Bu yasalar nasıl böyle geçiyor?

04.12.2017 - 12:20
Rumeysa Özüyağlı
Haberi paylaş

“Müftülük Yasası” olarak anılan yasa tasarısının neden bu isimle anıldığını hiç düşündünüz mü? Çünkü torba yasanın tanımı konu itibariyle birbirinden bağımsız yasaların – Nüfus Hizmetleri Kanunundaki birçok maddede değişiklik içeren bir yasa tasarısıyla, Eyüp ilçesinin ismini Eyüp Sultan olarak değiştirecek bir yasanın aynı tasarıda yer alması gibi –  “bir torba içine rastgele atılmışçasına” meclise sunulmasıdır. Bütün bu içeriğin tek seferde ifade edilmesi zor olduğundan genel olarak torba yasalar içeriklerindeki bir maddeye göre adlandırılır, mesela İstismar Yasası.

Peki, bahsi geçen bu yasa tasarısını arama çubuğuna “Müftülük Yasası” yazarak arattınız mı hiç? Aklınıza gelebilecek bütün alternatif haber sitelerinde bahsi geçen yasayla ilgili birden çok “haber” bulabiliyorsunuz. Bu “haberlerde” ise çok ufak bir sorun var: Hiçbirinde tasarının kapsamlı bir içeriğine hatta tasarının adına dahi (tasarının adı Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı idi bu arada) ulaşamıyorsunuz. Eğer yasayı kendi adıyla aratırsanız da iktidara yakın – kısaca yandaş –  haber sitelerinde ise detaylı bir içeriğe, yasanın kaç numaralı yasa olduğuna ve hatta tasarının kendisine dahi erişebiliyorsunuz. Böyle bir durumda ise insanlara hükümetin göstermediklerini gösterip, anlatmadıklarını anlatmayı kendine vazife edinmiş “alternatif” kaynakların ne işe yaradığını sorguluyor insan.

Sözlü beyanla doğum bildirimi

Bu madde yeni doğmuş bir çocuğun nüfus kaydının yapılmasına dair düzenlemeler içeriyor. Esas problem ise sağlık personeli nezaretinde veya takibinde gerçekleşmeyen doğumlar bildirilirken çıkıyor. Bu değişikliğe göre hamilelik veya doğum sırasında herhangi bir şekilde takip edil(e)meyen bir sürecin sonunda doğan çocuğun kimin nüfusuna kaydedileceği annenin beyanına göre belirleniyor ve aile hekimi vb. sağlık görevlilerinin bu beyanın doğruluğunu araştırması da mülki amirin emrine bağlanıyor. Mülki amirin emrinin olmadığı durumlar ise açıkta bırakılıyor. Öncesinde zaten sözlü beyanla bildirim yapılıyordu, ancak herhangi bir denetleme sağlanmıyordu. Bu düzenlemeyle durum az çok iyileştirildi ama yeterli değil. Çünkü mülki amirin emrinin olmadığı durumlar açıkta bırakılıyor. Bütün bunlar şu anlama geliyor; bir kız çocuğu tecavüze uğradığında ve doğum yapmak zorunda kaldığında ya da resmi nikah olmaksızın dini nikahla evlendirilen çocuk yaştaki bir gelin doğum yaptığında aileden herhangi bir kadın giderek “Doğan çocuk benim çocuğum” diyebilir, mülki amirin emri yoksa araştırılmaz. Başka bir kadının parayla çocuğunu satması aynı şekilde mümkün olabilir, mülki amirin emri yoksa araştırılmaz. Mülki amirin emri yoksa çocuk köle ticaretine kadar varabilecek uzun bir liste çıkarabilirsiniz. Şeytanlarınızı çağırın, birinin kendisinin olmayan bir çocuğu benim çocuğum diye kaydettirebildiği bir sürecin sonunda neler olabilir?

Evlilik yoluyla vatandaşlık hakkı kazanılmasının “genel ahlâk” kaidesine bağlanması

Bu konunun bahsinin geçtiği maddede daha önce evlilik yoluyla vatandaşlık kazanmak “kamu düzeni” terimiyle ifade edilirken yapılan değişiklik sonrasında, kimin ahlâkı olduğu belli olmayan muğlak bir “genel ahlâk” terimiyle ifade edilmesinde karar kılındı. Buna ek olarak süreç tamamen İçişleri Bakanlığı’nın insafına kalan bir vatandaşlık kazanma yarışmasına dönüştürüldü. Çünkü İçişleri Bakanlığında çalışan yetkililerin “gözlemlerinin” sonucuna göre vatandaş olmaya “layık olup olmadığınıza” karar verilecek.

