Şengal-Kobane-Musul üçgeninde Türkiye

14.12.2015 - 09:16
Şeref Işıldak
Haberi paylaş

Hatırlayalım. İlk önce 10 haziran 2014  tarihinde bir oldu bitti ile koskoca Musul kenti hiçbir savunma gösterilmeksizin IŞİD'e terk edilmişti. Hatta o dönem vali olan Esil Nuceyfi'nin kentin savunulmamasına dair bir emir gönderdiğine ilişkin belge uzunca bir süre sosyal medyada dolaşmıştı.

Musul'un IŞİD'in eline geçmesi önemliydi, sadece bir kent değil kentdeki bütün askeri araçlar ve olanaklar dahil, merkez bankasındaki NAKİT milyon dolarlar da bir anda buhar oluvermişti. 

İki ay geçmedi ve IŞİD 3 ağustos 2014 tarihinde Ezdi kürtlerin kenti Şengal'e saldırdı. Ve her ne hikmet ise Barzani'ye yani KDP'ye bağlı peşmergeler de tıpkı Musul'daki gibi tek bir kurşun dahi sıkmadan kenti ve kentdeki on binlerce sivili IŞİD'İn insafına terk ederek Şengal'den kaçtı. Geride binlerce sivil katliamı ve binlerce Ezdi genç-yaşlı kadının cariye olarak esir alınması ve onların acı hikayeleri kaldı. 

Aynı tarihlerde Rojava üzerinden giden YPG/J ve Kandil üzerinden giden  HPG gerillaları Şengal Dağ'ı (50 km uzunluğunda 10-15 km genişliğinde bir sıradağ silsilesi) bölgesine sığınan sivilleri savunmak için konumlanmış ve Şengal'den Rojava'ya bir insani koridor açmak için 2 gün boyunca çatışa çatışa Şengal Dağına ulaşmıştı. Binlerce sivil elde olan bütün imkanlarla Rojava ve diğer güvenli bölgelere taşınmış, herşeye rağmen topraklarını terk etmeyenler de  Şengal Savunma Birliklerinin oluşumu için emek harcamıştı.  

Aradan yine çok bir zaman geçmedi ve bu sefer 13 Eylül 2014 tarihinde IŞİD, Kobane'yi 3 koldan kuşatma harekatına başladı... Aradan 1 ay geçmedi Erdoğan; bir "muştulu bir haber" verircesine "Kobane düştü düşüyor" dedikten sonra 6-8 ekim Kobane serhıldanları yaşandı. 

Yazıyı uzatmamak için, atlayarak devam edelim. 7 haziran seçimlerindeki "milli" iradeyi beğenmeyen Recep Tayyip, kendi keyfine uygun koşullarda 1 kasım seçimleri sonrası milliyetçi ve ırkçı şöven tutumu ile "başkanlık" hayallerine yönelik yatırımlarına devam ediyor bugün. 

Bu yatırımların meali ise; Kuzey Kürdistan'da estirilen devlet terörüne devam demektir.  17-25 aralık yolsuzluk operasyonları sonrasında kucağına oturduğu Ergenekon ve JİTEM örgütlenmesinin maşası olan Erdoğan yönetimi, en has kürt/cemaat düşmanlığı siyaseti ile tam gaz yola devam ediyor. 

Ergenekonun kendisini 1 kasım sonrası yeniden restore etme sürecinin koçbaşı konumuna düşen Erdoğan; bugün, 2000-2013 yılları arası ( dikkat ederseniz 90'lardaki 17 bini aşkın faili meçhul yok ortada)  işlenen faili meçhullerin peşine düşüyor. Bunun tam adı; Ergenekon revision 2 dir. Stratejik derinlik diye bize anlatılan mavalın dibine geldik: gladyoculuk-kontrgerillacılık dönemi. Yeniden katiller piyasaya sürülüyor. Barış sürecini elinin tersi ile öteleyen bu kafa bugün hem içerde hem de dışarda savaş oyunları peşindedir. Bu eski kafaların ve onun yardakçılığını yapan Erdoğan'ın bizleri götüreceği tek yer savaş, kan, göz yaşı ve ölümdür. 

Rusya'ya ait savaş uçağının düşürülmesi sonrasında (bu konu ve uluslararsı etkileri üzerine sonra yazacağım) Türkiye, Suriye'de yaşanan bütün gelişmelerin dışına düşmüştür. Kendisini Musul'a 600 asker göndererek bölgesel alt-emperyal güç olarak gösterme heveslerinden ise henüz vazgeçmemiştir. Ancak, devir 1990'lar olmadığı için, bugün bağıra bağıra gittiği Musul'dan yarın sessiz sedasız dönmesi, kanımca  hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. (Ki şahsi tahminim Sinirlioğlu ve Fidan'ın Bağdat ziyareti sonrası yapılan açıklamalara bakılırsa, tıpış tıpış dönecekler gibi gözüküyor.) 

Erdoğan yönetiminin izlediği bu Kürt düşmanı siyasetin ortağı olan Barzani de, muhtemelen benzer bir hüsranı yaşayacaktır. Şengal'de kaybettiği itibarı Musul operasyonu ile kurtaracağını sanan KDP yönetimi, denize düşen yılana sarılır hesabı Erdoğan hamlelerine sarılmış durumda. Erdoğan'da, onun üzerinden yakında yapılacak olan Musul operasyonu ile kendisini IŞİD karşıtı reklam etme derdine düşmüş durumda. Ve elbette ki Musul'un geleceğinde söz söyleyebilme umudu taşıma hevesi de var bu çaba da. 

Ancak her ikisi de benzer bir çaresizliği yaşamakta ve giderek de yalnızlaşmaktadır. Üstelik, barış sürecinden hergeçen gün daha da uzaklaşan Türkiye, giderek bir savaş olasılığının içine kendisini hızla sürüklemektedir. Musul'a pirince giderken Sivas'tan ötesinde bulgura muhtaç olma rsiki de elbette vardır. 

Savaşa karşı Kürtlerle barış söylemi güçlendirilmediği sürece, dahası bu talep batıda daha güçlü bir şekilde seslendirilmediği sürece, savaşın karanlığı sadece Şırnak, Nusaybin, Cizre vs de değil yarın bir gün İstanbul, İzmir  Ankara gibi adreslerde de kendisini bütün acımasızlığı ile hissettirecektir. 

Bizlere düşen bugün gecikmeksizin barışın sesini Türkiye'de batıda yükseltmektir. İstikrarsızlıktan ve şiddetten başka bir şey getirmemiş olan bu iktidara karşı güçlü bir savaş karşıtı blok oluşturup bu bloğun sesini alanlara taşımak olmalıdır. 

Hedef; basın toplantıları ya da açıklamalarla yetinilmeyip, barışın sesini milyonlarca insanla alanlarda haykırabilecek bir gücün örgütlülüğü için çalışmak olmalıdır. 

S. Şeref Işıldak 

Bültene kayıt ol