Yaptığı konuşmanın videosu viral olduktan sonra gözaltına alınan ve tutuklanarak 35 gün boyunca Sincan F Tipi hapishanesinde tutulan Enes Hocaoğulları çıkarıldığı ilk duruşmada savcının talep etmesinin ardından mahkeme adli kontrol şartıyla tahliye kararı verdi.
Unikuir Derneği, LGBTİ+ aktivistleri, uluslararası gözlemciler ve DSİP temsilcilerinin katıldığı duruşmada çıkan karar sevinç yarattı.
Hocaoğulları hakkında kesinleşmiş karar 23 Şubat 2026 günü verilecek.
Savunma
Enes Hocaoğlulları’nın mahkemede yaptığı savunmanın tam metni:
- Sayın Hakim, ben süreci kronolojik olarak açıkladığım ve iddianameyi incelediğim bir savunma hazırladım. Yüksek müsadenizle kendimi böyle savunmak isterim.
- Kendimi tanıtarak ve 19 Mart’taki barışçıl protestolarla başlayıp 27 Mart’taki konuşmama uzanan dönemi anlatarak giriş yapmak istiyorum. Üniversitede Psikoloji ile Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümlerinde okurken yerel, ulusal ve uluslararası insan hakları kuruluşlarında gönüllü faaliyetler yürüttüm. Avrupa Konseyi ile de bu dönemde tanıştım. Mezun olduktan sonra bir insan hakları kuruluşunda Uluslararası Savunuculuk ve Kaynak Geliştirme Koordinatörü olarak tam zamanlı çalışmaya başladım. O zamandan beri bu maaşlı ve sigortalı pozisyonda çalışırım. Görevim dahilindeki sorumluluklarım Türkiye’deki insan hakları gündemini takip etmek, güncel gelişmeleri raporlamak ve gerek diplomatik misyonlarla gerek de Türkiye’nin üye olduğu uluslararası kuruluşlarla savunuculuk görüşmeleri yapmaktır. Mesleğim gereği her ay iş seyahatleri için yurt dışına çıkarım.
- İstanbul Büyükşehir Belediyesine ve Başkanına yönelik operasyonlarla başlayan süreci hem mesleki bir gereklilik hem de bir vatandaş olarak yakından takip ettim. 19-21 Mart tarihlerinde CHP’nin Ankara/Merkez’de valilik izniyle düzenlediği mitinglere katıldım. Bu barışçıl protestolarda yasadışı hiçbir eylemde bulunmadım, bulunulduğunu da görmedim. Buna rağmen kolluk kuvvetleri TOMA’larla tazyikli su sıktı ve dağılmakta olduğumuz yöne göz yaşartıcı ve solunum zorlaştırıcı gazlar fırlattı. Polislerin ellerinde yüksek ses çıkaran bir tür silah vardı. Çevrede gazlar nedeniyle yoğun solunum sıkıntısı çekip yere yığılanlar ve bu silahların mermisi (sonradan yine medya kanallardan gördüğüm üzere sıradan ateşli silah mermileri değil, beyaz renkli yuvarlak bilye gibi mermilerdi bunlar) isabet ettiği için şişkin morlukları olanlar vardı.
- Kendi gözlerimle gördüğüm bu olayların yanı sıra süreci sosyal medyadan da takip ettim. İşkence ile gözaltına alınan barışçıl protestocuların videolarını izledim. Sosyal medyada avukatların, müvekkillerinin çıplak aramaya tabi tutulduğuna dair açıklamaları vardı. Mesleğim gereği içinde bulunduğum insan hakları savunucularının bulunduğu ağlarda bazı şüphelilere çıplak arama dayatıldığına dair beyanlar ve başvurular paylaşılıyordu. Ankara Barosu ve Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşların bu başvuruları incelemeye ve raporlamaya başladığı söyleniyordu. Bu çıplak arama konusunda Çağdaş Hukukçular Derneği’nin bir sosyal medya paylaşımını ve BirGün gazetesinin bir haberini hatırlıyorum. Mesleğim gereği yakından takip ettiğim TBMM’de de kamuoyunun bu gündemi değerlendirilmişti. O hafta TOMA, gaz ve plastik mermi kullanımı konusunda milletvekilleri genel kurul konuşmaları ve soru önergeleri paylaşımları yapılmıştı. Benzer şekilde çıplak arama konusunda bir İzmir milletvekilinden soru önergesi, bir Kars milletvekilinden de genel kurul konuşması hatırlıyorum.
