“Irkçı değilim ama…”lara cevaplar: Mültecilerle dayanışmanın el kitabı

05.06.2018 - 16:05
Ozan Tekin
Haberi paylaş

Geçtiğimiz günlerde Muharrem İnce, başkan olursa, bayramda memleketine dönen Suriyelilerin arkasından kapıyı kapatacağını söyledi. Marksist.org bunu İnce’yi ırkçılık yapmakla suçlayarak, haberin görseli olarak ise “Suriyeli mülteciler kardeşimizdir” yazan bir pankartın taşındığı eylem fotoğrafı kullanarak duyurdu. 2014 yılında o eylemi düzenleyen Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De platformunun sayfasından da bu haber paylaşıldı.

Irkçılığa karşı kurulmuş bir platformun Facebook sayfasında dahi, bu haberin altına onlarca ırkçı yorum geldi. Bu durum, Arap ve mülteci düşmanlığının, Türkiye’de Kürtlere, Ermenilere veya diğer gayrimüslim azınlıklara yönelik ırkçılığa karşı mücadele edenler içinde dahi ne kadar yaygın olabileceğini gösteriyor. Argümanlar şöyle:

“Kardeşinizse evinize alın”: Birkaç yıl Suriyeli arkadaşlarımla aynı evde yaşadım, hiç “evime aldığımı” düşünmedim ama olsun, bu soruya gururla yanıt verebilirim. Onun dışında, Suriyeliler zaten bu ırkçıların evlerinde kalmadıkları için, “başlarından atacakları” bir durum da yok. Sokaklarda veya diğer kamusal alanlarda ise kimin bulunup kimin bulunmayacağını belirleme hakkı bunu söyleyenlere düşmüyor. Dolayısıyla evimize almamız gerekmez, savaştan kaçıp gelen Suriyelilere kamu otoritesi tarafından barınma, gıda, eğitim, sağlık vb gibi temel hakların sağlanmasını talep edeceğiz.

“Suriyeliler benim paramı yiyor, siz gelmiş ırkçılık diyorsunuz”: Suriyeliler kimsenin parasını yemiyor. Konuyla ilgili çıkan hurafelere mültecilerle ilgili çalışma yapan STK’lar, teyit.org gibi internet siteleri defalarca yanıt üretti. Tam aksine, milyonlarca Suriyeli dört yıla yakın süredir Türkiye’de tamamen kayıt dışı, en ağır sömürü koşullarında çalışıyorlar. Onlar üretime ve ekonomiye katkı yaparken Türk patronlar zenginleşiyor, mültecilerin payına ise ırkçılık ve sefalet düşüyor. Suriyeliler kimsenin parasını yemediği gibi, aynı koşullarda çalışan bir Türkiye vatandaşının elde ettiği geliri bile elde edemiyorlar. Dolayısıyla doğrusu şöyle olmalı: Türk patronlar Suriyelilerin emeğini sömürüyor, gasp ediyor, parasını yiyor.

“Burası aş evi mi? Çekip gitsinler Suriye’ye, ne işleri var burada”: CHP’li “çağdaş” kimselerin “Ya sev ya terk et”çi ırkçılara dönüştükleri an. Sınırların ve ırkçılığın olmadığı bir dünyayı özleyenler olarak, herkesin istediği yerde bulunabilmesini savunuyoruz. Savaştan kaçanların, evi başına yıkılanların veya sadece gezmek için Türkiye’ye gelen tüm Suriyelilerin başımızın üstünde yeri var. Ne işleri olursa olsun gelebilirler ve kalabilirler. Yunanistan’dan geri gönderilmeleri gündeme geldiğinde “No Turkey” diye eylem yapanların Türkiye’ye bayıldığını düşünecek bir sebebimiz de bulunmamakta. Başka bir insan grubuyla yaşamaya tahammül edemeyenler de sorunu kendilerinde aramalılar.

“Neden ülkelerinde kalıp savaşmadılar?”: Kimse savaşmak zorunda değil. Türklerin çok savaşçı ve cesur oldukları iddiası da Türk milliyetçiliğinin bir uydurması. Çok övülen Çanakkale savaşında asker kaçağı sayısı, ölen Osmanlı askeri sayısının bir buçuk katı. Türklerin de çoğunluğu -makul insanlar olarak- felaket bir savaş çıktığında kaçarak canını kurtarmaya çalışmış. Üstelik Suriye’deki savaş çok boyutlu, ‘savaşsınlar’ diyenler de çeşit çeşit. Esad rejiminin saflarında halka karşı savaşılmasını isteyenler de, Türkiye’ye yakın gruplarla birlikte TSK doğrultusunda hareket edilmesini isteyenler de Suriyelilere ‘savaşın’ diyor. Çok biliyorsanız gidin siz savaşın, hiç kimse asker doğmaz.

Tüm argümanlardaki ortak nokta ise şu: Türkiye’de çok zor koşullarda sığınmak zorunda kalmış insanların, Türkiye toplumundaki tüm sorunların kaynağı olduğu iddiası. Bu, sorunların asıl muhatabı olan siyasetçilerin ve sermaye sahiplerinin hedef olmaktan çıkmasına neden oluyor. Dolayısıyla Türkiyeli sıradan insanların da aleyhine bir durum yaratıyor.

Bir diğer nokta ise şöyle: Sığınmacıların insan olmaktan kaynaklı, sıradan insanların aşağıdan mücadeleleri sonucunda uluslararası hukuka yazdırılmış birtakım hakları var. Kaderlerinin ne olacağı konusunda ırkçıların beyanları değil, bu kurallar geçerli olmalı. Hükümetin ise bu konuda eleştirilecek ve yapmadığı birçok şey var. Suriyeliler “misafir” olarak görülüyor, eşit haklara sahip değiller, “geçici koruma statüsü” sahibi olanlarının şehir değiştirmeleri dahi yasak. Bu eşitsizlik giderilmedikçe Suriyeliler asgari ücretin yarısına günde 16 saat çalışmak zorunda bırakılıyor, daha iyi bir yaşam için Avrupa’ya kaçmaya çalışırken Ege ve Akdeniz’de can veriyorlar. AKP ise 2016 yılında imzaladığı anlaşma sonucu AB’nin bekçiliğini yapıyor, mültecilerin Batı’ya gitmesini engelleme görevini üstleniyor. Yaptıkları bir diğer şey ise Suriye sınırına dünyanın en büyük duvarını örmek.

Hiçbir mülteci sınır dışı edilmesin

Dün mültecilerle ilgili bir gelişme daha yaşandı. Adana’da yakalanan ve sınır dışı edilecek çoğunluğu Pakistan ve Afganistanlı 51 göçmen arasından iki tanesi haber oldu. Bunlar İranlı genç bir çift. Kadın başı açık olduğu için İran’a dönmek istemiyor, erkek arkadaşının ise dövmeleri olduğu için dönerse idam edileceğini söylüyor.

Sosyal medyada başlayan bir kampanya sonucu bu çift İran’a geri gönderilmedi. Güvenli başka bir ülke bulunana kadar Türkiye’de kalacaklar. Ne kadar güzel!

Keşke mültecilerle ilgili bu duyarlılık, konu yalnızca sekülerlikle ilgili bir şey olduğunda hatırlanmasa. Ateist veya dindar, hangi mezhepten veya etnik kökenden gelirse gelsin, tüm mülteciler başımızın tacıdır. Yeryüzü hepimizindir, Türkiye’de istekleri kadar kalabilirler. Yurttaş olabilmeli ve bizimle birlikte mücadele edebilmeliler.

Ozan Tekin

[email protected]

Bültene kayıt ol