Göklerden inen bir karar vardır

28.07.2017 - 13:12
Özdeş Özbay
Haberi paylaş

İstanbul birkaç hafta içerisinde ikinciye “sel felaketi” yaşadı. İBB bir önceki sefer de aşırı yağış olacağını duyurmuş ve vatandaşlara sadece evde kalmaları uyarısında bulunmuştu ancak çalışmak zorunda olan milyonlarca insan elbette evden çıktılar ve şehir sular altında kaldı.

Avrasya Tüneli'nin açılışında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "Avrasya Tüneli sayesinde İstanbul'un iki yakası arasında dışarıdaki iklim şartlarından etkilenmeden kesintisiz araç ulaşımı mümkün hale geldi" demiş olmasına rağmen sel nedeniyle Avrasya Tüneli araç trafiğine kapatıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu durumu doğal afet olarak duyurdu!

27 Temmuz tarihinde ise bir kez daha önceden geleceği duyurulan aşırı yağış ve fırtına sonucu şehir altüst oldu. İBB yağışların çok etkili olduğunu, 18 Temmuz’da 45 dakikada yaklaşık 50-60 kilogram yağışın, bugünkü yağışta ise 20 dakikada fırtına ve dolu ile birlikte 30-40 kilogram arasında yağışın kaydedildiğini bildirdi. Yani bugünkü yağış miktarı aslında birkaç hafta öncesine kıyasla daha az ama fırtına şiddeti çok daha yüksekti.

İBB açıklamasında göre “Şiddetli yağış esnasında dakikada ortalama 25 şimşek ve yıldırım hadisesi ile yağış boyunca toplam 372 adet şimşek ve yıldırım hadisesi gözlemlenmiştir. Yıldırım düşmesi nedeniyle meydana gelen 2 adet yangın olayı meydana geldi. Kağıthanede Odun Deposunda çıkan yangın İtfaiye ekiplerinin müdahalesi ile kontrol altına alındı. Yine Haydarpaşa Garının kulesine vinç devrilmesi nedeniyle çıkan yangın söndürüldü. Yaralanan bir vatandaş vincin altından çıkartılarak hastaneye kaldırıldı. Şişli İlçesi Pangaltı semtinde bulunan Ermeni mezarlığının duvarı çökmesi sonucunda 2 vatandaş yaralı olarak hastaneye kaldırıldı.”

Ayrıca Marmaray seferleri 1,5 saat boyunca durduruldu. Birçok şehir hatları vapuru deniz ortasındayken fırtınaya yakalandı ve binlerce insanın hayatı riske atıldı. Yağmur sularını boşaltması için yapılan sistemlerin çalışmadığı bir kez daha görüldü. Aşırı betonlaşma ve ormansızlaştırmanın bir sonucu olarak sel suları toprağa hiç değmeden caddelere doldu ve büyük hasar bıraktı. Tabi eskiden akarsuların aktığı su yollarına yapılan binaların olduğu bölgelerde de ev ve işyerlerini su bastı.  

Geriye doğru kısa bir hatırlatma yapmak gerekirse İstanbul’da bu gibi “beklenmedik” aşırı iklim olayları son birkaç yıldır çok sık yaşanmaya başladı. 2014 ve 2016 yıllarında yaşanan fırtınalarda ilk kez İstanbul’da hortum kıyıya zarar vermişti. Üsküdar sahilinde deniz metrelerce içeri girmişti.

Küresel ısınma gerçeği

Tekrarlanan tesadüfler artık tesadüf değildir denir. Kırk yılda bir yaşanan bir olayı geçici olmakla açıklayabilirsiniz ama son yıllarda giderek sıklaşan ve şiddetini arttıran yağış, fırtına ve aşırı sıcakları doğal afet olarak açıklayamazsınız. Türkiye yıllardır bilim insanlarının anlattıkları küresel ısınma gerçeğine yüz çeviren ülkeler arasında. Üstelik küresel ısınmanın Türkiye üzerine nasıl etki edeceğine dair araştırmalar da özellikle İstanbul’un büyük risk altında olduğunu yıllardır söylüyorlar.

Örneğin iklim değişikliği ve etkileri konusunda dünyanın en önemli bilimsel yayın organı olan Nature Climate Change dergisinde, 2013 Aralık ayında iklim değişikliğinin tüm dünyadaki kıyı şehirlerine etkisini inceleyen bir araştırmanın sonuçları yayınlanmıştı. Araştırmaya göre dünyada en riskli ilk on şehir sıralamasında, İstanbul sekizinci, İzmir de onuncu sırada yer alıyordu.

