23 Nisan 2025 günü 6.2’lik bir depremle sarsılan İstanbul, 1999 yılından bu yana sıklıkla hatırladığı deprem gerçeğiyle bir kez daha yüzleşmek zorunda kaldı. Yaklaşık 16 milyon nüfusu olan bir kentin, üstelik ülkenin tüm hizmet ve sermaye merkezlerinin toplandığı bir kentin, olası yıkıcı bir depreme asla hazır olmadığı da bir kez daha hatırlanmış oldu.
En son 2023 Maraş depremleri ile gündeme gelen, doğal afetlerin insan kaynaklı yıkımlara ve felaketlere nasıl dönüştüğü gerçeğini İstanbul metropolü için düşündüğümüzde ortaya çıkan senaryolar, çok sayıda kayıp ve yerinden edilmenin yanı sıra, ülkenin pek çok alanda uğrayacağı yıkımın da başlangıcı olarak yorumlanıyor. Her yıkıcı depremin ardından mikrofon uzatılan uzmanlar, her seferinde aynı bilimsel yaklaşımla, depremin yıkım yaşandıktan sonra değil, öncesinde konuşulması ve hazırlık yapılması gereken doğal bir süreç olduğunu anlatıyorlar. Potansiyel doğal afetlere hazırlıklı olmak için gerekli olan uzun soluklu projeksiyonlar ve sabırlı ve kararlı bir tutum yerine çoğunlukla kısa vadede kar elde etmeye odaklı kapitalizm, sağcı hükümetler ile bir araya gelince, elimizdeki mevcut durum da her an felaketler ile burun buruna yaşamamıza sebep oluyor.
Felakete dönüşen tüm doğal afetlerin ardından söylendiği gibi; doğayı bir kapitalist kaynak olarak ele alıp onu sömürerek kar elde etme hırsı, yeryüzünün tamamını yaşanmaz hale getirmek üzere. Ormanların, tarım arazilerinin, doğal su havzalarının yapılaşmaya açıldığı, kaçak yapılaşmanın düzenli aralıklara affedilerek yasal statüye getirildiği bir kentsel ve ülkesel fiziksel planlamada, sağlıklı çevrelerde yaşama hakkını savunmak da keskin bir siyasi mücadelenin ana hatlarından bir haline geliyor.
AKP’nin kısa vadeli, rant odaklı kentsel ve ekonomik politikaları hepimizi felakete sürüklüyor
İstanbul’a yapay bir boğaz kanalı açarak kenti parçalayan ve doğal kaynaklardan ulaşıma kadar her alanda korkunç sonuçlar doğuracağı hemen her kesim tarafından dile getirilen, İstanbul’da yaşayan hiçbir ferdin istemediği Kanal İstanbul projesinin, tüm net itirazlara rağmen ısıtılıp ısıtılıp yeniden önümüze getirilmesi, AKP’nin kısa vadeli, rant odaklı kentsel ve ekonomik politikalarının en tipik örneklerinden biri. Her felaketi bir çeşit fırsata çevirmeye çalışan bu zihniyet, Maraş depremleri sonrasında yayımladığı acil kararnameler ile nasıl tüm doğal ve özel mülkiyetli alanlar üzerinde tasarruf etme yetkisini kendisine tanımladıysa, İstanbul depremi söz konusu olduğunda da 20 yıldır dişe dokunur tek çalışma yapmamasına rağmen, hala hiçbir sorumluluğu almamakta ve kenti felakete sürükleyecek yeni rant projelerini savunmakta ısrar ediyor.
Her bir kentlinin güvenli barınma hakkı, sistematik bir çalışma ile 1999’dan bu yana gayet başarılabilecek bir hedefken, bugün hala tam olarak envanteri çıkarılmamış milyonlarca hane, belirsiz geleceği içinde, bir taraftan ekonomik kriz ile boğuşurken bir taraftan da her an yıkılabilir olduğunu bildiği konutlarda sıkışıp kalmış durumda. Kaynaklar, İstanbul’da yaklaşık 600 bini çok riskli olan, toplamda ise 1,5 milyon konutun dönüşmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Bu dönüşüm ve depreme hazırlık, sadece yapıların değil, tüm altyapı – ulaşım sistemlerinin dirençli bir kentin oluşturulması için elden geçirilmesi ve mikro düzeyde planlamayla hassas bir şekilde, uzun soluklu bir çalışma ile başarılabilir bir hedef olmasına rağmen, İstanbul hala her geçen gün, olası bir depreme daha da hazırlıksız olduğu gerçeği ile yüzleşiyor.
1999 depremi sonrasında kent içindeki toplanma alanlarının sayısı 470 iken, bugün bu sayının yaklaşık 70 olduğunu görüyoruz. Pek çok kent içi toplanma ve geçici barınma alanı olarak belirlenmiş alan, imtiyazlı projeler ile bugün belli başlı şirketlerin yapılarının yükseldiği birer proje alanına dönüşmüş durumda. Olası bir afet anında hemen çıkılıp kaçılabilecek, her mahallede bulunan erişilebilir acil toplanma alanlarından farklı olarak geçici barınma alanları, belli bir nüfusun belirli bir süre kalabileceği altyapı olanaklarına sahip, özel olarak ayrılmış alanlar anlamına geliyor. Bu alanların büyük kısmında bugün özel projelerin yükseldiğini görüyoruz.
Benzer şekilde İstanbulluların yüksek bir oy oranıyla iki kez üst üste seçmiş olduğu Belediye Başkanı ve özellikle kentsel dönüşüm-depreme hazırlık-erişilebilir konut üretimi konularında aktif politika ve proje üreten pek çok kent plancısı çalışanı cezaevinde. Bu durumun kendisi bile, kentin dirençli, sağlıklı bir kent olması hayali ile her bir toprak parçasını olabilecek en kısa sürede dolaşıma sokmayı hedefleyen rant temelli bir yaklaşımın arasındaki farkı en sembolik düzeyde gösteriyor.
Kapitalizmin her felaketi bir fırsata ve kar elde edeceği bir senaryoya dönüştürme özelliğini biliyoruz. Kentte halihazırda barınamayanlar, temiz ve ücretsiz suya erişemeyenler, seçim hakları ellerinden alınanlar ve her an katledilme-toplatılma tehdidiyle yüzleşen insan dışı kent sakinleri olarak, anti-kapitalist ve gerçekçi bir hayalin inşasında hep birlikte mücadele etmemiz gerekiyor. Hatay’da yok edilen zeytinliklerden İstanbul’a açılmak istenen yapay kanala kadar, felaketlerden kar elde etmeyi ve bunu sürekli kılmak için de sürekli yeni felaketlere zemin hazırlamayı birincil görevi yapanlara karşı birleşik bir mücadelede birlikte yer almalı, önce yaşam sonra da sağlıklı çevreler için en geniş yan yanalığı birlikte örmeliyiz.
Esra Akbalık