- Ben 22 Mart sabahı Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nin Mart oturumuna katılmak üzere Türkiye’den ayrıldım ama gündemi takip etmeye devam ettim. Şimdi size Avrupa Konseyi’nin Siyaseti Gençleştirmek adlı programına ve Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nin Mart oturumuna katılışımı anlatacağım.
- Siyaseti Gençleştirmek isimli proje, Avrupa Konseyi’nin 11 yıldır yürüttüğü bir programdır. Programa seçilen her üye ülkeden bir Gençlik Delegesi, Kongre’nin Mart ve Ekim aylarında düzenlenen birer oturumuna katılırlar. Bu oturumlarda ülkelerindeki toplumsal ve siyasal gündemi aktarmaları ve buna gençlik bakış açısı getirmeleri beklenir. Avrupa Konseyi ve Gençlik Delegelerinin karşılıklı sorumlulukları “İşleyiş Belgesi” isimli dokümanın imzalanmasıyla kesinleşir.
- İddianamenin Avrupa Konseyi’ne müracaat veya davet evrakı sunulmadığı iddiası da tam bu noktada asılsızdır. Bu konuşmayı davet edilmeden bırakın söz almayı, kapısından geçemeyeceğim bir kurumda yapmış olmam bir yana; bahsi geçen İşleyiş Belgesi, programa ve oturuma davet mektuplarım mevcuttur. Bu durum soruşturma aşamasındaki ifadelerim sırasında dile getirilse de ne Savcılık ne de Hakimlik makamınca değerlendirilmemiştir. Dokümanlar dosyada mevcuttur, gerekli açıklamaları müdafiilerim yapacaklar.
- Davaya konu olan konuşma Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nin Mart oturumunda gerçekleştirilen “Türkiye Yerel Yönetimlerindeki Görevden Almalar ve Tutuklamalar Üzerine Acil Fasıl”da yaptığım konuşmadır. Bu faslın tek gündemi budur. Fasıla benimle birlikte katılan Ulusal Delegasyon, Türkiye’nin muhtelif belediyelerinden yirmi temsilciyi içerir. Aralarında Eskişehir, Ordu, Uşak gibi illerin Belediye Başkanlarının da bulunduğu ulusal delegasyondan herkes bu fasılda söz almıştır. Kamuoyunda ve sosyal medyada tartışıldığı gibi bu ulusal delegeler de 19 Mart’ta başlayan protestolarda yaşananlar konusunda bana benzer fikirler beyan ettiler. Bu ulusal delegelerin veya diğer kişilerin soruşturma geçirmemeleri benim yalnızca sosyal medyada hedef gösterildiğim için suçlandığımın kanıtıdır.
- Daha önce bahsettiğim İşleyiş Belgesi’ne göre ve Avrupa Konseyi’nin Kongre Kural ve Prosedürleri Belgesine atıfla; Avrupa Konseyi çatısı altında sarf edilen ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyecek agresif, şiddet yanlısı, tacizci, zorba, saygısız, ayrımcı veya dışlayıcı sözler ve davranışlar oturum başkanı başta olmak üzere yetkililer tarafından uyarılır ve bu uyarılar resmi kayıtlara geçer. Şahsıma böyle bir uyarı yapılmamış olması konuşmamın ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi için geçerli ve yeterli bir sebeptir.
- 27 Mart’taki bu konuşmanın ardından 28 Mart’ta yurda döndüm. Avrupa Konseyi’nin oturumu canlı yayınladığını Türkiye’ye dönünce öğrendim. Konuşmamın kaydını hiçbir zaman hiçbir sosyal medya platformunda paylaşmadım. Ama o hafta konuşmam kontrolüm olmadan ve çarpıtılarak sosyal medyada paylaşıldı. Ayrıca insan hakları kuruluşları 19 Mart’ta başlayan barışçıl protestolara dair, konuşmamda geçen işkence ve kötü muamele yasağını ihlal eden uygulamalar, tazyikli su, solunum zorlaştırıcı gaz ve plastik mermi vb. orantısız kullanımı, çıplak arama vakalarını da içeren raporlarını yayımlamaya başlamışlardı.