Climate News Network de daha geçen haftalarda (12 Mart 2017’de) iklim değişikliği ve ortaya çıkacak etkileri yüzünden, İstanbul ve İzmir’in de aralarında bulunduğu toplam 19 mega Avrupa şehrinin önemli ekonomik riskler ile karşı karşıya kalabileceğini duyurmuştu. İstanbul, Barselona, Londra, Atina, Stokholm ve Kopenhag gibi deniz kenarında kurulu şehirler, iklim değişikliği yüzünden yükselecek olan deniz seviyesi tehdidi ile karşı karşıyalar. İspanyol bilim insanlarının hesaplarına göre İstanbul ve İzmir’de yılda 15 Milyar dolarlık hasar ortaya çıkabilir.

Türkiye iklim değişikliğinin kendi üzerindeki etkilerini dahi görmezden gelirken küresel ısınmaya dair rakamlar devletler ve şirketler ne derse dersin gezegenin alarm verdiğini gösteriyor.

NASA’nın geçen yıl yaptığı bir araştırmaya göre Doğu Akdeniz havzasında bulunan ülkeler son 900 yılın en şiddetli kuraklığını yaşıyor. Kuraklık demek yağış olmaması anlamına gelmiyor tabi. Aynı miktarda yağışın çok kısa sürede düşmesi de kuraklık tanımı içinde değerlendiriliyor. Yani suyun doğaya karışmak yerine sel olup akması hem kuraklığın bir sonucu hem de kuraklığı körüklüyor. 1998 yılından beri Türkiye, Ürdün, Suriye gibi ülkeler açıkça kuraklaşıyor. Oysa hükümet yetkililerinin bu araştırmaya yanıtı NASA’nın olaylara kuş bakışı baktığı yönünde olmuştu!

OECD’ye göre 2050 yılı itibariyle dünya nüfusunun yarıya yakını (%47) su stresinin yaşandığı bölgelerde yaşıyor olacak. Türkiye de bu ülkeler arasında. Zaten su fakiri bir ülke olan Türkiye su varlıklarının korunması yönünde değil sorunu daha da büyük bir coğrafyaya yayacak yöntemler geliştiriyor. Yani daha fazla baraj yapıyor ve kanallarla havzalar arasında su taşıyor. Oysa su varlıkları kuruduğunda ne barajlarda su olur ne de kanallarla suyu aktarmak mümkün olur.

Sıcaklıklarda rekor üstüne rekor

Ulusal Uzay ve Havacılık Dairesi'nin (NASA) ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA) ile hazırladığı rapora dayandırılarak yapılan açıklamada ise 2016 yılı 1880'den bu yana tarihin karada ve denizde en sıcak senesi olarak kayda geçti. Raporda, 2016'nın tarihin en sıcak yılı olarak kayda geçtiği, sıcaklığın 2015'e göre 0.07 santigrat derece artarak rekor kırıldığı belirtilirken, 2014'ten bu yana her yıl art arda sıcaklık rekorları kırıldığı bildirildi. 2017 yılının ise daha şimdiden 2016 yılından daha sıcak olacağı tahmin ediliyor.

Peki tarihin en sıcak yılı olan 2016 yılında dünyada neler olmuştu? Kısaca hatırlayalım: Temmuz ayının başlarında da Çin’in yedi eyaletinde etkili olan sellerde 180’den fazla kişi hayatını kaybetmişti. Sellerden olumsuz etkilenenlerin sayısı ise 33 milyon civarında olduğu belirtilmişti. Kalkınmacı anlayışta, betonlaşma ve fosil yakıt tüketiminde Türkiye ile pek çok ortak noktası olan Çin’de seller artık rutin hale geldi. 2008 yılından bu yana selden etkilenen kent sayısı iki kattan fazla arttı.

Bu mesele sadece Çin’in meselesi değil elbette. 2016’da Almanya’da aşırı yağışlar önce ülkenin güneybatısını vurdu. Almanya’nın Bavyera ve Ren bölgesindeki sel felaketi yüzünden hayatını kaybedenler oldu. Sel yüksek maddi hasara da yol açtı. Haziranın ilk haftasında ise Ukrayna’dan Fransa’ya kadar tüm Orta Avrupa’yı etkisi altına alan aşırı yağışlar ve sel felaketlerinde toplam 18 kişi yaşamını yitirmişti. Aşırı yağışlar ve seller Romanya, Belçika, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde ölümlere yol açarken on binlerce kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. Aynı günlerde Paris şehrinin içinden geçen meşhur Sen Nehri yoğun yağışlar nedeniyle bir gecede 6 metre yükseldi. Paris’te Sen Nehri civarında yer alan evler, dükkanlar ve metro durakları taşan sulardan olumsuz etkilendi. Dünyanın en önemli sanat müzesi olan Louvre Müzesi’nin en alt katlarında yer alan yaklaşık 250.000 eser ise tedbir amaçlı başka katlara taşındı. 17 bin eve elektrik hizmeti sağlanamadı. Sel sigorta şirketlerine 600 milyon Euro’ya mal oldu. Ülke genelinde sel felaketlerinde toplam 4 kişi öldü, 42 kişi ise yaralandı. Fransa’ya Mayıs içerisinde düşen yağmur miktarı 1873 yılında kaydedilen rekor seviyeyi bile aşmıştı.

