kaybedenleri yargılar ve cezalandırır. Üçüncü bir yol yoktur.
Darbe girişiminin akamete uğramasının muhakkak nedenleri vardır. Bu nedenler olmasa, zaten darbe başarıya ulaşır. Bu darbe girişiminin acemice görülen hamlelerini ve başarısızlığa uğramasının nedenlerini tabii ki ilerleyen yıllarda bütün açıklığıyla göreceğiz, öğreneceğiz. Ancak beceriksizlik, acemilik gibi görülen şeylerini nedeni şunlar olabilir:
1) Darbenin hareket saatinin deşifre olması nedeniyle erkene alınması. Ve buna bağlı olarak öngörülemeyen sorunların ortaya çıkması.
2) Muhtemelen birtakım darbeci güçlerin hareketten vazgeçmesi. Bu noktada, konumunu gelişmelere göre belirlemeyi seçen “ortadaki” güçlerin darbe karşıtı cepheye katılmasını da düşünmek gerekiyor. Darbeye çok spekule edilen “beceriksiz, acemi” yakıştırmasını anlamak için bu iki nedeni ortaya koyduktan sonra, hakikati görmek daha kolaylaşıyor:
Bu darbe girişimi oldukça detaylı planlanmış, son derece sıkı düşünülmüş ve geniş bir kesimi içine almış görünüyor. Bunu tespit etmek için silahlı kuvvetlerin generallerinin neredeyse yarısının darbeye bulaşmış olmasını hatırlamak yeter… YAŞ kararlarıyla ordudan ilişkisi kesilen general ve amiral sayısı 149. Subay sayısı 1099 ve astsubay sayısı 436. Ordudaki toplam general ve amiral sayısı 356. Darbeye katılan general ve amirallerin, bütün general ve amirallere oranı %40. Bu, ne denli büyük bir organizasyonla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Gülen cemaatinin örgütlenme modeli düşünülerek, (“ışık evleri” yurtlar, dershaneler üzerinden süren ve çeşitli kurum ve okulların giriş sınavlarındaki yolsuzluklar vd.) askeri okullara önemli oranda kendi kontrolündeki genci soktuğu söyleniyor. Askeri okullara cemaatin yetiştirdiği öğrencilerin alınmasına dayanarak yapılan hesaplar, şaşırtıcı sayılara ulaşıyor. Bu hesaplar, darbe girişiminin merkezinde cemaatin olduğunu gösteren kanıt oluyor. Askeri okulların 1984 giriş sınavlarına özellikle dikkat çekiliyor. Bu dönemde cemaatin sınavlarda çok büyük çaplı yolsuzluk yaptığı söyleniyor. Bu dönem okula başlayanlar bugün tuğgeneral rütbesini taşıyor. Bu darbenin asıl taşıyıcısı olan kadrolar da tuğgenerallerden oluşuyor.
Görünen o ki cemaatçi cunta merkezi, çevresine cemaatçi olmayan unsurları da katmayı başarmış. Şüphesiz bunların bir kısmı başarıya ulaşacak darbede bir ikbal görmüş olabilir. Bir kısmı güçlünün yanında yer almak için beklemiş olabilir.
Bunları söyleyenince yeni bir soru ortaya çıkıyor: Peki bu denli şümullü bir darbe girişimi nasıl püskürtüldü?
Yukarıda sıraladığım iki faktöre, -yani darbenin sabaha karşı üç yerine akşam saatlerinde başlaması ve muhtemelen birtakım darbeci ya da ortadaki güçlerin kalkışmadan vazgeçmesine- iki tane daha eklemek gerekiyor:
1) Medyanın, özel olarak da yayımdaki TV kanallarının hızla darbe karşıtı bir pozisyona geçmesi, âdete darbeye karşı mücadelenin sesi olması. (CNN’in haber yayını ve basılması hatırlansın).
