Adaletin peşinde

08.03.2015 - 13:49
Nuray Çevirmen
Haberi paylaş

1920 yılında Van Eski Mebusu Vahan Papazyan, Der-Zor çöllerinde, çöl rüzgarlarının savurduğu kumların altından çıkan insan kemiklerine bakar. Onun bakışındaki derin kederi, soydaşlarının kırımından arta kalanları nasıl bir duygu ile izlediğini anlamamız olanaksız.

Olanaksız çünkü; böyle büyük bir felaketin yaşattığı acının yükü de çok ağır. Yaklaşık Bir Buçuk Milyon İnsanın yok olmasının izledir bunlar. Katliam, tehcir süresince bütün yollar, dereler, vadiler, uçurumların dipleri ölüler ile kaplıydı. Ve hatta tehcir istasyonlarındaki çadırların içleri hastalıktan, yaşlılıktan, açlıktan ölenlerin kaldırılmayan cesetleri ile kaplanmıştı. Kemikler kemikler kemikler… Gömülmeyen, gömülse bile bir karış toprak altında, taşlarla üstü kaplanmış insanlar kısacık zamanda bir avuç kemiğe dönüştüler, savruldular. O kemikler bir günah gibi duruyor karşımızda. Hesabı sorulmamış, yargılanmamış, vicdanlarda hesaplaşılmamış bile. O kemikler kaybolmuyor, söze, şiire, ağıda dönüşüyor.

O zamandan bu zamana kadar devam eden mutat katliam geleneği hiç durmadı. Çünkü cinayet ve katliamları meşru kılan devletin zihniyetinde bir değişiklik olmadı. Değişen yalnızca hedefe konulan kurbanlardı. Ermeni katliamlarında yer alan dönemin devlet kuruluşu Teşkilat-ı Mahsusa ve organize ettiği sivil katliam çeteleri (Çeçen çeteler, Hamidiye alayları, hapishanelerden silahlandırılarak salıverilen suçlular, mahalli işbirlikçi çeteler) vardı. 1990’lı yıllarda ise insan kıyımının asli gücü olan askeri organların yanında korucular ve mafya. 1990’lı yılların başta Çiller Özel Örgütünün organize ettiği alt yapılanmaları ile on yıllar boyunca yaklaşık “On yedi bin faili meçhul” cinayete imzalarını attılar. Kayıplarla ilgili zamanında açılan dosyalar ya kapatıldı ya da hiç dikkate alınmadan şikayetleri geri çevrildi. Daha da korkunç bir gerçek var ki; insanların çoğunluğu şikayet etmeye bile cesaret edemediler. Binbir güçlükle açılabilmiş, bir elin parmakları kadar bile olmayan davalarda takınılan resmi ideolojik tavır, dönemin cinayetlerini aklama çabasından başka bir şey değildir.

Konuya bahis davalardan biri olan Kızıltepe-Jitem davası 3 Mart 2015 tarihinde Ankara Adliyesi 5. Ceza dairesinde görülmeye başlandı ve başlar başlamaz durduruldu. Çünkü sanık iki askerin yargılanması için izin alınması gerektiği belirtilerek dosya bir bütün olarak HSYK’ya gönderildi. Gönderilme gerekçesinin yasal dayanağının son çıkan düzenlemeye göre çürütülmüş olmasına rağmen, mahkeme başkanı savcının mütalaasına göre karar verdi ve adalet isteyen herkesi elinin tersi ile işaret ederek mahkeme salonundan çıkarttırdı. Devlet tarafından bir var/bir yok masalı etrafında çevrilen tartışmanın dışında, ağır ve acımasız varlığı, işlediği cinayetler ve içindeki görevlilerin itirafları ile deşifre olmuş vaziyette.  Davanın en önemli sanıkları Ergenekon davasında bir süre tutuklu kalan eskinin İşçi Partisi, yeninin Vatan Partisi üyesi Emekli Albay Hasan Atilla Uğur. Ayrıca dönemin Diyarbakır İl Jandarma Komutanı Albay Eşref Hatipoğlu, kendisi Hasan Kondakçı, Korkut Eken, Sedat Bucak ile yer sofrasında yemek yiyerek verdiği pozla bir dönemin karanlığına ait fotoğraf vermiştir. Diğer ikisi Jandarma Komando Bölük Komutanı Ahmet Boncuk, Başçavuş Ünal Alkan olmak üzere toplam dört askerdir. Bıçak tipi olarak adlandırılan bu ölüm çetesinin diğer beş üyesi korucudur. Bunlar: Abdurrahman Kurga, Ramazan Çetin, Mehmet Salih Kılınçaslan ve İsmet Kandemir. Bıçak Timi toplam 22 cinayet ile yargılanması için dava açılmıştır. Yirmi iki yaşam, umutlar, hayaller Kürt olmaları vesilesiyle tehlikeli görülerek yok edildi.

