Gladyo, Cizre ve Kobanê'ye dair

01.02.2016 - 14:53
Şeref Işıldak
Haberi paylaş

Geçen günkü yazımda bahsettiğim, NATO’nun 2002 yılındaki Prag zirvesindeki “konsept”* değişiminin, (yazıyı uzatmama adına) NATO ülkelerindeki kimi yapılanmalara olan etkisinden bahsedememiştim.

NATO’nun soğuk savaş dönemi siyasetinin ürünlerinden olan “Gladyo yapılanması” ya da Türkiye de daha çok bilinen yaygın adı ile “kontrgerilla örgütlenmesi”, bu konsept değişimi ile birçok ülkede (ve bazılarında daha da erken) aşama aşama lağvedilmişti. Benzer bir süreç Türkiye’de de darbelere karşı verilen mücadele kapsamında yaşandı. Gladyo (kontrgerilla) yapılanmasının (JİTEM-Ergenekon-Balyoz vs. gibi..) dağıtılması için mücadele edildi. Bu mücadeleye o zamanlar “cemaat” de doğrudan/dolaylı olarak destek vermişti. ABD’nin “cumhuriyetçi şahinlerine” karşı “demokrat güvercincilerinin” siyasetini temsil eden Obama yönetimi ve onların hedefledikleri “ılımlı islam siyaseti” ve BOP projesi çerçevesinde bu durum Atlantik'in öte yakasında da memnuniyetle karşılanmıştı.

Herkes biliyor ki, bu süreç içerisinde eksikleri ile de olsa yargılamalar, Silivri’ye atılan JİTEM'ciler ve Perinçek gibi onların siyasi sözcüleri, Ergenekon-JİTEM katliamlarına ve kayıplara karşı açılan davalar vs. ile geçti. Bu süreç, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının patlak vermesine kadar düşe kalka, hasbel kader böyle devam etti.

Ve gördük ki, akşama kadar milyonlarca euro ve doları taşıya taşıya sıfırlayamayanlar, bu süreçte hızla cemaat ile köprüleri atarak Ergenekon tayfası ile nikah tazeledi. “Orduya kumpas” diyerek şimdi Erdem Gül, Can Dündar gibi gazeteciler tarafından doldurulan Silivri’deki hücrelerde bulunan Ergenekon-JİTEM elemanlarını serbest bıraktılar.

Bizler de bu arada 17-25 Aralık sonrasında piyasaya saçılan bilgi, belge ve kayıtlardan AKP’nin 14 senelik iktidarı boyunca esasen Ergenekon/JİTEM yapılanmasının bel kemiğini oluşturan ordu ile bütün köprüleri at(a)mamış olduğunu gördük. Bu süreçte (herkesin gücü oranında sözünün geçerli olduğu, bir tür şirketler topluluğu gibi hareket eden) AKP içerisinde, iki kanat arasında bir kopuş yaşandı. Erdoğan ve ekibi Ergenekon ile nikah tazeledi, Cemaat “paralel” ilan edildi.

İlk olarak Öcalan tarafından “gölge iktidar” ve/ya “arka plandaki iktidar” anlamında dillendirelen bu “paralel” tanımı, zaman içerisinde Erdoğan’ın canını sıkan ve hapse atılıp süründürülmesini istediği herkes için kullanılan ne idüğü belirsiz ucube bir şablona dönüştü.

