Yazı şöyleydi:
Bir dönemler AKP’li entelektüeller tarafından “dahi” olarak nitelenen Ahmet Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” adı verilen dış politika stratejisi son iki yılda büyük bir çöküşle sonuçlandı. “Komşularla sıfır sorun” denilirken Türkiye şu an bütün komşularıyla sorun yaşayan bir ülke hâline geldi, AKP’liler buna “değerli yalnızlık” kılıfını geçirdi. Oysa AKP’nin hiçbir politikasının Ortadoğu halklarının özgürlüğüyle bir ilgisi yok, hepsi Türk sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda Türkiye’nin bölgede altemperyalist bir güç olması için girişilen saldırgan maceralardan ibaret.
2008 krizi ve Ortadoğu’ya yönelme
Patronlar için Türkiye ekonomisi AKP’nin ilk yıllarında, AB’ye giriş doğrultusunda atılan adımlarla birlikte, istikrarlı bir şekilde büyüyordu. Ancak 2008’de başlayan küresel ekonomik kriz, Türkiye’nin dış politikasında radikal bir değişikliğe sebep oldu. AKP, Türk sermayesinin hammadde, pazar ve emek gücü arayışı doğrultusunda Ortadoğu’ya yönelmeyi tercih etti. 2003 yılında ABD’nin Irak işgaline ortak olma planlarının sokağa çıkan devasa savaş karşıtı hareket tarafından engellenmesinin ardından Tayyip Erdoğan “Oyunun dışında kaldık” diye öfkelenmişti. Türk şirketleri bu açığı, yerle bir olan Irak’ın yeniden inşası sürecinde rol alarak kapatmaya başlamışlardı. AKP, örneğin bugün “katil Esed” dediği Baas rejimiyle uzun vadeli bir işbirliğinin temellerini atmaya başlamıştı. İsrail’e yönelik “Van minüt” çıkışları, Ortadoğu’daki direnişlerle kurulan bağlar, bu yönelimin Ortadoğu halkları nezdinde meşrulaştırılmasının araçlarıydı.
Arap Baharı ve AKP
Bu sürecin ortasında Arap devrimleri başladı. Gerici diktatörlüklerle iş tutmaya hazırlanan AKP, Arap Baharı’na uyum sağlayarak yıkılacak rejimlerin yerine gelmeye alternatif olmaya çalışan hareketlerle bağ kurdu. Üstelik, örneğin Mısır’da Müslüman Kardeşler gibi İslamcı hareketlerin ana muhalefeti temsil ediyor olması, AKP’ye bu ilişkilenme sürecinde bir dizi rahatlık sağladı.
Ancak AKP’nin bu tutumunun, liderliğinin iddia ettiği gibi Ortadoğu halklarının özgürlük istemleriyle hiçbir ilgisi yoktu. Mısır’da Mursi iktidara geldiğinde, Tayyip Erdoğan ülkeye 250 patronla birlikte çıkartma yaptı. Libya’da önce BM-NATO müdahalesine karşı çıktı, birkaç gün içinde çark ederek bugün ülkedeki kaosun temellerini atan emperyalist saldırının destekçisi oldu. Libya’da savaş tırmandığında, binlerce Türkiyeli mühendis ve işçi gemilerle kaçırıldı.
Suriye politikasındaki değişiklik
Bütün süreçte Türkiye’nin en çok müdahil olmak istediği ülke ise Suriye’ydi. AKP, başta İhvan’a yakın grupları destekledi. Daha birkaç ay önce işbirliği planladığı diktatör Esad’a karşı tutum aldı. Fakat Suriye’ye yönelik saldırgan politikasına Batı’dan bir türlü güvenilir bir müttefik bulamadı. Uçuşa yasak bölge, doğrudan askeri müdahale veya güvenli bölge oluşturma; bütün bu talepler ABD’de karşılık bulmadı.
Mısır’daki darbe ve Suriye’deki iç savaşın derinleşmesiyle İhvan zayıflayınca, AKP daha radikal cihatçı alternatiflere yöneldi ve Ahrar-uş Şam adlı örgütü desteklemeye başladı. “Bayırbucak Türkmenleri”ne gönderildiği iddia edilip meşrulaştırılarak Suriye’ye “insani yardım” adı altında silahlar gönderilmeye başlandı.
Emperyalizmle işbirliği ve mezhepçilik
Son bir yıldır ise AKP’nin Suriye politikası esas olarak PYD’nin ilerleyişini engelleme amacı etrafında şekilleniyor. Kobanê günlerinde ABD’nin Türkiye’yi saf dışı bırakarak Kürtlere silah yardımı yapması üzerine, 2015 yazında hükümet, ABD’nin yörüngesine girerek İncirlik Üssü’nü emperyalist bombardımanın hizmetine sundu. IŞİD’i umursamayan tavrında değişikliğe gitti. Bir yandan ise bölgedeki en gerici rejimlerden biri olan Suudi Arabistan’la müttefiklik inşa etmeye başladı. Bu, AKP’nin, bölgedeki mezhepçi kırılmada Sünnilerin tarafındaki güçlerin ekseniyle bütünüyle birleşmesine yol açtı.
“Üst akıl” palavraları çöktü
Bugün gelinen durum ise şu: AKP, Gezi direnişinden sonra kendisine yönelik her muhalefeti uluslararası bir komplonun parçaları olarak tanımlamaya çalışıyordu. “Küresel vesayet”, “faiz lobisi”, “üst akıl” gibi pespaye kavramlarla gerekçelendirilmeye çalışılan bu sahte anti-emperyalizmin, bugün ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’la kurulan ittifaklarla büyük bir palavra olduğu açığa çıktı.
