“Elbet değişir bu rüzgârın yönü”

İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi LGBTİ+ Hakları Komisyonu, 2025 Onur Haftası çağrısını yaptı.

Çağrının tam metni:

“Elbet Değişir Bu Rüzgârın Yönü: Kurulan Bu Karanlık, Onurla Dağılacak!

Haziran ayı, 1969 yılında New York’ta, Stonewall Inn isimli bir barda polis baskınına karşı direnen LGBTİ+’ların başlattığı isyanın yıldönümüdür. Bu direniş, yalnızca bir barın içindeki karşı koyuş değil, sistematik baskıya, aşağılamaya ve kriminalleştirmeye karşı yükselen bir kolektif çığlıktır. Bugün dünya genelinde Onur Ayı olarak anılan bu dönem, bir kutlamadan öte, tarihsel bir mücadele mirasının devamı olarak görülmektedir.

Türkiye’de ise Onur Ayı, ne yazık ki her yıl artan baskılar, yasaklamalar ve LGBTİ+’ların kamusal alanda görünürlüğünü hedef alan kriminalleştirme girişimleri eşliğinde karşılanmaktadır. Son olarak basına yansıyan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulması planlanan yasa teklifinde, “hayasızca hareketler” başlığı altında LGBTİ+ varoluşunu hedef alan düzenlemeler yer almaktadır. Bu girişim, LGBTİ+’ların kamusal mevcudiyetini “toplumsal ahlak” kisvesi altında bastırmayı; görünürlüğünü ise suç haline getirmeyi amaçlamakta, anayasal eşitlik ilkesine, ifade özgürlüğüne ve insan onuruna açıkça aykırılık teşkil etmektedir.

Nefret söyleminin yasal düzenlemelere konu edilmesi, yalnızca hukuk devleti ilkesini değil; devletin tarafsızlık yükümlülüğünü ve herkesin yaşam hakkına eşit mesafede olma sorumluluğunu da ihlal etmektedir. “Toplumsal ahlak” gibi muğlak gerekçelerle belirli kimlik gruplarının kriminalize edilmesi, anayasal eşitlik ilkesini fiilen askıya almakta; LGBTİ+’lara yönelik sistematik dışlamayı yasal zemine taşımaktadır. Hukuk, bir grubun yaşam hakkını tehdit eden çoğunluk hassasiyetlerine değil, herkesin insan onuruna dayalı varoluşuna dayanmalıdır.

Bu bağlamda LGBTİ+’ları “makbul olmayan” ve “tehdit” olarak ayrıştıran her türlü söylem ve yasa girişimi, yalnızca bu gruba değil; birlikte yaşama iradesine, toplumsal barışa ve demokratik hukuk düzenine yönelmiş açık bir saldırıdır.

Bu tür düzenlemelerin ve söylemlerin, yalnızca hukuki güvenceleri aşındırmakla kalmayıp, LGBTİ+’ları toplumla karşı karşıya getiren tehlikeli bir ikilik yarattığı açıktır. Siyasal sorumluluk taşıyan kişi ve kurumların, LGBTİ+’ları “aile düşmanı”, “ahlak bozucu” veya “toplumsal tehdit” olarak kodlayan ayrımcı diline derhal son vermesi gerekmektedir. Bu nefretin bedeli, Ahmet Yıldız’ın, Roşin Çiçek’in ve daha nicelerinin yaşamıyla ödenmiştir. Devlet, LGBTİ+’lara yönelik bu nefret söylemine ve toplumu ayrıştıran politik diline derhal son vermelidir.

Devletin temel görevi, anayasa ve uluslararası insan hakları normları çerçevesinde tüm yurttaşlarına eşit ve ayrım gözetmeyen bir yaklaşım sergilemektir. Bu sorumluluk, yalnızca yasalarla değil; uygulanan dil, politika ve tutumlarla da belirginleşir. Örf, adet, dini inanç veya toplumsal hassasiyetler gibi gerekçelerle LGBTİ+’ların hedef haline getirilmesi, kamu gücünün tarafsızlığına gölge düşürmekte; toplumsal barışı zedelemektedir. LGBTİ+’lara yönelik sistematik nefret söylemi, yalnızca ayrımcılık üretmekle kalmamakta; bu grubu yaşamsal risklere açık, korunmasız ve kırılgan hale getirmektedir. Bu gerçeklik, Ahmet Yıldız’da, Roşin Çiçek’te ve daha nicelerinde ete kemiğe bürünmüş, telafisi mümkün olmayan kayıplarla kendini göstermiştir. Yaşam hakkı, hukuk düzeninin en temel ve en dokunulmaz ilkesidir. Devletin, bu hakkı açıkça tehdit eden nefret söylemine zemin hazırlayan her tür sorumsuz tutumdan derhal vazgeçmesi bir zorunluluktur.