2015-2016 yıllarında son 35 yılın en güçlü El Nino hava olayı yaşanmıştı. El Nino Afrika’nın, Asya’nın ve Kuzey Amerika’nın güneyinde son birkaç on yılın en büyük kuraklığına neden oldu. Aynı zamanda neden olduğu ani ve aşırı yağışlarla da sel felaketlerine yol açtı. Güney Asya’da pirinç ve kahve üretimi gibi en önemli ekonomik geçim kaynakları ciddi zarar gördü. Hindistan’nın güney eyaletlerinde su krizi trenlerle su taşınarak ve olağanüstü tedbirler alınarak aşılmaya çalışıldı yine de hayatları altüst olan yüzlerce köylü intihar etti. Afrika’nın güney ülkelerinde topraklar ekilemediği için milyonlarca insan köyleri terk etti. Açlık ve susuzluk krizi nedeniyle BM acil yardım çağrısı yaptı. Sonuçta El Nino BM yetkilerinin açıklamalarına göre geride yaklaşık 100 milyon kişiyi gıda kıtlığı ile baş başa bırakarak son buldu.

Küresel ısınma ile mücadelenin yolu antikapitalizm

Bilim adamları, 21. yüzyılın ilk çeyreğine gelindiğinde, kapitalizmin sanayi üretimine geçerek tüm dünyaya yayılmaya başladığı 18. yüzyıldakine göre, atmosferdeki karbondioksit oranının yüzde 40, metan gazı oranının da yüzde 150 arttığını belirtiyorlar.

Dünyada son yıllarda karbon salımında birinciliği Çin alırken ABD, Hindistan, Avrupa Birliği de diğer sıraları paylaşıyor. Karbon salımına neden olan alanlarda ise enerji üretimi ve mal üretimi %70’ler seviyesinde. Yani küresel ısınmaya dair bireysel tüketimi azaltmayı tavsiye eden sözde çözüm önerileri küresel ısınmayı durdurmak yönünde son derce cılız adımlar olmaktan öteye gidemiyor. Esas çözüm enerji politikalarını ve üretim biçimini radikal biçimde değiştirmekten geçiyor.

Birkaç hafta önce Karbon Bildirim Projesi adlı sivil toplum kuruluşunun hazırladığı rapora göre, tüm dünyada 1988'den bu yana gerçekleşen karbon salımının yüzde 71'inin 100 büyük şirket tarafından yapıldığı ortaya konmuştu. Bu şirketler arasında ExxonMobil, Shell, BP, Chevron ve Saudi Aramco başı çekiyorlar.

Bu şirketler daha iki hafta önce İstanbul’da 22. Dünya Petrol Kongresi için biraraya geldiler. Erdoğan kongrede yaptığı konuşmada Türkiye’nin fosil yakıt üretimini de tüketimini de büyüyen ekonomisi ile birlikte arttıracağını söyledi. Türkiye’nin 2023 Hedefleri içerisinde ülkenin tüm kömür rezervlerini kullanacağı zaten ilan edilmişti. Türkiye hali hazırda 1990-2007 yılları arasında dünyada sera gazı salımı en hızlı artan ülke olmuşken, 2013’te ise sera gazı salımında Avrupa üçüncüsü olmuşken fosil yakıt tüketimini daha da artıracak olursa küresel ısınmaya en büyük katkıyı sunan ülkeler arasında olmuş olacak. Yani Türkiye kendisini de daha şimdiden etkileyen küresel ısınma konusunda hiçbir adım atmıyor çünkü her devlet kendi şirketlerinin karlarını ve rekabet edebilirliğini korumak için birbirinin altını oyuyor.

Tüm dünyada gezegeni büyük bir felakete sürükleyen bu gidişatı durdurmanın tek gerçek yolu kapitalizmin yerine ihtiyaçlara göre üretim yapılacak dayanışmacı ve katılımcı bir sistem koymak. Bunun içinse nasıl şirketler ulusal ve uluslararası düzeyde örgütlenerek dünya politikalarını belirliyorsa, çalışan sınıfın da ulusal ve uluslararası antikapitalist örgütlerde biraraya gelerek dünyayı yöneten %1’in karşısında dikilmesi gerekiyor.

Özdeş Özbay

[email protected]

Bültene kayıt ol