Meclis alt komisyonunda bu madde tartışılırken, iktidar partisi vekilleri tarafından evlilik birliğine aykırı olan herhangi bir durum olmasının önüne geçilmeye çalışıldığı iddia edildi. Ancak hâlihazırda yabancı uyruklu iseniz ve evlilik yoluyla vatandaşlık kazanmak istiyorsanız üç sene boyunca evli kalmak durumundasınız. Bu süre zarfında birtakım denetlemeler de atlatıyorsunuz üstelik. Eğer bu denetlemeler evlilik birliğine aykırı davranıp davranmadığınızı ortaya çıkarmıyorsa denetlemelerin ne işe yaradığı da tartışma konusu olmalıdır. Zaten alt komisyon raporu görüşmelerinde de genel ahlâka uygunluk kriterinin getirilmesi konuşulurken Türkiye vatandaşı olmayan kişilerin evlenmeden önce “genel ahlâka” uygun davranıp davranmadığının denetleneceği de açıkça belirtmiştir. Mesela bir şekilde Türkiye’ye iltica etmişseniz yanlış kişilerle tanışmış olmaktan, parasızlığa kadar birçok şansızlık yaşamanız ve günün sonunda seks işçiliği yapmak zorunda kalmanız olası. Ancak bu durumda vatandaşlık alamazsınız. Uzun lafın kısası bu “genel ahlâk” kriterinin varacağı tek nokta bireysel olan ahlâki yargılarla keyfi hareket edilmesine yol açacak olmasıydı.

Boşanma durumunda kadının soyadının düzenlenmesi

Diyelim ki boşanmış bir kadınsınız. Belki size ekonomik, psikolojik, fiziksel ve/veya cinsel şiddet uygulayan ya da basitçe şiddetli geçimsizlik yaşayarak ayrıldığınız eski kocanızın soyadından kurtulmak istiyorsunuz. Eğer kocanızın soyadıyla hayatınıza devam etmeyi tercih etseydiniz her şey çok daha kolay olacaktı. Neden mi? Çünkü eğer evliyken sadece kocanızın soyadını veya kocanızın soyadıyla birlikte kendinizinkini de kullanıyorsanız kendi soyadınıza kavuşmak için mahkemeye başvurmanız gerekirken, kocanızın soyadını kullanmaya devam etmek için bir dilekçe yazmanız yeterli. Bir kadının ayrıldığı adamın soyadını kullanması basit bir dilekçeye bağlıyken, kendi soyadını kullanması niye uzun bir hukuki süreç gerektirsin ki?

Üstelik bütün bunlar bir hukukçu olmayan benim okuyup anladıklarım sadece. Aynı yasa tasarısında Eyüp ilçesinin adının Eyüp Sultan olarak değiştirilmesine dair bir şeyler de var, elektronik imza ve adres bildirimiyle ile ilgili düzenlemeler de. Sözü bu kadar da uzatmak olmaz, gelelim en çok tartışılan torba yasaya siyaset dilindeki adını koyan müftülere nikah kıyma yetkisinin verildiği kısımlara

Müftüye resmi nikah kıyma yetkisi verilmesi ne demektir?

Müftülere böyle bir yetki verilmesinin elbette birçok problemli tarafı var. Öncelikle bu torba yasanın ve genel anlamda torba yasaların meclisten nasıl geçtiği çok büyük bir sorun. Hiçbir toplumsal mutabakata dayanmayan, hiçbir tarafın kaygılarını gidermeyen bir sürecin sonucunda hayatımızın belli başlı kısımlarını belirleyen birtakım uygulamalar; birbiriyle alakasız oldukları için bir madde seçip isimlendirmemiz gereken torbaların içinde birer birer meclisten geçiriliyor. Bu yasalar böyle geçmemeli gerçekten. Ayrıca sıkça ifade edilen bazı söylemlerde de haklılık payı var. Gerçekten de nikahını müftünün kıymasını istemeyen insanların az “makbul” Müslüman olarak yaftalanması gayet olası hatta kesin. Bu da Türkiye gündeminde neredeyse her siyasi zeminde kendine yer bulan “dindar-laik” kutuplaşmasının daha da derinleşmesine sebep olacak bir sorun.

İslam dininin birçok kola ayrılmış yorumlama şekillerinden “ehl-i sünnet ve’l-cemaat” anlayışındaki geleneği yansıtan bir kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın atadığı bir müftünün nikah kıyması; bırakın Türkiye’de yaşayan gayrimüslim azınlıkların ya da Alevilerin dini temsilcilerinin nikah kıymasının önünü açacak bir süreç içine girilmesini, kendini ehl-i sünnet kabul etmeyen dindar insanların dahi inançlarının temsil edilmesini sağlayamaz. Müftülere nikah kıyma yetkisi veren bu maddenin karşısında durulmalıydı çünkü arada uçurumlar varmışçasına bir kutuplaşma içinde yüzdüğümüz Türkiye’de bu durumun sonuçlarından biri daha “makbul” bir Müslüman kimliği tanımlamaya yol açabilecek olması. Gerçekten de yarın bir gün birilerini meydanlarda “Ey nikahını müftülere kıydırmayan, Müslüman mı değil mi belli olmayanlar” diye insanlara seslenirken duyabiliriz.

