Adalet ve antikapitalist hareket ihtiyacı

19.07.2017 - 10:30
Özdeş Özbay
Haberi paylaş

CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun 25 gün süren Adalet Yürüyüşü sonrası, Maltepe’de 1-2 milyon arası insan bir araya geldi. Bu yürüyüş OHAL nedeniyle hiçbir sokak eylemine izin verilmediği bir dönemde kitleleri yeniden sokağa dökerek fiilen OHAL yasaklarını ezmeyi başardı. Ancak yürüyüş ve miting solda yeni tartışmaların da başlamasına yol açtı.

Öncelikle unutmamak gerekir ki Kılıçdaroğlu sokağa Enis Berberoğlu gibi bir Hürriyet gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni’nin tutuklanması üzerine indi. Muhtemelen aklında olan şey Berberoğlu’nun da temsil ettiği devletin ve egemen sınıfın bir kesiminin desteğini alabilmekti. Ancak yol boyunca “avukatlığını yaptığı” Ergenekon, koalisyon kurmaya çalıştığı MHP ve Cumhuriyet Mitingileri’nde yan yana geldiği Perinçek AKP ile birlikte kendisine hakaretler düzdüler. Kılıçdaroğlu Erdoğan etrafında toplanan eski müttefiklerini kendi yanına kazanamadı. Ancak yürüyüş sırasında kendisinin de ummadığı kadar çok çevreyi yanında buldu.

Adalet yürüyüşünün bir gün öncesinde ısrarla HDP’li vekillerin tutuklanmasına neden olan yasa değişikliği hakkında sorulan sorulara “Bugün olsa dokunulmazlıkların kaldırılmasına yine evet deriz” diye yanıt veriyordu. Ancak yürüyüşe HDP vekilleri, Ahmet Türk, Roboskili aileler, KHK mağdurları, kadın hareketleri ve feministler, barış akademisyenleri ve daha birçok toplumsal grup destek verdi. Bugüne kadar özellikle HDP ile yan yana gelmekten kaçınan ve diğer toplumsal kesimlerle de buluşmayı başaramayan Kılıçdaroğlu ilk kez ulaşamadığı kesimlerin de yürüyüşe gelmesi ile politik bir değişiklik eğiliminde olduğunu Maltepe mitinginde gösterdi.

İktidarının ilk 10 yılı boyunca AKP sürekli olarak toplumun ezilen kesimlerinden artan oranda destek alarak yükselmişti. Ergenekon ve baskıcı devlet mekanizması ile sınırlı da olsa hesaplaşmaya girişmesi (ve tabi devletin kapatma davaları, e-muhtıra ve darbe girişimleri ile karşılaşması), yoksullara yönelik yardımlar, ekonomik kalkınma, demokratikleşme hamleleri ve barış süreci toplumsal desteğini düz bir doğru şeklinde olmasa da arttırdı. Bunların karşısında gerici bir devlet partisi olarak duran CHP’nin Ergenekon’un avukatlığı yapan, yeni anayasaya karşı çıkan, çözüm sürecine karşı çıkan tutumu özellikle işçi sınıfının büyükçe bir kısmının AKP’ye yönelmesine neden oluyordu.

Son yıllarda ise tam tersi bir eğilim var. Ergenekon’u serbest bırakıp yanına kazanan, Perinçek ve Peker gibi ırkçılardan destek gören, “artık Kürt sorunu kalmamıştır” diyerek eski yöntemlere geri dönen bir devlet partisi görünümü veren AKP’dir. Buna ekonomik ve politik istikrarsızlığın neden olduğu genel huzursuzluğu da eklemek gerekir. Bürokrasi, TSK ve MHP’den sürekli bir beklenti içerisinde olan CHP içinse denizin tükendiği ortadayken yürüyüşe ve mitinge daha önce hiç olmadığı kadar geniş bir kesimden insan gelmesi ilan edilen 10 madde etrafında CHP’nin sağcı Kemalist partiden merkez bir parti olma yönünde adım attığını gösteriyor. Ancak bu henüz tamamlanmış bir süreç değil.

AKP, MHP’ye ve devlete yaklaştıkça merkez siyasette bıraktığı boşluğu doldurmak için hem Meral Akşener hem Kılıçdaroğlu önümüzdeki dönem muhtemelen buraya oynayacaklar. Ancak bizim ihtiyacımız olan bir merkez partiden daha fazlası.

CHP işçi ve sendikaların kitlesel olarak üyesi olduğu bir Labour Partisi (İngiltere İşçi Partisi) değil. Kılıçdaroğlu ise Corbyn değil. Parti tabanından yükselen ve bütün parti teşkilatını değiştirmeye aday olan bir hareket yok. CHP kadroları hala Kemalistler, işadamları ve küçük burjuvalardan oluşmaya devam ediyor. Böyle bir parti içeride büyük bir değişim olmaksızın ve partiye işçiler ve gençler dolmaksızın asla sosyal demokratik bir partiye dönüşemez. Dolayısıyla merkeze kayma eğiliminde olan CHP kendi soluna doğru geliyor olsa da gerçek anlamda bir sol partiye dönüştüğü yanılsamasına kapılmamak gerekiyor.