14 Ocak 1995’te gözaltına alınan ve kaybedilen Mahmut Abak’ın cesedi, o yıl yağışların fazla olması nedeniyle 11 Şubat 1995’te Tılzerin mezrasındaki kuyudan su yüzeyine çıktı. Yakınlarının başvurusunda “PKK yaptı” denilerek kapatılan dosya cesedin bulunması ile Jitem dosyasına alındı. Kuyu ve çevresinde yapılan kazılarda çok sayıda insan kemiğine rastlandı. DNA karşılaştırmalarında kemiklerin Nurettin Yalçınkaya, Necat Yalçınkaya, Zübeyir Birlik, Zeki Alabalık, Abdurrahman Coşkun, Mehmet Emin Abak’a ait oldukları anlaşıldı. Yakınlarını arayanlar ancak kemiklerini bulabildiler. Aynı davanın bir başka infaz konusu:  Aynı aileden yedi kişi 1 Aralık 1992 yılında Kızıltepe-Tuzluca Mezrasında Jitem elemanlarınca alındı ve katledildi. Süre içerisinde helikopterden atılan, kurşunlanan, infaz edilen kişilerin sayısını tanıklar ve gizli tanıklar vermektedir. Bu ve bunlara benzer cinayetler ile adı anılan katliamları yapan Jitem yapılanması ve Bıçak Timi denilen örgüt elemanları davanın faili konumundadır.

Çözüm sürecinin konuşulduğu bu zaman, yüzleşme ve hesaplaşmaya da ihtiyaç duyulan zamandır. Her cumartesi Galatasaray Meydanında, Diyarbakır’da, Batman’da, Yüksekova’da Cizre’de toplanan annelerin, babaların, çocukların, tüm kayıp yakınlarının artık yalnızca kemikler. Tabi devlet ve kendi koruma mekanizması olan adalet sistemi buna izin verirse. Kayıpların yakınlarının her bir hesaplaşmayı yalnızca hukuksal zeminde araması ve hukukun onlara sırt çevirmesi ne büyük ve acı bir tezattır. Devlet organizasyonu ve gözetiminde işlenen cinayetlerin tamamı, yargının cezasızlıkta diretmesinden anlaşılacağı üzere –siyasal cinayetlerdir-. Siyasi cinayetleri, kendi egemenliğine tehdit olarak algıladığı tüm unsurları yargılı-yargısız yok etmeyi görev sayarak işleyen devlet aklı, faillere pozitif yaklaşmaktadır. Yargılamalarda görüldüğü üzere, hukuk devletin aracı olmakta, araçsallaşmaktadır. Her türlü yetersizliğine rağmen mevcut halini bile mahkemeler hiçe sayarak karar vermekteler.

Devletin cezasızlık iradesinin en belirgin özelliği, açılabilmiş davaları kendi yaşanmış bölgesindeki ve en yakınındaki yargı kurumlarından dosyaların alınarak batının yargı kurumlarına aktarılmasıdır. Batının belli olan, milliyetçi, statükocu zihniyetinin hakim olduğu bölgelere taşınmasıdır. Bir diğer boyutu ise mağdur yakınlarının ki onlar; yoksul insanlardır, kendi ortamlarından, yüzlerce km ötelerdeki şehirlere gidip gelebilme zorluğudur. Güvenlik gerekçesi bahane edilerek alınan bu davalar da gerçek te ne kadar güvenlik sorunu vardır ki? Amaç; batıda ki adliyelerin karanlık ve soğuk koridorlarında davaları kaybettirmektir. Kırıkkale’de görülen Vartinis Davası, İzmir’de görülen Lice Davası, Ankara’da görülen Görümlü Davası ve Kızıltepe/Jitem Davası aktarılmış olan davalardır. Gözlemleyebildiğimiz davalarda mahkemenin tutumu ve karara giden yollarda, mağdur yakınlarına adalet vermekten öte devleti ve devletin memurlarının yargılanmasına engel olmak şeklindedir. Sanık avukatlarının savunma yapmaları haricinde tamamen milliyetçi ve ötekileştirici refleks ile ölenleri terörist olarak kabul referansı ile savunma yapmaktalar. Adalet mekanizmasında, hukukun insan için değil, devlet denilen soyut yapılanmayı korumak için var olduğu gerçektir. Demokratik hukuk zemininden uzakta –hukuk devlet içindir- kuramı mevcuttur.

Bize, dağı taşı kaplamış, gizli ve bulunmuş kemiklerin söyleyecekleri var. Gelecekte katliamların olmaması için, özgür ve yaşam hakkının kutsal sayıldığı bir gelecek için, adaletin yerini bulması için iradi gücümüzü ortaya koymalıyız. Vahan Papazyan gibi kemiklere kederle bakmanın dışında, o kemiklerin sahiplerinin ruhlarına adaletin tecelli ettiğini fısıldamalıyız eğer ki bizi duyuyorlarsa. Değilse bile çocuklarının acılarını biraz olsun hafifletebilmek için. Katliam, cinayet, göç ettirme, tecavüz ve aşağılamanın bu topraklardaki bereketini, insan hak ve özgürlüklerine karşı kayıtsız ve mesafeli duran insanlar arttırıyor. Devlet, yapılan her türlü şiddetin toplum vicdanında topyekun karşılık bulmayacağını biliyor. Hele de bunun etnik aidiyetten ötürü olması durumunda bu yok sayma daha da had safhadadır. Bunun biz de farkındayız, ancak bu farkındalık bizim daha çok davalara sahip çıkmamızı gerektirir. Adalet bizleri elinin tersiyle mahkeme salonundan dışarı çıkartan hakimlerin vicdanına değilse bile tutumuna çekidüzen verir. Adaleti devlet isteyerek vermez. Ancak köşeye sıkışırsa, başka seçeneği kalmazsa adaletin yerini bulmasına ses çıkarmaz.

Mağdurların yakınlarının gözlerine bakabilmemiz için, yarın kemiklerin adaletini sağlayamamış bir geçmişi geleceğe taşımamak için toplumsal bir adalet bloğu oluşturmalı.

Nuray Çevirmen

Bültene kayıt ol