Cemevleri ibadethane kapsamına dahi alınmıyor. En son İstanbul Bahçelievler’de hemen öncesinde de Malatya’da Alevilerin yaşadığı evlerin işaretlenmesi ve kapı önlerine nefret söylemi içeren sloganlar yazılması suretiyle işlenen suçlara dair sert bir yaptırıma tanık olmadık. Aynı durum yine Malatya’da Ermeni Cemaati Derneğine yönelik gerçekleştirilen saldırılar için de geçerli. Din kültürü ve ahlâk bilgisi dersinde farklı dinlere ve mezheplere yönelik telkin içermeyen tarafsız bilgi verilmesini geçtik İslam’ın bile tek bir yorumunun dayatıldığı bir durum söz konusu. Bütün bu sorunların sonucunda tabii ki nikah kıyma yetkisi de Türkiye’de inanılan bütün din ve mezheplerin temsilcilerine verilmeyecekti, zaten öyle de oldu. Yalnızca müftülere nikah kıyma yetkisi vermek “Tek makbul inanç biçimi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dayattığıdır” demenin dolaylı yolundan başka bir şey değil. Kaldı ki devletin insanların inançlarına müdahale etmesinin resmi aracı olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın gerekliliğinin dahi tartışma konusu olması gerekir.

Neden kaybettik?

Bu Yasalar Böyle Geçmez kampanyası süresince nerdeyse hiçbir tartışma bu şekilde yürütülmedi. Yasanın içeriği, kendine “alternatif haber kaynağı/sitesi” diyen neredeyse hiçbir platformda kamuoyuyla paylaşılmadı. Şahsen ben kampanyanın adının bu olduğunun dahi farkında değildim, Müftülük Yasasına Hayır olduğunu sanıyordum. Ancak araştırınca öğrendim ki Bu Yasalar Böyle Geçmez sadece birkaç eylemde görülen pankartlara yazılan slogan değil kampanyanın adıymış.

Bütün bu yazıda bahsi geçen Nüfus Hizmetleri Kanununa dair yapılan değişiklikleri engellemek için verdiğimiz mücadeleyi kaybetmiş olmamızın sebebi bu tartışmanın yürütülmesindeki basiretsizlikten kaynaklanıyor. Ne İstismar Yasası’na karşı verilen mücadelede, ne kürtaj hakkı için verilen mücadelede, ne 8 Martlarda ne de geçtiğimiz 25 Kasım’da polisin sindirmeye çalışmasına rağmen gökkuşağı bayraklarıyla gerçekleştirilen yürüyüşte böyle olmadı. Bunun sebebi bütün bu süreçlerde toplumsal bir mutabakata dayalı talepleri dile getiren ve bilgi eksikliğinin olmadığı tartışmaların yürütülmüş olmasıydı. En basit ifadesiyle hem ırkçı hem de cinsiyetçi olduğu açık olan bu yasa tasarısının Kadın Düşmanı Yasa, Irkçı Yasa gibi başka isimlerle anılması gayet mümkündü. Ama bunun yerine laik-dindar bölünmesi üzerinde konumlanan bir ton taşıyan “Müftülük Yasası” ismi tercih edildi.

Şimdi önümüzde devasa problemler yaratacak ve hükümetin boşanma süreçlerinde zorunlu arabuluculuk getirmesini sağlayacak olan bir yasa tasarısı var. Arabuluculuk kurumunun özü gönüllülük esasına dayanmasıdır ve bunun sebebi arabulucuya başvuran tarafların eşit kabul edilmesidir. Toplumsal cinsiyet rolleri dayatılan, erkeğin yanında ikinci cins ve tamamlayıcı bir unsur olarak görülen kadınları; maruz kaldıkları baskıyı uygulayan kişiyle aynı masaya oturmaya zorlayıp barıştırmaya çalışacak üçüncü bir kişinin varlığından söz ediyoruz. Kaldı ki arabuluculuk süreci yapısı itibariyle gizli işleyen bir süreç. Halihazırda boşanmak isteyen kadınların, devletin atadığı avukatı dahi “makul” nedenlerle boşanmak istediğine ikna etmesi gerekiyor. Arabuluculuktan bahsederken ise kocanın elinde baskı kurma aracının kendisine dönüşecek bir uygulamadan söz ediyoruz. Bunun gibi bir yasa tasarısına karşı verilecek olan mücadele, “Müftülük Yasası” olarak anılan Nüfus Hizmetleri Kanunu’na dair değişiklikler içeren yasa tasarısına karşı verilen mücadelede yürütüldüğü gibi yürütülemez. 

Rumeysa Özüyağlı

[email protected]

Bültene kayıt ol