Kriz, Trump ve ırkçılıkla mücadele

08.01.2017 - 20:15
Memet Uludağ
Haberi paylaş

Britanya'da Brexit referandumu, ABD'de Trump'ın seçilmesi, Avusturya'da cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Macaristan'daki mülteci referandumu, Avrupa ve ABD başta olmak üzere küresel ölçekte yaşanılan krizin ve gelinen politik çatırdamanın ciddiyetini gösteriyor.

Bu örneklerden en önemlisi Trump'ın seçilmesi ve Brexit. Her ikisi de neo-liberalizmin ekonomik ve ideolojik 'merkezini' ve bunun yıllardır süregelen egemen statükosunu hem ciddi şekilde sarstı hem de etkileri uzun sürecek bir krize soktu. 

ABD'de cinsiyetçi, ırkçı, kadın ve göçmen işçi düşmanı bir patron, Sanders'i bertaraf ettikten sonra kendinden neredeyse emin olan Clinton'u yendi ve başkan seçildi. 

Britanya'da, sendikalar, İşçi Partisi'nin büyük bir bölümü, hemen hemen tüm sermaye çevreleri, ana akım medya, hükümet, tüm liberal ve merkez sol çevrelerin kampanyasına rağmen halk Avrupa Birliği'nden çıkma yönünde oy kullandı.

Trump'ın seçilmesi hem dünyanın tüm aklı başında insanlarında hem de elitist sermaye çevrelerinde ciddi bir endişe yarattı. 

Brexit sadece başbakanın kellesini götürmedi, üstteki saydığımız çevrelerin hepsini derinden sarstı. Sistem buna ne gibi bir tepki verecek henüz belli değil ama tahmin edebiliriz. 

Bu süreçler boyunca en çok gündeme gelen, en çok kullanılan ve haber yapılan konu ırkçılıktı. 

Sosyalistlerin her iki konuda da doğru analizleri vardı. Bunlar sadece masa başında üretilen analizler değil dünyanın gerçekliklerine dayanan çıkarımlardı.

Bu iki sonucu yaratan şey milyonlarca Amerikalı ve Britanyalı ırkçının varlığı değildi. Elbette ırkçılar vardı, hem de bir sürü ve bu kampanyalar boyunca sesleri çok gür çıktı ama işin aslı sadece ırkçılıkla açıklanacak kadar basit ve kaderci değildi. 

Trump, uzun ve derin bir ekonomik krizin pençesinde sıkışmış, işsiz, evsiz kalmış ve Clinton'un temsil ettiği elit neo-liberalizmin unuttuğu insanların öfkesinin sesi ve dertlerinin devası olacağını söyleyerek yarışı kazandı. Bir yandan sokakta çöp toplayan eski ağır sanayi işçilerini tekrardan gururlu günlere döndüreceğini vaadederken, diğer yandan bulduğu her ortamda Meksikalı göçmenlere, Müslümanlara vs saldırdı. Neoliberal elit statükonun işçi düşmanı zengin patronu Trump kendini Wall Street ormanında Robin Hood ilan etti. 

Liberal ana akım medyanın bile yazmak zorunda kaldığı gibi, New York ile Los Angeles arasında yüzlerce çürümeye terkedilmiş fabrika, onca şehir ve yaşamlar vardı. Sadece bunlar değil, milyonlarca işi olan fakir de sistemin çarkında sıkışmıştı. Bu, neo-liberalist elite sözde kafa tutan sahte Robin Hood'luk ve insanların öfkesine ses olma iddiası Trump'a hem popülist bir ırkçılık platformu verdi hem de burnu havada patronların can dostu Hillary'e karşı başkanlık koltuğunu. 

Britanya seçmeninin yarısından fazlası UKIP destekçisi, Avrupalılar'dan nefret eden ırkçılardan oluşmuyor. 

Britanya'da yaşanılan ekonomik krizin tüm faturası işçi sınıfına kesilmişti. Evsizlik sorunu, eğitim ve sağlık sisteminde (NHS) kesintilerin yarattığı kriz, toplu taşımada kesintiler, ücretlere ve emeklilik haklarına saldırı milyonlarca insanın yaşamını derinden etkiledi. 