Üstelik, NATO’nun kendisine sahip çıkacağını düşünerek giriştiği Rus uçağı uçurma işinin sonucunda, AKP Suriye’deki inisiyatif alma girişimlerinin de boşa çıktığı bir durumla karşı karşıya kaldı. YPG’nin Fırat’ın batısına geçtiğinden haberi dahi olmayan Erdoğan’ın rejimi, herkesin müdahil olduğu Suriye’nin hava sahasında uçak uçuramaz hâle geldi. Irak’taki TSK varlığı kimse tarafından istenmiyor.
Ancak AKP’nin Ortadoğu saldırganlığı “uluslararası dengeler” ile durdurulamaz. Türkiye’de hükümetin bölge için planladığı savaşlara ve Kürt halkına yönelik katliamlara karşı güçlü bir savaş karşıtı hareket inşa etmek, Erdoğan-Davutoğlu ikilisini durduracak asıl faktör olacaktır.
AKP darbecilerin ve diktatörlerin dostu
AKP, iddia ettiğinin aksine, bölgedeki tüm darbecilerin ve diktatörlerin dostuydu ve hâlâ öyle. Askeri darbe rejimlerinin bulunduğu Madagaskar, Fiji, Moritanya, Tayland ve Sudan, AKP’nin müttefikleri. Esad, Arap Baharı’ndan birkaç ay öncesine kadar Erdoğan’ın “kardeşi” idi. Bugün AKP, Suud hanedanıyla stratejik işbirliği ilan etti. Siyonist İsrail rejimiyle ilişkiler “normalleşiyor”, Erdoğan “İsrail’e ihtiyacımız var” diyor. Türkiye ayrıca Mısır’daki Sisi cuntasıyla da “Teröre karşı İslam ittifakı” bünyesinde müttefik oldu.
Türkiye, Irak’ta istenmiyor
Irak Dışişleri Bakanı İbrahim el-Caferi, Türkiye’nin Başika’dan askerlerini çekmemesi durumunda Bağdat’ın askeri operasyonu düşünmek zorunda kalacağını söyledi.
Ankara, Irak’ın tepkisinin ardından Musul yakınlarında bulunan Başika Kampı’ndaki gücünü azaltmış, fakat askerleri tamamen geri çekmemişti. Irak Dışişleri Bakanı Caferi, Türkiye’nin yaklaşık 10 gün önce Başika Kampı’nda bulunan Türk askerlerini geri çekmeye devam edeceğini açıklamasını “doğru yönde atılmış bir adım” olarak nitelemişti.
Türkiye, Irak hükümetiyle krizin başından beri “Kalacağız” diyerek birliklerin işbirliği doğrultusunda gönderildiğini iddia etmişti. Irak hükümeti defalarca bunun aksi açıklamalar yaptı.
Başbakan Davutoğlu “Musul için desteğimiz sürecek” diyordu. Erdoğan ise Irak hükümetinin aksi yöndeki açıklamalarının ardından “Kuzey Irak’taki PKK varlığı”nı öne sürerek TSK askerlerinin gayrimeşru varlığını savundu.
Mültecilere karşı AB ile anlaşma
AKP, dış politikada yaşadığı sıkışıklığı aşma doğrultusunda AB liderleriyle de anlaştı. 3 milyar dolarlık yardım karşılığında, Suriyelileri Batı’ya salmama sözü verdi ve Ege denizinde ölüm yolculuğuna çıkmaya hazırlanan göçmenleri toplayarak kamplara yolladı. Suriyelilere ya buralarda insanlık dışı koşullarda yaşama ya da Suriye’ye geri gönderilme seçenekleri sunuluyor.
Erdoğan, “misafirlerimiz” dediği ve mültecilik statüsünü tanımadığı Suriyelilerden şimdi “Nasıl besleyeceğiz?” diye yakınıyor.
Arap Baharı’nda devrilenlerin ruh ikizi
AKP’nin Arap Baharı’na verdiğini iddia ettiği desteğin ne kadar sahte olduğu Gezi direnişiyle birlikte açığa çıktı. Tahrir veya diğer Ortadoğu başkentlerinden daha küçük ölçekte bir gösteri dalgasıyla karşı karşıya kalan Erdoğan, buna, Mübarek’ten Kaddafi’ye tüm diktatörlerin kullandığı argümanlar ve devlet terörüyle yanıt verdi. Gösterilerin “Batı komplosu” olduğunu ileri sürdü, direnen aktivistlere gaz bombaları yağdırdı, 8 kişinin ölümüne sebep oldu. Katil polisleri ise “Talimatı ben verdim” diyerek sahiplendi.
Kürtlerle anlaşmak varken içeride de savaş
AKP’nin bugünkü Suriye politikasının özünü Kürt düşmanlığı oluşturuyor. Bunu en net Kobanê’ye IŞİD’in saldırdığı günlerde görmüştük. ABD ile anlaşırken Türkiye’nin istediği YPG’ye verilen desteğin kesilmesi ve Kandil’i bombalama hakkının elde edilmesiydi. Erdoğan, Kürtlerin Suriye’de özerk bir bölge kurmasını engellemek için kantonların birleşmesine karşı elinden geleni ardına koymuyor. Türkiye’de ise buna paralel olarak çözüm sürecini durdurdu. Kürt illerini ablukaya aldı ve halk katlediliyor.