LGBTİ+’lara yönelik Türkiye’deki hak ihlalleri, yıllardır süreklilik arz eden, yapısal ve çok katmanlı bir nitelik taşımaktadır. Kamusal alanda ifade özgürlüğü sistematik biçimde kısıtlanmakta; Onur Yürüyüşleri ve LGBTİ+ etkinlikleri, valilik ve kaymakamlık kararlarıyla hukuka aykırı şekilde yasaklanmaktadır. Kolluk güçlerinin bu yasakları orantısız şiddetle uygulaması ise cezasızlık zırhıyla korunmakta; gözaltılar, fiziksel müdahaleler ve ayrımcı muamele, LGBTİ+’ların en temel haklarını ihlal etmektedir.

Eğitim, sağlık ve istihdam alanlarında ayrımcılık görünmez kılınmakta; devletin resmi kurumlarında LGBTİ+’lara karşı açıkça önyargılı tutumlar sergilenmekte, kimi zaman kamu görevlileri doğrudan ayrımcı söylemlere başvurmaktadır. Bu ihlaller yalnızca bireysel travmalara yol açmakla kalmamakta; aynı zamanda LGBTİ+’ların hukuk önünde eşit yurttaşlık statüsünü fiilen ortadan kaldırmaktadır.

Son olarak, Türkiye’de LGBTİ+ hareketinin en köklü örgütlerinden biri olan Kaos GL’nin internet sitesine getirilen erişim engeli, bu baskının dijital alanda da sürdüğünü açıkça göstermektedir. Sansür yoluyla LGBTİ+’ların bilgiye erişimi ve ifade özgürlüğü hedef alınmakta, örgütlü mücadelenin kamusal görünürlüğü bilinçli biçimde bastırılmaktadır.

LGBTİ+’lara yönelik bu dışlayıcı, kriminalleştirici ve düşmanlaştırıcı yaklaşım, Türkiye siyasi tarihinde başka toplumsal kesimlere yöneltilmiş benzer politikaları hatırlatmaktadır. Geçmişte Kürt halkı da “tehdit”, “bölücü”, “makbul olmayan vatandaş” olarak yaftalanmış; dilinden, kimliğinden, varoluşundan dolayı yıllarca inkâr ve imha politikalarına maruz bırakılmıştır. Bugün LGBTİ+’lara yönelen nefret dili de benzer bir tek tipleştirme arzusunun, devlet eliyle yürütülen sistematik bir yok saymanın tezahürüdür. Tıpkı Kürtlere yönelik uygulamalarda olduğu gibi, LGBTİ+’lara yönelik politik söylemde de varoluşun meşruiyeti sorgulanmakta; temel haklar, kimliğe göre tanınıp tanınmama sınavına tabi tutulmaktadır. Bu benzerlik, hukuki olduğu kadar tarihsel bir sorumluluğu da beraberinde getirmektedir: Devlet, farklı kimliklere yönelttiği bu baskıcı düzenekleri terk etmeli; geçmişin inkarcı politikalarının yeni biçimlerde tekrarına izin vermemelidir.

Bu çok yönlü ve yapısal hak ihlallerine karşı etkili bir mücadele yürütmek amacıyla, İnsan Hakları Derneği İzmir Şube çatısı altında LGBTİ+ Hakları Komisyonu kurulmuştur. Komisyon; cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim temelli ayrımcılığı belgelemek, görünür kılmak ve bu alandaki hak savunuculuğunu güçlendirmek amacıyla çalışmalarını yürütecek; izleme, raporlama, farkındalık ve savunuculuk faaliyetleriyle LGBTİ+’ların insan haklarına eşit erişimini sağlamak için görev üstlenecektir.

ÇAĞRIMIZDIR:

İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi olarak; cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim temelli ayrımcılığı meşrulaştıran her türlü söylemin, yasal düzenlemenin ve uygulamanın karşısında olduğumuzu; insan haklarının evrensel ilkeleri, eşit yurttaşlık hakkı ve insan onurunun korunmasından yana tavrımızı kararlılıkla sürdüreceğimizi kamuoyuna saygıyla bildiririz.

Basına yansıyan ve ayrımcılık yasağı ile bağdaşmayan hükümler içeren yasa teklifinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine dahi alınmaması; anayasal eşitlik ve özgürlük ilkelerinin korunması bakımından yalnızca hukuki değil, aynı zamanda toplumsal barış açısından da zorunludur.

Devleti, LGBTİ+’ların yaşam hakkını doğrudan tehdit eden bu sorumsuz söylem ve girişimlerden derhal vazgeçmeye; tüm yurttaşları kapsayan eşitlikçi ve hak temelli kamu politikaları geliştirmeye davet ediyoruz.

Ve unutulmamalıdır:

“elbet değişir bu rüzgârın yönü”
“sokaklar bir gün geri verir bizden aldıklarını”
—Arkadaş Zekâi Özger”

son yazıları

Zeytin ağaçları bir avuç şirket için yok edilecek
ABD defol! Tek yol küresel intifada
İstanbul ve İzmir'de protestolar: "Katil İsrail, katil ABD"

ilginizi çekebilir

116937
Zeytin ağaçları bir avuç şirket için yok edilecek
IMG_20250623_191013_009
ABD defol! Tek yol küresel intifada
WhatsApp Görsel 2025-06-23 saat 19.42
İstanbul ve İzmir'de protestolar: "Katil İsrail, katil ABD"