Digel Tekstil, patronları Alman olan bir aile şirketi. 10 yıllık bir geçmişe sahip, ilk kurulduğunda 150 kişiyle işe başlamış, ilerleyen yıllarda çalışan sayısını 250’ye ve hatta 450’ye kadar çıkarmış. Bu 10 yıllık süreçte şirket, servetine servet katmış tabi.
Komite kurduk, örgütlendik
Biz Digel Tekstil çalışanları olarak, 17 Ocak’ta bize uygun görülen yüzde 30’luk sefalet zammına karşı bir eylem gerçekleştirdik. Bu çok kısa süreli, bir saatlik bir direnişti. Talebimiz, yüzde 40’ın altında bir zam oranı olmaması, yani en az yüzde 10’luk bir farkla yüzde 40 zamdı. Ancak bu talebimiz önemsenmedi ve bir saatlik protesto süresince şirket yöneticilerinden herhangi bir olumlu dönüş alamadık.
Bu durum üzerine, içerideki öncü arkadaşlarımızla birlikte sendikalaşma kararı aldık. Anayasanın 51. maddesiyle güvence altına alınan sendikalaşma hakkımızı kullanarak, o bir saatin sonunda gerekli yetki sayısına ulaştık, hatta yüzde 60’a yakın bir oranla fazlasıyla geçtik. Bunun üzerine sendikamız (Tekstil İşçileri Sendikası), bakanlığa başvurdu ve yetkili sendika oldu. Aynı gün sendikalaşma sürecinin ardından kendi aramızda bir komite kurarak çalışma kararı aldık.
İşten çıkartmalara karşı direniş
17 Ocak akşamı, benim de içinde bulunduğum dört arkadaşımız haksız yere işten çıkarıldı. Bunun devamında, 4 Şubat’ta üç arkadaşımız daha işten çıkarıldı. Biz Digel işçileri olarak, işverenin barışçıl süreçle ve anayasal haklarımıza saygı duyarak toplu sözleşme masasına oturmasını talep ettik. “Biz Digel işçileri olarak kazanmak, kazandırmak ve üretmek istiyoruz” diyerek bir açıklama yaptık. İşverenin bir gün beklemesinin ardından, 5 Şubat ve 6 Şubat akşamlarında, yine hiçbir gerekçe gösterilmeden, kimisi 46., kimisi 49. maddeden haksız ve hukuksuz yere işten çıkarıldık.
İşçiler sendikadan vazgeçmedi
Biz o günden bugüne, yaklaşık 158 gündür ilk günkü mücadele ruhumuzla direnişteyiz. İçerideki arkadaşlarımız sağ olsunlar hala çoğunluk bizde ve dik duruyorlar. Üretimden gelen gücümüzü tamamen hukuka uygun bir süreçte kullanmaya çalışıyoruz. Dışarıda da biz aynı şekilde dik duruyor, “Haklıyız, kazanacağız” diyoruz. Çünkü biz ne iş yaptığımızın, buna karşılık Digel’in ne iş yaptığının farkındayız.
Bir takım elbise 900 Euro
Digel, Avrupa’nın her yerinde kendi mağazaları olan bir firma ve burada takım elbise dikiliyor. Bir takım elbisenin fiyatı 900 Euro. Bu, iki kişinin tüm maaşlarını, SSK, yol, sigorta, prim gibi tüm masraflarını karşılayabiliyor. Hatta yarım günlük bir takım elbise parasıyla 450 kişinin maaşları ödenebiliyor, yani 29,5 gün kendileri kârda kalıyor. En başta da dediğim gibi, zenginliklerine zenginlik kattılar. Biz sadece o pastadaki payımızdan biraz daha fazlasını istediğimiz için tüm bunlar yaşandı. Aslında işçi sınıfı daha yoğun ve kalabalık. Onları çok affedersiniz ama, birleşsek tükürüğümüzle boğarız. Biz ne yaptığımızın farkındayız, haklıyız ve kazanacağız. Kazanana kadar da onları toplu sözleşme masasına oturtana kadar burada duracağız. Teşekkür ederim
Kadın çalışanlara mobbing uygulanıyor
Bir diğer işçi ise bize şu önemli noktaları aktardı:
Fabrikanın yüzde 85’i kadın çalışanlardan oluşmaktadır. Onlara yapılan mobbing ve baskı biz erkek çalışanlardan çok daha fazla. Kadın oldukları için regl günlerinde ekstra tuvalete gitme ihtiyaçları oluyor. Bu durum çok fazla dillendiriliyor, insanların içinde hakaret edilip aşağılanarak ikinci kez tuvalete gitmemeleri söyleniyor.
Hamile olan kanıtlamak zorunda!
İçerideki kadın arkadaşlara yönelik mobbing şu şekilde: Hamile olan arkadaşlarımız var. Onlara farklı şekilde konuşmalar oluyor. Ayrıca hiçbir ayrımcılık gözetmiyorlar, aynı performansı istiyorlar. Normalde hamile olan bir insanın normal çalışan gibi performans vermesi çok olanaklı değil ama hiçbir şekilde pozitif bir ayrımcılık yapmaksızın çalıştırıyorlar. Hamile olan arkadaşlara ekstra bir servis güzergahı da yok. Bir buçuk saat evvel işten çıktıkları halde kendi imkanlarıyla fabrikadan çıkıp evlerine gitmek zorunda kalıyorlar.