2) Hükümettin direnmesi ve halkın sokağa dökülmesi. Bunlardan sokağa çıkan halk asıl üzerinde durulması gereken olgudur. Zira darbeyi engelleyen, sokaklara çıkıp darbeye karşı vaziyet alan halktır. Yer yer darbeciler sivillere ateş açsa da kararlı kitleler tankları, işgalci güçleri hareketsiz hâle getirecek bir şekilde kuşattı. Polis genellikle halkın etkisiz hâle getirdiği darbecileri teslim aldı. Bu, silahlı bir güç olan polisle askerin her yerde karşı karşıya gelmesini engellediğinden ölü sayısı daha da artmadı. Darbeye karşı ölümüne direnen halkın eylemini küçümseyen, zan altında bırakan her türlü ifade bühtandır, abestir, ekâbir esrimedir… Halk sokağa çıkmış ve darbeyi yenmiştir…
Sokağa çıkmış kitlenin niteliği, kim olduğu şüphesiz tartışılabilir ama ilk görülmesi gereken yer, bu kitlerin darbenin karşısına dikilmekte oluşudur. Kıymetli olan da budur. Unutulmaması gereken, sokağa çıkan kitlelerin, kafamızda kurduğumuz bir davranış modeline asla uymayacağıdır. Sokağa çıkan kitlenin kafalarda oluşturulmuş bir modele uygun davranması, ancak o kitleye yön verenler sayesinde olur. Kafalardaki modele uygun davranış, ancak siz o kitlenin eylemini belirleyecek oranda sokakta etkin olduğunuzda söz konusu olabilir. Kitle eylemi, bir önderlik tarafından yönlendirilmediği müddetçe her türlü olumsuz potansiyeli de içinde taşır. Linçten yağmaya kadar her türden olaylar gözlenebilir. Bu, dünyanın her yerinde benzer şekilde gelişir. Kitle eyleminin doğasıdır. Nitekim darbe girişimi bastırılırken, lince kalkışanlar ve bunu engellemeye çalışanlar yan yanaydı. Unutmamak gerekir ki sokağı lince kalkışanlar değil, engellemeye çalışanlar belirledi. Unutmamak gerekir ki sokaklar, kitaplarda okunan teorilere sığmaz.
Peki, bu kitle eylemi sırasında Ermeni vatandaşlar, Aleviler yer yer kadınlar tacize uğramış mıdır? Mümkündür. Ancak bunu kitlenin dışında kalarak eleştirmenin bir karşılığı yoktur. Kitle eyleminin bilfiil içinde olarak, bunu dönüştürme şansı olabilir. Eylemin içinde olarak, kitlelerin buna yönelmesi engellenebilir, engellenmelidir. Kitleden uzakta durup, direnişi değerlendirirken vurguyu bu tür olumsuzluklar üzerinde tutmak, ortaya konulan muazzam başarıyı, halkın darbeyi yendiği gerçeğini görmeyi engeller.
Şimdi bir soru daha cevap bekliyor: Sokağa çıkan kitle demokrasiyi mi savundu, yoksa partilerini mi? Bu soru, darbe girişimi varken bana anlamlı görünmüyor. Kitle, sokağa darbenin karşısına dikilmek için çıkmıştır. Benim açımdan darbe karşıtı olmak, kategorik bir önceliğe sahiptir. Antidemokratik uygulamaları konusunda en fazla rahatsızlık duyulan seçilmiş hükümetler bile, darbe yönetimlerine yeğdir. Darbeye sokakta direnmek, orada direnen başka insanlarla yan yana olmak gerekir. Unutmamak gerekir ki bu yan yana duruş, düşüncelerinizi anlatabilmenin ön koşuludur.
Darbe tehlikesi bitti mi? Bundan sonra olmaz mı?
Darbeler, hevesli üç beş generalin kalkışmasıyla açıklanamaz. Ciddi bir iktidar mücadelesinin son noktasıdır. Ancak iktidarı darbeyle ele geçirmeye kalkışmak, söz konusu iktidar mücadelesinin meşru oluşunu ortadan kaldırır. Dolayısıyla da darbe karşısında, halkın başkaldırma hakkı, direnme hakkı tartışmasız olarak doğar. Parlamenter demokrasinin yerleştiği ülkelerde iktidarın darbeyle ele geçirilmesi düşünülemez bile. Bu bize iki şeyi hatırlatır:
İlk olarak; parlamenter demokrasi, mevcut diğer yönetimler karşısında savunulması gereken ve mevcutların en tercih edileni olmak durumundadır.
İkinci olarak; darbelere karşı mücadele, OHAL gibi uygulamalarla mümkün değildir. Aksine darbelere karşı, demokrasi alanı genişletilerek mücadele edilebilir.
Türkiye’de darbe dinamiğini harekete geçiren faktörlerin başında, sürmekte olan Kürt sorunu var. Kürt sorununun sürmesi, demokrasi alanının daraltmasına neden oluyor. Aynı zamanda zaten cılız bir demokrasisi olan ülkede, çok önemli roller üstlenen ordunun kendine yeni görevler vehmetmesine yol açıyor. Burada vurgulanması gereken bir nokta daha var: Siyasetin her daim Kürt sorunun merkeze konularak okunması, hakikati tam kavrayan tahliller yapmayı engelliyor. Sadece Kürt sorununu düşünmeye konsantre olmuş bir siyasi zekâ, böylesine durumlarda tökezliyor, doğru ve hızlı refleks veremiyor.