Fakat bir de bakmamız gereken miting alanı var. Oraya gelenler CHP’nin kadrolarının çok ötesinde savaş karşıtları, kadın hareketleri, HDP’ye oy verenler, Gezi direnişine katılanlar, referandumda hayır diyenler, adalet ve özgürlük isteyenler ve dahası. Bu kesim son yıllarda AKP tabanında da çatlak açmayı başaran ama henüz organik bir ilişki kurmayı başaramamış bir kitle. Hem 7 Haziran seçimlerinde AKP’nin %40’a düşmesi hem de referandumda İstanbul dâhil birçok büyükşehirde hayır oylarının yüksek çıkması artık kitle kazanmakta olan tarafın AKP olmadığını gösteriyor. AKP bir devlet partisi görünümü verdikçe savaştan, milliyetçilikten ve ekonomik sıkıntılardan bunalan kitleler başka bir alternatif arıyor.

CHP sözcülerinin bir anket çalışmasına dayanarak açıkladığına göre toplumun %60’ı adalet yürüyüşüne olumlu bakıyor. Bir de olumsuz bakmayan yani nötr kalan kitleler olduğu düşünülürse (%18 deniyor) bu AKP’nin karşılaştığı en büyük hegemonya krizlerinden birisi demek. Ancak CHP’nin merkezci politikalarının AKP’den kitle koparabileceği düşüncesinde bir sorun var. Bugün tüm dünyada radikal sağ ve sol hareketlerin yükselme nedeni kapitalizmin 2008 yılından beri girdiği krizi aşamıyor oluşu. ABD’de seçim sonrasında yapılan yorumlarda radikal sol aday Sanders seçime girseydi Trump’tan oy çalabilirdi deniyordu. Çünkü var olan sistemin çalışmadığını söyleyen ve onu değiştireceğini söyleyen iki adaydan biri Sanders diğeri Trump’tı. Clinton’ın merkezci politikaları egemen sınıfının büyükçe bir kısmını etrafında toplarken işçi sınıfında Sanders’ın uyandırdığı umudu sürdüremedi. İngiltere’de de Corbyn ilk seçiminde İngiltere’nin ırkçı partisi UKIP’e oy veren işçilerden ciddi oranda oy çekti. Dolayısıyla gün merkeze oynama değil radikal sol talepler etrafında bir alternatif yaratma günü. İşçi sınıfının kazanmanın yolu onlara uzun yıllardır içerisinden geçtikleri sağ fikirleri tekrarlamak değil somut bir program etrafında radikal bir değişim ve adalet hareketi oluşturmak.

Uzunca bir süredir Erdoğan’ın otoriterleşmesinde ana nedenin onun şahsi karakteri değil küresel gelişmeler olduğu bu sayfalarda yazılıyor. Devletler arası rekabet hızla militarist bir rekabeti yükseltiyor. Tüm dünyada otoriterleşme yaşanıyor. Buna karşı da radikal sol hareketler inişli çıkışlı bir grafik izlese de ortaya çıkıyor. Türkiye’de mitingin gösterdiği en önemli şey adalet, demokrasi ve özgürlük taleplerini en radikal biçimiyle ete kemiğe büründürecek bir radikal sol hareket ve somut bir program ihtiyacı. Aksi halde kapitalist devletin başkanı olacak kişi Erdoğan olmasa da, devletin beka kaygısını, sermaye birikimini, kapitalist kalkınmayı ve güvenlik gerekçesi ile askeri harcamaları sürdürecek bir kişi olacak. Nasıl ki Chavez’in hareketi 21. yüzyılın sosyalizmini kurmak iddiası ile kapitalist devletin başına gelip bugün iktidarını protesto eden işçilere ve grevcilere saldıran bir devlet partisine dönüşmüşse, yeni Başkan’ın da dönüşeceği şey sıradan bir devlet başkanlığıdır.

Oysa miting alanında bir araya gelen kitlelerin demokrasi ve adalet talepleri yeni bir antikapitalist hareketin de potansiyellerini barındırıyor. 2019’da kimin aday olacağı tartışmalarına başlamaktan öte bu hareketin vücut bulması için yeni platformlar ve bloklar oluşturmak ve mutlaka yan yana gelişleri somut talepler etrafında gerçekleştirmek gerekiyor.

İspanya’nın radikal sol partisi Podemos meydan işgalinden tam üç yıl sonra çeşitli toplumsal hareketlerin çağrısı ile bir araya gelerek ve somut bir program oluşturarak ortaya çıkmıştı. İspanyolca’da yapabiliriz anlamına gelen Podemos sol reformistlerden antikapitalistlere kadar birçok grubu birleştirmiş ve daha ilk seçimlerde büyük bir oy almayı başarmıştı. Sadece bir yıl içerisinde de üçüncü parti olarak meclise girmişti. Radikal bir sol hareketin varlığı tüm merkez partileri sola çekmişti. Bizim de ihtiyacımız olan böyle bir radikal sol hareketi oluşturmaktır. Ancak bu hareket siyasetin eksenini bütünüyle sola çekebilir. Maltepe’ye gelen kemik CHP tabanı dışındaki kitleye bakılırsa biz de yapabiliriz!

Özdeş Özbay

[email protected]

Bültene kayıt ol