Lafı daha fazla uzatmadan sadede gelirsek; geçen süre zarfında Erdoğan ve peşinden sürüklediği AKP, bu eski Ergenekon tayfasının koç başı oldu. 6-7-8 Ekim 2014 serhıldanlarından ve ABD’nin Kobanê siyasetinin renginin belli olmaya başlamasından sonra, Kobanê direnişinin kaçınılmaz bir zafer ile sonuçlanacağı görüldü. Ve hızla “İç Güvenlik Yasası” hazırlanarak piyasaya sürüldü. Bu yasa, bugün Cizre’deki “Vahşet Bodrumu”nda yaşananların habercisiydi de. Esasen emniyet ve güvenlik güçlerine “elinizi tetikten sakınmayın, korkmayın” diyen bir yasaydı bu. Ergenekon tayfası, (eski tecrübelerinden edindiği deneyim ile) artık yargılı/yargısız her türlü infazın yasal sorumluluğunun siyasilerin üzerinde olmasını istemiş olmalı ki, bu yasayı çıkarttırdı. Kara kuvvetleri komutanlığı tarafından Cizre’deki ve Amed’deki askerlere dağıtılan genelgede yazanlar da bunun ispatıdır. “Tabutta olmaktan ise hakim karşısında olmayı tercih edin” demek, “Yasal sorumluluğu biz (askerler/ordu) taşımıyoruz. Takmayın, vurun, kırın, yıkın, yakın ve öldürün” demekten başka bir anlama sahip olabilir mi? Bugünkamuoyunda “Vahşet Bodrumu” olarak bilinen binada yaşananlar, esasen 2015 yılında çıkartılan İç Güvenlik Yasası ile önceden ilan edilmişti zaten.

Öte yandan “PYD, Cenevre 3 Konferansı’na katılamayacak” diye kendince çocuklar gibi sevinen Davutoğlu ve "Rusya’yı bir kez daha uyarıyoruz" diye Kasımpaşa usulü kof külhanbeyliği taslayanların, Kobanê’nin dünkü ziyaretçilerini duyduklarında suratlarının hâlini tahmin etmek pek de zor olmasa gerek.

Bugün Türkiye’nin bütün çaresiz çırpınışlara rağmen, Suriye’de yakın gelecekte Kürtlerin kendilerine ait bir özerk yönetimin de içinde olduğu bir çözümün varlığı kaçınılmaz gözüküyor. Tarih boyunca Kürtlerin sahada, savaş alanında değil masada kaybettiğini her daim hatırlatan PYD Eş Başkanı Salih Müslim’in dün telefonla ABD Dışişleri Bakanı birinci yardımcısı olan Tony Blinken ile Cenevre 3 Konferansı’na ilişkin olarak görüştüğü haberi düştü basına. Müslim, kısaca görüşmenin Cenevre ve Kürtlere ilişkin olduğunu ve “olumlu” geçtiğini belirtti.

Yanı sıra yine aynı gün, Obama’nın IŞİD ile Mücadele Koalisyonu'nun başına atadığı temsilcisi Brett McGurk, Bağdat, Erbil, Ramadi ziyaretlerinin ardından Kobanê Kantonu Eş Başkanı Enwer Müslim’in resmi davetlisi olarak Fransa delegasyonu ile dün Kobanê’deydi.

Yazıyı sonlandırırken; saray ve AKP iktidarının şimdi unutulan ama çok değil daha iki sene önce bol bol edebiyatı yapılan “değerli yalnızlık”** siyasetinin tam göbeğinde durduğunu belirtelim. Geçen süre zarfında bu yalnızlığın söylediklerinin aksine yaldızı dökülmüş, “değeri” kalmamış bir yalnızlık olduğunun altını çizelim. Ve hâlâ hangi akla hizmet Rusya’ya efelenmeye devam ettiklerini de soralım.

Anlamak gerçekten zor. Büyük bir krizin eşiğindeki Suudi Arabistan'a mı güveniyorlar? Yoksa “ya ne dersem onu yapacaksın ya da ilk kavşakta seni Rusya’ya yem ederim” diyen NATO’ya mı?

Bunu görmeyecek kadar akılsızlar mı, körler mi, yakında göreceğiz. Ama görünen o ki, oldukça çaresiz ve güçsüz bir durumdalar.

Biz barış isteyenler, sesimizi ne kadar gür bir şekilde, geniş bir cepheyle mücadele alanında duyurursak, bu savaş çığırtkanlarının ömrünü de o kadar kısaltmış oluruz.

S. Şeref Işıldak

http://marksist.org/icerik/Yazar/3658/George-W.-Erdogan%E2%80%99a-karsi-baris-kazanacak

** http://arsiv.marksist.org/yazarlar/seref-isildak/14494-sarin-gazi-ve-erdoganin-degersiz-yalnizligi

Bültene kayıt ol