Şüphesiz darbeler, bir grubun macerası olarak açıklanamaz, dolayısıyla uluslararası ilgilerin de iş başında olduğunu düşünmek gerekir. Yani dünya konjonktürü, kimi uluslararası güçlerin darbeden yana, hatta yandaş olmasını getirebilir. Daha ileri bir adım atıp, bu darbeden önemli istihbarat örgütlerinin haberi olmadığını düşünmenin naif bir çıkarım olacağını eklemek gerekiyor. Burada yeniden yukarıdaki tespit anlam kazanıyor: Yetkin parlamenter demokrasiye sahip bir ülkeye, bir başka ülke darbe şeklinde operasyon düzenleyebilir mi? Bu, mümkün değildir. Dolayısıyla kimi siyasilerin, yazarların sorumluluğu bir “üst akıl” kavramıyla dışarıda bir yerlerde araması, Türkiye’yi üzerinde korkunç operasyonlar yapılabilecek bir ülke olarak görmenin itirafıdır. Bu, aynı zamanda demokrasin henüz tekabül etmediğini itiraf etmektir. Öyleyse bir kez daha noksansız parlamenter demokrasinin mevcutlar içinde tercih edilmesi gereken yönetim olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Bütün bunlara Türk ordusunun darbe üreten bir dokusunun olduğunu da eklemek lazım. Bunu görmek için Cumhuriyet tarihine sıradan bir bakış yeter. Dolayısıyla bu kurum köklü reformlarla düzene sokulmadan sorunun tam çözüleceğini düşünmek yerinde olmaz. “Kurum değil sızanlar sorumludur” dense bile bu hiçbir şey ifade etmez. Sızmanın olabilmesi de tekrar kurumun sorgulanmasını gerektiren bir olgudur.
Demokrasi mi kazandı? Bundan sonra ne olacak?
Bu darbe girişimi önemli oranda taşların yerinden oynamasını beraberinde getirdi. Türkiye’de birden çok ihtimalin hayata geçmesi mümkün görünüyor:
1) İhtimallerden biri, parlamenter demokrasinin noksansız hâle getirilerek darbe dinamiklerinin ortadan kaldırılması olabilir. Bu, darbe girişiminden çıkacak olumlu sonuç olurdu. Aslında bunun için bir imkân doğmuştur. Ancak Kürt sorununun sürdüğü, Ortadoğu’da kaosun hâkim olduğu, ordunun siyasette büyük rol üstlendiği, oturmuş güçlü bir ekonominin olmadığı koşullarda bu ihtimalin gerçekleşmesi zayıf görülüyor.
2) İktidarın, darbenin yaratmış olduğu tehdidin etkisiyle ve darbenin bastırılmış olmasının hızıyla, kendini dayatması. Kendi siyasi programının gerçekleştirilmesi için OHAL uygulamalarının darbe karşıtı muhalefeti içine alacak şekilde genişletilmesi. Bu seçenek ihtimal dâhilindedir. Ancak bu ihtimalin hayata geçirilmeye kalkışılması yeni huzursuzluklara yol açar. Orduda cemaatçi olduğu söylenenlerin yerine geçen kesim de bir müddet önce darbe planları yaptığı söylenen askerler. Cemaatçi darbe girişimi, daha önce darbe planlamış olanların temize çekilmesi için bir neden olamaz. Cemaatçi darbe girişimini hafif göstermek için Ergenekon-Balyoz planlarından bahsetmek kadar, Ergenekon ve Balyoz planını temize çekmek için cemaatçi kalkışmayı kullanmaya kalkmak da sorunlu bir düşünce şeklidir, mantık yürütmedir.
Durum bu ise iktidar partisinin uzlaşmasız bir rota izlemesi, yeni darbe ihtimallerini yaratabilir. Ayrıca iktidar partisinin darbeyi engellemeye karşı idari ve yasal düzenlemeleri yaptıktan sonra, kendi programını sürdürmesi de söz konusu olabilir. Ancak bu da Türkiye’nin istikrasız bir yapıya sürüklenmesine yol açabilir.
Şimdi yapılması gereken darbeye karşı sokaklarda olmakta, en küçük bir tereddüt göstermemektir. Ancak bununla birlikte, darbe dinamiklerinin tamamen yok edilmesi için demokrasinin sınırlarını genişletmeyi savunmak mümkün olabilir. Darbelere karşı mücadele, yeni baskı metotları geliştirmekle, demokrasiyi budamakla olmaz. Aksine sınırları genişlemiş ve oturmuş bir demokrasiyle kurumların kendi sorumluluk alanlarına çekilmesini sağlamakla olur. Barışın ve demokrasinin tesisi darbelerin panzehir olduğundan şimdi onların savunulması çok daha önem kazandı…