Solda çeşitli birlikler, cepheler, koalisyonlar kurmak sıkça denenir ve tartışılır. Bunlar çoğu zaman başarısızlıkla sonuçlansa da yararlı tartışmalardır. Sonuç olarak politika bizim gibi olmayanla yapılan bir şeydir, dolayısıyla dönüşümü sağlayabilecek geniş birliklerin tabanda kurulması çok önemli. Ancak bu birlikler tartışmasının zaman zaman örneklerini gördüğümüz burjuvaziyle de ittifak kurmaya yol açan yukarıdan uygulamaları da yok değil. 20. yüzyıl başlarında 1917 Ekim Devrimi’nin liderlerinden Vladimir Lenin ve Leon Troçki tarafından geliştirilen işçilerin birleşik cephesi tartışması ise günümüzde hâlen güncelliğini koruyor.
Dünya devrimini yaymak için birleşik cephe
Birleşik cephe taktiği Ekim Devrimi’ni izleyen yıllarda dünyadaki komünist hareketin tartışmaları içinde III. Enternasyonal’de yani kendilerini artık komünist olarak adlandıran devrimci Marksistler tarafından sosyal demokrasiden kopuşla kurulmuş olan Komintern’de şekillendi. Komintern, 1919 yılında kurulmuştu ve temel olarak reformizme karşıydı. İşçi hareketi içinde sistemin reformlar yoluyla düzeltilebileceğini savunan sosyal demokrat partilere karşı Komintern, Ekim Devrimi’ni bir dünya devrimine çevirmek istiyordu. 1922 yılında Komintern dünyadaki komünist partilere, sosyal demokrat partilerin tabanındaki işçilerle birlikte hareket edecekleri birleşik işçi cepheleri kurmayı önerdiğinde komünistlerin kafası fena hâlde karışmıştı. Daha birkaç yıl önce I. Dünya Savaşı’nda kendi egemen sınıflarını desteklemiş hatta Almanya’da devrimin bastırılmasında rol almış olan sosyal demokrasiyle niçin ittifak kurulacaktı ki?
Komintern’in 1922 yılında yayımlanan manifestosunda şöyle deniyordu:
“Komünist, sosyal demokrat veya sendikalist, hatta Hristiyan veya liberal sendikaların üyesi olsun, hiçbir işçi maaşının daha da düşürülmesini istemez. Hiç kimse daha uzun saatler çalışmak istemez. Bu nedenle herkes, işverenlerin saldırısına karşı ortak bir cephede birleşmelidir.”
Bunun anlamı devrimcilikten vazgeçmek değil, henüz devrimci fikirlere yakınlık duymayan işçi kitleleriyle tabanda bir araya gelmenin ve kazanmanın yollarını aramaktı. Ayrıca beraber mücadele içinde reformist liderliklerin ikiyüzlülüğünü işçi kitlelerine kanıtlamak ve onları komünist fikirlere kazanmak çok daha mümkündü. Dolayısıyla birleşik işçi cephesi taktiği işçi sınıfının çoğunluğunu devrimci fikirlere kazanmanın taktiğiydi. Komintern’in birleşik işçi cephesini benimsediği kongrenin sloganı “Kitlelere!” olmuştu.
Faşizme karşı birleşik cephe
Yaklaşık 10 yıl sonra Hitler etrafındaki Naziler Almanya’da yükselişe geçtiğinde birleşik işçi cephesinin önemi bir kere daha açığa çıktı. Artık Rusya’da Stalin öncülüğündeki bürokratik karşı devrim tarafından ele geçirilmiş olan Komintern dünyadaki komünist partilere sosyal demokrasinin aslında “sosyal faşizm” olduğunu anlatıyordu. Oysa işçi sınıfının ezici kitlesi sosyal demokratlar ve komünistler arasında ikiye bölünmüştü. Faşizmin yükselişini durdurabilecek olan temel güç bu işçilerin birleşik bir cepheyle yükselen harekete karşı koymasıydı. Karşı devrim tarafından Rusya’dan uzaklaştırılmış bulunan Leon Troçki bu dönemde komünist işçilere sesleniyor ve birleşik işçi cephesinin tek kurtuluş yolu olduğunu anlatıyordu:
“Komünist işçiler,
Faşizm iktidara gelirse, kafalarınızı ve omurganızı korkunç bir tank gibi ezip geçecektir. Kurtuluşunuz acımasız bir mücadelede yatmaktadır. Sadece Sosyal Demokrat işçilerle mücadele birliği zaferi getirebilir.”
