Şaşırtıcı olmayan bir biçimde, devletin farklı pozisyonlardaki sözcüsü olan ‘devletlû’, gün aşırı açıklama yapmaya başladı. Açıklamalarda da yeni bir şey yok elbette, giriş cümleleri farklı olsa da sonuç olarak soykırımın inkârı noktasına geliniyor, sanki tekdüze ve herkesi de kapsayan bir tarihten ya da kültürden bahsetmek mümkünmüş gibi, tertemiz ‘tarihimiz’den, ‘kültürümüz’den bahsediliyor…
Bu inkâra çok uzun yıllar boyunca pek çok taraftar bulabildiler. Ancak bugünün dünyasında, erişilebilen bilgiler ışığında, bu söylemlerin hiçbir karşılığı yok; ne olup bittiği, devlet aklının egemen zihniyetinin manipülasyonlarının dışında kalabilen herkes için oldukça nettir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Meclis başkanı Çiçek’e, neredeyse bütün bakanlardan Diyanet İşleri Başkanı’na değin uzanan bir yelpazeden, yaklaşık olarak aynı cümlelerle soykırım üst perdeden inkâr edilmeye devam ediliyor. Buna Agos, son sayısındaki manşetinde haklı bir adlandırmayla “İnkârın cinnet hâli” demiş. Zira gerçekten de, bu kadar kişinin ısrarla ve ısrarla gerçekleri eğip bükme denemesinin, sağlıklı bir düşünüş biçimine, düzenli bir zihin dünyasına işaret etmediği görülüyor. Yüzleşmekten kaçmanın en ‘kolay’ yolu, söylenen şeyin olmadığını en güçlü bir biçimde inkâr etmekten geçiyor. Ermeni Soykırımı’nın 100. yılında oluşacak uluslararası gündemi, ‘yavuz hırsız’ tarzında bastırarak geçiştirmenin yollarını arıyorlar. Fakat bu ‘mızrak’ın bu çuvala sığma ihtimali kalmamıştır. Devlet artık 100. yılında soykırımla yüzleşmek, soykırımı tanımak ve bu tanımanın gerekliliklerini yapmak zorundadır.
Bizim burada bakacağımız ve umut göreceğimiz yer, elbette ki X ülkesinin devlet başkanı, Y ülkesinin meclisi ya da Z birliğinin önerileri değildir. Biz devleti, aşağıdan yükselen mücadelenin dinamiği ve basıncıyla bunları kabul etmeye zorlarız, adım attıracak olan şey de tam olarak budur. Hrant Dink’in cenazesinin arkasında yürüyen yüzbinlerce insan, her sene öldürülüş yıldönümünde başta İstanbul olmak üzere pek çok kentte yürüyüş yapan on binler, 5 yıldır İstanbul’dan İzmir’e, Adana’dan Bodrum’a kadar farklı kentlerde 24 Nisan anması yapan insanların mücadelesi, bütün bunları sağlayabilecek potansiyel gücü içerisinde barındırmaktadır.
Özgürlük ve demokrasi mücadelesi, yeni bir siyasal tahayyül açısından, bu kabul ve inkâra da son verilmesi elzemdir. İnanılmaz bir sığlık ve hafifliğin de ürünü olan bu politik hat, çoktan layık olduğu yere, yani tarihin çöplüğüne doğru gitmektedir. Tam da bu noktada, konuyla ilgili son yazısında meselenin özünü anlatan Erik Jan Zürcher’e kulak verelim: “Soykırımı tanıma sadece Ermeniler için değil, Türkiye için de önemlidir. Taner Akçam’ın çok önceden söylediği gibi, eğer Türkiye daha demokratik, rahat ve hümanist bir ülke olmak istiyorsa soykırımla yüzleşmek zorundadır.”
Ziya Dinçsoy