8 Aralık 1886 doğumlu Meksikalı ressam Diego Rivera, Mexico City’deki San Carlos Akademisi’nde öğrenim gördü. Latin Amerika ve ABD’de pano ve fresk sanatını yeniden canlandırdı. Daha genç yaşlardan itibaren sol siyasete ilgi duymaya başladı. Meksiko’da San Carlos Güzel Sanatlar Akademisi öğrencisiyken, öğrenci olaylarına karıştığı için okuldan atıldı.
Öğrenimine devam etmek için İspanya’ya giden Rivera, bir süre sonra Fransa’ya geçti ve Paris’e yerleşti. Orada dönemin entelektüel çevresiyle dostluk kurdu; Pablo Picasso ve Amedeo Modigliani gibi sanatçılarla tanıştı. 1920 yılında Rönesans dönemi fresklerini incelemek üzere İtalya’ya geziye çıktı. İtalya’da gördüklerinden çok etkilenen Rivera, ülkesinde uygulamak için taslaklarını çizdi.
1921 yılında Meksika’da yapılan başkanlık seçimlerini reform yanlısı Alvero Obregon’un kazanması üzerine ülkesine geri döndü. Güçlü Avrupa etkisine rağmen sanatında ülkesinin köklerini keşfetti. Yaptığı büyük duvar resimleri ve freskler, çağdaş Latin Amerika sanatının en önemli ürünleri olarak kabul edilir. Parlamento binası, Eğitim Bakanlığı gibi çoğu başkentte bulunan kamu binalarına devasa duvar resimleri ve freskler çizdi. Meksika tarihini ve devrimini anlatan anıtsal duvar resimlerinin yanı sıra, Rivera küçük boyutlu resimler de yaptı. Meksikalı işçi ve köylülerin günlük yaşamını çarpıcı renklerle çizdi.
1929 yılında, 20. yüzyılın en önemli kadın ressamlarından sayılan Frida Kahlo ile evlendi. Frida’nın eserleri Rivera’nın sanatını derinden etkiledi ve duvar resimlerinin birçoğuna onun portresini de eklemeye başladı. Karısına saygı ve hayranlık duymasına rağmen, evlenmelerinden kısa bir süre sonra onu aldatmaya başladı. Hatta Frida’nın kendisine modellik yapan kız kardeşiyle bile bir ilişkisi oldu.
Evlenmesinden sonra Rivera ABD’den de siparişler almaya başladı. 1930 yılında bir süre San Fransisko’da çalıştı, 1932’de otomobil üreticisi Ford’dan büyük çaplı biriş aldı. Yaptığı anıtsal bir resimde, Ford fabrikalarında çalışan işçileri tasvir etti. İnançlı bir komünist olmasına rağmen büyük kapitalistlerden büyük işler aldı ama yaptığı resimlerin bir yerlerine daima ideolojisinden bir parça sıkıştırdı. Rivera işçi sınıfının kurtuluşunu sanayi devriminde görüyordu. Eserlerinde işçileri dev bir makinenin dişlileri olarak resmediyordu. Kimse bir diğerinden daha önemli veya yüksek konumda görülmüyordu. Rivera, sanayileşmeyi sosyal sınıfların kendi içlerindeki durumun düzeltilmesinin kökü olarak görüyordu.
Rivera 1933 yılında New York’taki Rockefeller Center’e bir resim yapmakla görevlendirildi. Ancak resim daha bitmeden Rivetra ile Nelson Rockfeller arasında büyük bir çatışma yaşandı. Diego resminde Lenin’in yüzünü de çizmişti, Rockefeller ondan bu yüzü kapamasını istiyordu. Diego ise bu durumda Abraham Lincoln gibi ABD tarihinin tanınmış simalarının da yüzlerini kapatacağını söylüyordu. Zaten pek kimseye kulak asmayan yapısıyla tanınan Rivera her şeyi yüz üstü bırakarak Meksika’ya döndü, Rockfeller de duvar resmini parçalattı. Bugün bu resmin 1934 yılında ABD’ye döndükten sonra Güzel Sanatlar Müzesi için yaptığı küçük bir kopyası mevcuttur.
Diego Rivera 24.11.1957 tarihinde, en az kendisi kadar meşhur olan eşi Frida Kahlo’dan üç yıl sonra hayatını kaybetti. Meksika’ya sürgüne giden Troçki’yle tanıştıktan sonra onun düşüncelerini benimsemiş ve hayatına bir troçkist olarak devam etmişti.