Bunların haricinde, insan kaynaklarındaki arkadaşımız, “Hamileyim, rapor alacağım” diyen insana “Hamile olduğunuzu görmem gerekiyor, aldığınız radyasyon veya ultrason görüntüsünü görmemiz gerekiyor” gibi farklı söylemlerde bulunuyor. Hiçbir şekilde içeride çalışan arkadaşlarımıza inanıp güvenmiyorlar, belge istiyorlar.
Bir prim sistemimiz var: Üç ay gibi bir süreçte 6.000 liralık “süper verimlilik primi” adı altında bir prim sistemi var. Ancak bu prim sisteminden faydalanmak için beş dakika bile geç kalmamak gerekiyor. Bu da imkansız gibi bir şey. Fabrikada 450 çalışan var ama bunu alabilen şu ana kadar kimse yok. Çünkü bir hastası oldu, bir beş dakika geç kalabiliyor. Yani fabrika, robot şeklinde insanları çalıştırıp sömürmeye devam ediyor.
10 senelik bir fabrika. İlk kurulduğunda 150 kişiyle başlamış bir fabrika. Şu an 450 kişiye yakın çalışanı var ve kârlarına kâr ekleyerek devam ediyorlar. Ama işçiye verdikleri önem anlattığımız gibi çok kötü.
Koşullar berbat, güvenlik sorunu var
Koskoca fabrikada sadece iki tane su sebili var, birisi çalışmıyor. Sürekli sıcak su içmek zorunda kalıyor insanlar, yaz sıcağında. Ancak müdürlerin odalarında veya beyaz yakalıların gezdiği yerlerde altı tane su sebili var. On kişiye yapılan kıyakla 450 kişiye yapılan ayrımcılık zaten gözler önünde. Bu on kişi istediği gibi soğuk suyunu içebiliyor.
Ayrıca, 450 kişinin sadece üç kişilik bir tuvaleti kullanıyor. Bunların da iki tanesi çalışır vaziyette değil. Klozet kapakları yok, taharet muslukları bozuk. İnsanlar hiçbir şekilde kullanamıyor. Tuvalete gittiğinde on dakikayı geciktirdikten sonra yönetimden baskı görüyoruz: “Niye geç kaldınız?” Zaten gittik, tuvalete giremedik, iki tane tuvalet bozuk, orada sıra bekliyorsun. Tekrar geliyorsun, mobbinge maruz kalıyorsun. Tekrar gittiğinde bir toplantı yapılıyor, “Sürekli tuvalete gitmeyeceksiniz, molalardan 15 dakika evvel tuvalete gitmek kesinlikle yasak” şeklinde söylemler çalışma ortamını çok geriyor. İçerideki arkadaşlarımız da halen gergin.
Biz bu yüzden sendikalı olmak istedik. Sendikalı olduk, yetkiyi aldık ama bize karşı şu anda işe iade davaları açıldı. Bize karşı herhangi bir dönüş yok. İşe iade davasını yanlış bir mahkemeye (Ankara’ya) açmaları süreci uzattı. Ankara’dan İzmir’e gelmesini bekliyoruz. İnşallah kısa zamanda sonuçlanır.
Şirketin iş sağlığı ve güvenliği anlayışı sıfır
İş sağlığı ve güvenliği konusunda da sorunlar yaşanıyor. İçeride bir tane iş sağlığı ve güvenliği uzmanı var. Ama ona söylediğimiz zaman bazı şeyleri, “Tamam, ben yukarıya iletiyorum” diyor. Tekrar gördüğümüzde sorduğumuzda, “Yukarıya söyledim ben, onlardan gelecek bilgiye göre yapılacak” diyor. Yani o tek başına bir şeyler yaptıramıyor.
İçerisi sıcak. Normalde havalandırma sistemi zaten çok zayıf. Defalarca söylememize rağmen “düzelteceğiz, düzelteceğiz” diyorlar. Tuvaletlerde bir havalandırma yok, tuvaletler leş gibi kokuyor sabah, girmek imkansız. Dediğim gibi, tuvaletlerin zaten çoğu arızalı. İki bölümde tuvalet var ama beyaz yakalıların ve üst yönetimin tuvaletleri farklı.
Onlar dediğim gibi on kişi ama dörder, beşer kişilik tuvaletleri var. 450 kişiye sadece iki bölümde ayrı ayrı üçer kişilik tuvalet var ve çalışan insanlar zaten kullanamıyor.
Yani güvenli, hijyenik bir ortam yok. Kadınlarınki daha da kötü. Biz oraya hiç girmedik, bilmiyoruz ama anlatıyorlar. Klozet kapakları yok, leş gibi pislik içinde. Defalarca söylenmesine rağmen yapılmadı. Sorun bu şekilde.