- Ben 04/04/2025 05.35’te iş seyahatim için yurtdışına çıkarken konuşmanın sosyal medya görünürlüğü çoktan sönümlenmişti. Önce Norveç’te Öğrenci ve Akademisyenler Birliği’nin eğitim ve konferanslarına katıldım, sonra da Avrupa Birliği’nin 1.5 milyon imza toplayan bir sağlık hakkına erişim projesinde çalıştım. Bu seyahat ve görevlerim; mesleğim için çok olağandır ve bunlara ilişkin davet mektupları avukatlarım tarafından dosyaya sunulmuştur.
- Hakkımda açılan soruşturmalardan, yurt dışındayken evime gelen polisler sayesinde haberim oldu. Bu süreçte Savcılıkla görüşen avukatlarım, sebepleriyle birlikte iş nedeniyle yurt dışında olduğumu ve çalışma süresi bitince dönüp ifademi vereceğimi aktardılar. 05/08/2025’teki yurda dönüşüm, hakkımdaki soruşturmaların ve yakalama kararının tam bilinciyle gerçekleşmiştir.
- Kaçma şüphesi ile tutuklanmam, bu sebeple mantığa aykırıdır. Kaçma şüphesinin karşısındaki en somut delil yurda dönmüş olmamdır. İddianame ayrıca, ifademde detaylıca anlattığım mesleki seyahatlerim hakkında yalnızca “yurt dışında çalışmaz” yazılmıştır. Oysa ben dosyadaki kayıtlarda da görüldüğü üzere her ay yurt dışına çıkarım. Tutuklu yargılanıyor olmam mesleğimi icra etmeme engel olup beni ciddi ekonomik sıkıntılara itmektedir. Bu durum defalarca dile getirilse de değerlendirilmeye alınmamıştır.
- İddianamedeki İşleyiş Belgesi’ne ve kaçma şüphesine dair söyleyeceklerimi ifade etmiş oldum. Şimdi izninizle konuşmanın çevirisi başta olmak üzere iddianamenin diğer yönlerini yorumlamak istiyorum.
- İddianameye dair en esaslı sıkıntılardan biri konuşmamın çevirisine aittir. Konuşmamın iddianamede Türkçe dilinde yer alan nüshası eksik, hatalı ve taraflı bir çeviriye tabii tutulmuştur. Konuşmamda “Akranlarım” dememe rağmen hak ihlali mağdurlarını tanıyormuşum gibi “arkadaşlarım” diye çevrilmiştir. Bu konuşmayı Türkiye’den halkın seçtiği yerel yöneticilerin huzurunda yaptığımı açıkladığım cümleler çevrilmemiştir. Barışçıl protestoları ifade etmek için kullandığım “mücadele” sözcüğü “savaş” şeklinde tercüme edilmiştir. Bu protestoların barışçıllığından bahsettiğim kısımlar ise yine tamamen çeviri dışı bırakılarak yer verilmemiştir. İddianamenin “sokağa çıkmaya hazırız” sözümü alıntılamasının da aynı durumdan kaynaklandığını düşünüyorum. Barışçıl protestolar dediğim cümle çevrilmemişken “sokağa çıkmaya hazırız” cümlesi ile barışçıl protestolar kastım çarpıtılmıştır. İşin ilginç yanı bahsettiğim hataların olmadığı bir versiyonun çoktan dosyada var olmasıdır. Bu nüsha karar makamlarınca değerlendirmeye alınmamıştır. Bu konuya dair detaylı bilgi avukatlarımca sunulacaktır.
- İddianamede “çıplak aramaları kendi gözünle gördün mü?” sorusuna “hayır” cevabı verdim. Zira ben çıplak arama suçunun ne faili ne de mağduruyum. Peki biz kendi gözlerimizle görmediğimiz olaylardan bahsedemez miyiz? Konuşmamın kaynağı olarak incelediğim ve sorguladığım verilerden müdafiilerim bahsedecekler. Ama bir hak ihlali konusunda bunca uzman kurum ve kişi açıklama yapmışken, böylesine kamuoyu oluşmuşken üstelik de mesleğim insan hakları ihlallerinden bahsetmek iken bu konuda yorum yapmak için bütün hak ihlallerine kendi gözlerimle şahit olmamı beklemek mantıklı veya gerçekçi değildir.
