Bundan tam 82 sene önce bugün, Ankara Yahudileri "Türkçe konuşmaya karar verdiklerini" duyurdular. Avrupa'da faşizmin giderek yükselmesinin, özellikle Almanya'da Nasyonal Sosyalist Almanya İşçi Partisi'nin (NSDAP) iktidara gelmesinin Türkiye üzerinde de kaçınılmaz etkileri olmuştu. Başta Yahudiler olmak üzere, gayrimüslimler kendilerini giderek daha fazla tehdit altında hissetmeye başlamışlardı.
Bundan 82 yıl öncesine baktığımız zaman, Ankara Yahudilerinin Türkçe konuşmaya karar verdiklerini dönemin çeşitli basın organlarından okuyabiliyoruz. Burada her şeyden önce dikkatimizi çeken, Ankara Yahudileri diye bir kavramın kullanılması. Günümüzde Ankara'da yaşayan Yahudilerin sayısı bir elin parmaklarının sayısıyla ifade edilebilecek kadar az, ancak geçmişte öyle olmadığı anlaşılıyor. "Türkçe konuşmaya karar veren" bu insanlar artık neden Ankara'da değiller? Neden artık varlıklarıyla Ankara'ya zenginlik katmıyorlar? Her şeyden önce bu sorulara cevap verilmesi gerekmektedir.
Osmanlı döneminde imparatorluğun çeşitli şehirlerinde yaşayan ciddi bir Yahudi nüfus var. Özellikle Selanik, İzmir, İstanbul, Edirne gibi şehirlerde Yahudilerin sosyal ve ekonomik hayatta hissedilebilir bir ağırlıkları var. Ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Abdülhamit'in uygulamaya koyduğu "ümmete dönüş" projesi, bütün gayrimüslimler üzerinde ağır baskıların uygulanması anlamına geliyor. Yahudiler de bu baskılardan nasibini alıyor ve pek çok Yahudi, başta Fransa, Almanya ve Avusturya olmak üzere Avrupa'nın çeşitli devletlerine göç ediyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla birlikte, ulusal bir devlet için bir tehdit unsuru olarak görülen gayrimüslimler üzerindeki baskılar iyice artıyor. Lozan Antlaşması'yla her ne kadar Rumlar ve Ermeniler azınlık statüsüyle belirli haklara sahip oluyorlarsa da, "iç düşman" olarak görülmelerinden ötürü bu haklar aslında sadece kâğıt üzerinde kalıyor. Pratikte "vatandaş Türkçe konuş!" kampanyaları alıp başını gidiyor, malları ellerinden alınıyor, vakıfları yasadışı ilan ediliyor, kısacası, gayrimüslimlerin Türkiye'yi terk etmesi için gereken ne varsa yapılıyor.
Yahudiler de bu düşmanlık kampanyalarından nasiplerini alıyorlar. Uluslararası Yahudi örgütlerine üye olmaları, gidip toplantılarına katılmaları yasaklanıyor, 30'lu yılların koşullarında bile Avrupa'da toplanan uluslararası Yahudi kongrelerine Türkiye'den temsilci gönderilemiyor, yalanlara dayanan komplo teorileri alıp başını gidiyor. Üstelik Avrupa'da giderek yükselen faşizm, Türkiye'deki milliyetçi-baskıcı Kemalist rejimi daha da yüreklendiriyor. Kemalist iktidarın önde gelenleri Türkiye'nin Türklere ait olduğunu, burada yaşayan "yabancıların" tek bir hakka, köle olma hakkına sahip olduklarını açıkça dile getiriyorlar. Nazilerin iktidara gelmesiyle birlikte, Nazi Almanya'sıyla olan ilişkiler iyice sıcaklaşıyor, Almanya'ya birbiri ardına Türk heyetleri gidiyor, Almanya, Türkiye'nin en büyük ticaret ortağı haline geliyor.
Nazi Almanya'sıyla kurulan bu samimi ilişkilerin Türkiye'ye yansıması beklenildiği gibi oluyor. Yahudilere Türkiye'de misafir oldukları, yüzlerce yıl önce Türkler tarafından kurtarıldıklarını ve burada varlıklarına ancak tahammül edildikleri sık sık hatırlatılıyor, Atilhan ve Atsız gibi Turancı faşistler Nazilerin finanse ettikleri yayınlarında alenen Yahudi düşmanlığı yapıyorlar. 1934 yılına gelindiğinde ise Trakya Yahudileri devlet imkânlarının kullanıldığı örgütlü bir saldırıya uğruyor, çok sayıda Yahudi katlediliyor, malları yağmalanıyor, canlarını kurtarabilenler İstanbul'a kaçıyor, oradan da yaşayabilecekleri başka herhangi bir ülkeye göç ediyorlar. Varlık vergisi ile de özellikle Yahudi gayrimüslimlerin Türkiye'de yaşama koşulları neredeyse tümüyle ortadan kaldırılıyor.
Böyle bir ortamda Ankara Yahudilerinin "Türkçe konuşmaya karar vermekten" başka çareleri var mıdır?