Göçmenlerle dayanışmaya

Kendi ülkelerinden zorunlu sebeplerle ayrılmak durumunda kalan sığınmacılara tüm sınırlar açılmalıdır.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (United Nations High Commissioner for Refugees / UNHCR) resmi sitesinde bulabileceğimiz üzere, tam adı “Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme” olan 1951 Cenevre Sözleşmesinde mülteciler “Irkı, dini, milliyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi görüşü nedeniyle zulüm görme konusunda haklı bir korkuya sahip olan, vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu korku nedeniyle o ülkenin korumasından yararlanamayan ya da yararlanmak istemeyen kişi; veya vatandaşı olmadığı hâlde, daha önce sürekli ikamet ettiği ülkenin dışında bulunan ve bu korku nedeniyle oraya geri dönemeyen ya da dönmek istemeyen kişi” olarak tanımlanmıştır.

1951 Sözleşmesi’nin en temel ilkesi “Geri göndermeme (non-refoulement) ilkesi; bu ilke, bir mültecinin hayatı veya özgürlüğü açısından ciddi tehditlerle karşı karşıya olduğu bir ülkeye geri gönderilmemesi gerektiğini savunur” olarak belirtilmektedir ve ilk olarak Avrupalı mültecilerin korunması ile sınırlı bırakılmıştır. 4 Ekim 1967’de kabul edilen 1967 Protokolü ile zaman ve coğrafi sınırlar ortadan kaldırılarak, evrenselleşecek şekilde genişletilmiştir.

Uluslararası hukuk, sığınmacıların “mülteci statüsü”ne sahip olarak korunmalarını ve haklardan yararlanmalarını garanti altına almayı hedefler. Bu sözleşme ve ek protokol ile, mülteci statüsündekilerin sınır dışı edilmemeleri, yani kendileri için tehdit oluşturan, zulme uğradıkları ya da uğrama ihtimali bulunan ülkeye geri gönderilmemelerini sağlanmak amaçlanmıştır. Sözleşme ile sağlık hizmeti, eğitim, barınma ve gıda gibi temel ihtiyaçların yanı sıra, çalışma hakkı, aileleriyle bir araya gelme hakkı, hukuk önünde eşitlik, ayrımcılık yasağı, sosyal güvenlik hakkı, idari yardım, seyahat özgürlüğü, dini özgürlük gibi insan onuruna uygun yaşama şartlarını oluşturan tüm temel haklar tanınır.

Ancak Türkiye, bu sözleşmeye taraf olurken “coğrafi sınırlama” çekincesi koyarak taraf olmuştur. Bu çekince, sadece Avrupa’dan gelecek kişilere mülteci statüsü vermek anlamına gelmektedir ki bu durum Avrupa dışından gelenlere “şartlı mülteci” (üçüncü ülkelere iltica etmek şartı) ya da “geçici koruma” (sözleşmedeki mülteci statüsünden farklı olarak sadece temel ihtiyaçların karşılanması ve belirli haklardan yararlanma) gibi farklı statüler uygulamasına neden olur. Oysa sözleşmede mültecilik hakkı coğrafi bir sınırlamaya tabi tutulmamaktadır.

Tüm dünyada yaşanan iklim krizi, savaşlar ya da ekonomik kriz, geçinememe gibi sebeplerle ülkesini terk etmek zorunda kalan kişi sayısı her geçen gün artarken, sadece Türkiye’de değil, farklı ülkelerde de mülteci hakları giderek kısıtlanmaktadır. 14 Mayıs 2024’te resmen kabul edilen AB Göç ve Sığınma Paktı ile AB Devletlerine sığınmacı akınını sınırlamak, Avrupa dış sınırlarını “güçlendirmek” paktın esas amaçlarıdır ve sığınmacıların geri yollanması prosedürünü de içerir.

Sınırlı kabul ve geri gönderme içeren bu pakt ile sığınmacıların hayatları tehlikeye atılmaktadır. Kendi ülkelerinden zorunlu sebeplerle ayrılmak durumunda kalan sığınmacılara tüm sınırlar açılmalıdır. Herkesin hak ettiği insanca bir yaşam için, tüm dünya “dayanışma” sergilemek zorundadır.

Dila Ak

son yazıları

Marksizm 2025: Mücadele varsa umut da var
Pankarttaki cinsiyetçi mesaj kabul edilemez
Gözaltılar, tutuklamalar bizi yıldıramaz

ilginizi çekebilir

buca-belediyesi-isci
Buca Belediyesi işçilerinden bildiri: "Neden iş bıraktık"
indir (1)
Trump’ın “sonsuz savaşlara” son vermekteki başarısızlığı, büyük bir gücün gerilemesinin belirtisi
sarachane-eylemi-6inci-gun-1
Demokratikleşme için mücadele devam etmeli