- İddianamede “ülkenin itibarını hedef aldığım” yazılmış. “Ülke” terimi kullanıldığı için şu noktaya açıklık getirmek icap ediyor: demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü Türkiye Cumhuriyeti ‘nin esas unsurlarındandır. Anayasa tarafından güvence altına alınmışlardır, muhtelif kurumlar bunları muhafaza etmekle yükümlüdürler. Bu unsurların müdafaası için barışçıl protesto hakkını kullanan halktan ve yaşanan insan hakları ihlallerinden bahsetmek ülkenin itibarını hedef almaz; onu över, yüceltir, onurlandırır. Üstelik benim konuşmamın tek amacı Kongre’deki görevimin neticesinde delegeleri bilgilendirmektir. Hiçbir kamuoyu yaratma gayesi güdülmemiştir. Konuşmamla amaçlanan, ülkenin itibarını hedef almak değil hukuka aykırı uygulamaları gündeme getirmek, sorumluların araştırılmasını ve yargılanmasını istemektir. Anayasa Mahkemesi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin böyle soruşturmaların esaslıca incelemediğine dair kararları mevcuttur. Asıl bunlar, yani insan hakları ihlallerinin gerektiği gibi araştırılmaması ülkenin itibarını zedelemektedir. Konuşmanın vermek istediği mesaj bu iddiaların esaslı bir şekilde araştırılması gerekliliğidir.
- İddianamede ayrıca “toplumda ayrışmaya neden olduğum, huzur ve güven ortamını bozduğum” yazılmış. Daha önce de ifade ettiğim gibi konuşmam hiçbir şekilde ayrımcılık, nefret söylemi, şiddet çağrısı içermemektedir. Toplumun her kesiminden insanın mağduru olabileceği insan hakları ihlallerinden bahsetmek ve bunların sona ermesini istemek, iddianamede yazılanın aksine bir arada yaşama ve toplumsal barışa katkı sunmaktır.
- İddianamenin bir başka savı suç tarihinin 04/04/2025, yerinin ise Ankara/Merkez olmasıdır. Ben bu konuşmayı bırakın 4’ünü, Nisan’da bile yapmadım. 27 Mart’ta yaptım. Nitekim dosyada suç saati 10.53 olarak belirtilmişken benim 05.35’te yurtdışına çıktığım görülmektedir. Dosya içinde suç yeri Ankara/Merkez’in yanı sıra İstanbul/Şişli ve Sosyal Medya (X Platformu) olarak da belirtilmektedir ki benim bu platformda bir hesabım bile yoktur. Bu noktada ayrıca tutuklu yargılanmama gerekçe olarak gösterilen delil karartma ihtimalimi de anlamak mümkün değildir. Çünkü zamanda yolculuk yapıp konuşmamı geri alamam ve tüm kayıtlardan silemem. Konuşmayı hiçbir zaman hiçbir sosyal medya platformundan da paylaşmadığım için gönderileri silmem mümkün olamaz. Benzer bir durum kaçma şüphesi için de mevcuttur, az önce ifade etmiştim.
- Savunmamı sonlandırırken size tutuklanmamın üzerinden geçen 35 günde neler yaşadığımı anlatmayacağım. Zor şartlarda yaşıyoruz. 28 yataklı bir koğuşta 54 kişi yatıyoruz. Ben temizlikten sorumluyum, günde 3 kez koğuşun yerlerini siliyorum. İnanın ne yerde yatmak ne de yerleri temizlemek gururumu incitiyor.
- Ben yalnızca ülkemin bağlı olduğu uluslararası hukuk standartlarına uymasını talep etmişken ülkenin itibarını zedelemekle itham edilmeyi kabullenemiyorum. Bu son cümlelerim mahiyetleri itibariyle tekrar olabilir ama lütfen kulak veriniz.
- Konuşmamın yalnızca delegelerin katılabildiği kapalı bir oturumda İngilizce dilinde yapıldığı düşünüldüğünde halka ulaşmasının hedeflenmediği açıktır. Konuşmam benim tarafımdan hiç paylaşılmamıştır, paylaşanların birçoğu da iddianamedeki çeviride olduğu gibi konuşmamı çarpıtmışlardır. Soruşturmaların bilinciyle yurda dönmüş bir vatandaşta kaçma şüphesi görmek mantığa uymaz. Ez cümle ifade özgürlüğü hakkımı kullandım. Suçsuzum. Bu duruşmada tahliyemi ve dava sonunda beraatimi talep ediyorum.”