Londra'nın banka ve holding patronları resmî kanallardan, hükümetin yardımıyla vergi kaçırırken bu insanlar Muhafazakar Parti'nin umursamaz ekonomik politikaları arasında sıkışıp kalmıştı. 

UKIP'in başındaki ırkçı manyak, Trump gibi kendini Britanya'nın Robin Hood'u ilan etti ve büyük sermayeye karşı duyulan ama harekete geçmemiş öfkenin sesi soluğu olmaya girişti. Popülist halkçılık yaparak yarattığı referandum ortamında her türlü ırkçı zehrini kustu. Bir yandan neo-liberal şımarık zümreye çatarken öte yandan her sorunun kaynağına göçmenleri koydu. 

2007/8 döneminde başlayan kriz Marksist ekonomist Michael Roberts'in yazılarında anlattığı gibi neo-liberalizmin sürekli ve giderek derinleşen krizinin bir parçası. Kapitalizm, genel anlamda giderek azalan kâr oranları sorununa kesin bir çözüm bulamıyor. Son 20 yılda küresel ekonominin spekülatif finansallaştırılması çare olmadı. Ara dönemlerde çıkışlar olsa da yaşanılan her krizden çıkış daha zor ve uzun oluyor. 

Dünyada giderek derinleşen bir polarizasyon var. Avrupa'da bunun çok çapıcı örneklerini görüyoruz. Syriza gibi reformist sol bu duruma yanıt bulamıyor, çare olamıyor. Kapitalizmi seçimlerle iktidara gelerek yönetebilirsin ama kapitalizmin önüne koyduğu koşullar ve çelişkiler seçimle ortadan kalkmıyor. 

Bu polarizasyon faşizm koşullarını yaratmasa da, çok kesin hatlarla ırkçı aşırı sağ ile radikal solun yaşamsal önemde rekâbetini doğurdu. 

Milyonların, işçi sınıfının endişesine kim yoldaş olacak, öfkesinin sesini kim örgütleyecek ve yükseltecek? 

Bir fabrikada işçilere yapılan ekonomik saldırılardan, sosyal hizmetlerdeki kesintilere, ulusal boyutta gelir eşitsizliğinden, küresel ısınmaya kadar, çok yerelden çok genele neo-liberalizmin barbarlığına karşı kim örgütlenecek ve örgütleyecek? 

Galiba karşımızdaki soru bu. Ve belki de en temel, en yerel sorunlar en belirleyici olanları. 

Sosyal konut yapmaktan vazgeçen devletler evsizliği, evsizlik bir sürü toplumsal sorunla birlikte fakir insanlar arasında tepeden getirilen bir rekâbeti doğuruyor. Bu rekâbetin aşırı sağdaki yanıtı ırkçılık olarak ortaya çıkıyor. 

İşte o zaman sendikalarda, sokakta, okulda , yaşamın pek çok alanında "mültecilere bakamayız", "göçmen işçiler evimizi alıyor" gibi düşünceler ortaya çıkıyor ve mültecilere sınırlar barbarca bir şekilde kapatılıyor. 

Radikal solun her boşattığı alanı aşırı sağ doldurmaya hazır. 

Irkçılıkla mücadele hayati öneme sahip. Irkçılığı yaratan koşullarla mücadele de öyle. Ama önemli başka bir görev daha var. Meydanı sahtekâr popülist Robin Hood'lara bırakmamak. 

Giderek polarize olan dünyada aşırı sağın işçi sınıfının kalbini ve fikrini kazanması getirse getirse barbarlığı getirir.

Trump'ın görevi devraldığı 20 Ocak'ta ırkçılık, savaş ve cinsiyetçilik karşıtı küresel eylemler yapılacak. Bunların olabildiğince büyük eylemler olması önemli. Yeni ve başka Trumpların önüne geçmek ise daha bir hayati.

Irkçılık karşıtı mücadelenin yanına yaşamın her alanında, en küçüğünden en geneline küresel elite, kapitalizme ve neo-liberalizme karşı mücadeleyi koymak zorundayız. 

Radikal sosyalist solun birleşik cephelerde argümanları yoldaşça bir tavırla kazanması bu mücadeleleri olsa olsa güçlendirir.

Bu mücadelelerin şekli ve yöntemi heryerde farklı olsa da, özü galiba aynı.

Memet Uludağ

@Memzers

Bültene kayıt ol