İşçilerin tabandan birliği faşizmin iktidara gelişini kolaylıkla durdurma potansiyeline sahipti. Bu dönemde sadece Almanya’da Sosyal Demokrat Parti tabanında milyonlarca işçi bulunuyordu, komünistler ise 300 bin üyeye sahipti. Ancak faşizmin iktidarı ilk olarak ele geçirdiği İtalya’da Komünist Partisi’nin sekterliği, Almanya’da ise Stalinizmin “sosyal faşizm” politikası yüzünden birleşik işçi cepheleri kurarak faşizmin iktidara gelişi engellenemedi. Bedeli ödeyenler çoğunluğu işçi sınıfından oluşan milyonlarca insan olacaktı, hem sosyal demokratlar hem de komünistler bu süreçte imha edildi.
Faşizmin iktidara geldiği yıllarda Stalinizmin izlediği politika ise burjuvaziyi de içeren halk cepheleri kurmak ve işçi sınıfının potansiyelini burjuvazinin ellerine teslim etmek oldu. Bu sebeple 1936 yılında hem İspanya’da faşizme karşı hareket yok edildi hem Fransa’daki devrimci hareket teslim olmaya zorlandı.
Faşizm, birleşik cephe politikasının ortaya çıkmaması yüzünden iktidara geldi ancak bu dönemki tartışmalar bugüne hâlâ ışık tutuyor. Üstelik gelişmeler bize birleşik cephenin sadece taktik bir adım olarak değil stratejik bir yönelim olarak da önemli olduğunu gösteriyor. (1)
Peki ya bugün?
Günümüzde 1920’lerdeki gibi kitlesel işçi sınıfı partileri bulunmuyor ancak günümüzde kapitalizmin çoklu krizi, bizi belki de o yıllardakinden çok daha yakıcı bir şekilde iki seçenekle karşı karşıya bırakıyor: Ya sosyalizm, ya barbarlık!
Kapitalizmin derinleşen çoklu krizinin bugün geldiği aşamada pek çok ülkede aşırı sağ hareketler ve otoriter yönetimler yükseliyor. Bunlar neoliberal politikalar tarafından yaratılan umutsuzluğu göçmen düşmanlığı, toplumsal cinsiyet karşıtlığı, ırkçılık ve milliyetçilik temelinde örgütleyerek asıl olarak işçi sınıfının örgütlü gücünü kırmayı ve aslında neoliberalizmi derinleştirmeyi hedefliyorlar. ABD Başkanı Donald Trump, emperyalist politikaları bırakarak ABD içine yoğunlaşacağı propagandasıyla iktidara gelmişti ancak günümüzde İsrail’in soykırımı derinleştirdiği Gazze’yi bir sermaye merkezine çevirme politikası güttüğünü açıkça söyleyebiliyor. Türkiye’de neoliberal politikaların en kararlı uygulayıcısı olan iktidar bloğu, demokrasinin en küçük kırıntısını bile yok etmek üzere kendisi de neoliberal bir parti olan ana muhalefet partisi CHP’ye aralıksız bir şekilde saldırıyor.
Günümüzde birleşik cephe, işçilerin ve ezilenlerin bir ittifakı şeklinde ortaya çıkmak zorunda. Türkiye’de bunun özel anlamı bir yandan barış talep eden, bir yandan da 19 Mart ve izleyen süreçte ortaya çıkan kitle hareketi içinde kendini antikapitalist, milliyetçilik ve ırkçılık karşıtı, LGBTİ+’ların ve kadınları birliğini sağlamaya çalışan bağımsız bir sınıf hattını inşa etmeye çalışmak olacaktır.
- İtalya’da faşist rejim tarafından hapse atılan komünist lider Antonio Gramsci, içeride olduğu yıllarda devrimlerin yenilgisi ve faşizmin iktidarı üzerine uzun çalışmalar yapmış, birleşik cepheden yola çıkarak bir devrimci strateji olarak hegemonya teorisini geliştirmişti.