Onlarınki kâr hırsı, bizimki ölüm kalım savaşı

05.05.2016 - 08:32
Akgün İlhan
Haberi paylaş

Hindistan’ın kuzeyinde bulunan Arunachal eyaletinin Tawang kentinde, 2 Mayıs Pazartesi günü barajlara karşı gerçekleştirilen eylemde ilk belirlemelere göre en az iki kişi öldü.

Eylem, Lama Lobsang Gyatso adlı Budist rahibin serbest bırakılması için düzenlenmişti. Zira Gyatson, bu eyaletteki HES’lere karşı olan Mon Bölgesi'ni Koruma Federasyonu (SMRF) adlı yerel bir grubun lideriydi ve 28 Nisan'dan bu yana tutuklu bulunuyordu. Yaşadığı toprakları savunmaktan başka bir suçu olmayan barış yanlısı rahibin serbest bırakılmasını istemek üzere karakolun önüne gelen gruba, Tawang polisi gerçek mermilerle ateş açtı. Pek çok insanın yaralandığı eylemde 2 kişi kurşunlanarak öldürüldü.

Hindistan’ın sadece bu eyaletinde bile son on yılda 150’den fazla baraj ve HES projesi imzalandı. Bu projeler tamamlandığında Arunachal eyaleti dünyada baraj yoğunluğunun en yüksek olduğu yerlerden biri olacak. Şimdi bu projeler yüzünden toprakları ve suları gasp edilen insanlar hali hazırdaki küçük barajları bile idare edemeyen yetkililerin büyük barajları nasıl işleteceğini soruyor. Çünkü şehirde elektrik kesintileri kronik bir hal almış durumda. 2012 yılından bu yana baraj ve HES projelerine karşı mücadele veren SMRF’ye göre sayıları 25’i bulan bu küçük ölçekli HES’ler iyi kullanılsa, kentin elektrik sorunu çözülecek ve yeni HES’lere hiç gerek kalmayacak.    

Tabi bu mantıklı önerme eğer amaç insana hizmet olsaydı, kabul görebilirdi. Amaç gereksiz, yıkıcı ve büyük ölçekli projelerle haksız kazanç sağlamak, yaşam kaynakları üzerinde kontrol kazanmak ve güç odaklarının çıkarlarına hizmet etmek olunca insanlara ne olduğunun zaten önemi yok. Önemi olmadığı barışçıl gösterilerden başka bir yöntem bilmeyen, kendi toprakları ve yaşamları için mücadele veren insanların tutuklanması ve kurşunlanmasından belli.

İşin kötüsü bu ne Arunachal eyaletine, ne de Hindistan’a has bir durum. Dünyanın hemen her ülkesinde devlet, şirketlerin çıkarlarını korumak üzere kendi vatandaşını psikolojik şiddetten, öldürmeye kadar bir dizi yöntemle yıldırmaya çalışıyor. Global Witness adlı kurum 2014 yılında Ölümcül Çevre Çevre başlıklı bir çalışma yayınlamıştı. Rapor zaman dilimi olarak 2002-2014 yılları arasını kapsarken,  sadece medyaya yansıyan ve doğrudan çevreci cinayeti sayılabilecek vakaları ele aldı. Çalışma gösteriyor ki çevrecilere yönelik cinayetler 2010 yılından itibaren her yıl 100 civarında artarak yükselmiş. Zira doğal varlıklar üzerindeki baskı küresel rekabet nedeniyle artıp, bu varlıklar giderek azaldıkça çevreciler de artan sayıda suikastlere ve baskılara maruz kalıyor. Elbette bundan en fazla etkilenen insanlar, insan hakları ihlallerinin yüksek olduğu “gelişmekte olan” ülkelerde mücadele edenler.

Raporda kayıtlara geçmiş 908 cinayet vakasından bahsediliyor. 12 yılda en fazla aktivistin öldürüldüğü ülke toplam 448 ile Brezilya iken Honduras 109 ile ikinci sırada. Çevre mücadelesi verilen alanlara baktığımızda en üst sırada baraj ve madencilik faaliyetleri var. Ölümler de zaten an fazla bu alanlarda yaşanıyor. İki alanda da ortak mesele su. Barajlar, endüstrinin enerji ihtiyacını karşılamak için ve baraj yapımı sebebiyle kamulaştırılan alanlarda maden ve sanayi olanakları açabilmek için yapılıyor. Maden ocakları ise ikinci büyük mücadele alanı çünkü madenler yeraltı sularını kirletiyor. Çoğunluğu tarıma dayalı ekonomi ile geçinen yerli halk ise zaten susuzluk krizi yaşanırken bir de bir avuç şirketin su kaynaklarını çekmelerine karşı direnmek zorunda.

Ölümcül Çevre adlı rapor Latin Amerika, Afrika ve Asya ülkelerini ele alıyor. Yani bu çalışmada Türkiye ve gelişmiş ülkelerden veriler yok. Tabi bu buralarda çevre cinayetleri yok anlamına gelmiyor. ABD’li çevre aktivisti Leroy Jackson’un yolun kenarında ölü bulunması; Proctor and Gamble’ye ait bir kâğıt fabrikasının nehre atık su pompalamasına muhalefeti nedeniyle 1992 yılında üç erkek tarafından dövülen, işkence edilen ve tecavüze maruz bırakılan Floridalı Stephanie McGuire gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. 2014 yılında Fransa’da, Sivens Ormanı’nda bulunan Tescou Nehri üzerine baraj yapılmasını protesto eden 21 yaşındaki Rémi Fraisse Fransız polisinin attığı patlayıcı maddenin omzuna isabet etmesi sonucu ölmesi de başka bir örnek olarak verilebilir.

Türkiye’ye gelince; devlet ve hükümet yetkililerinin gittikçe artan bir sıklıkla doğayı katleden ve insanları yerinden yurdundan eden projelere karşı çıkanları “terörist” veya “vatan haini” olarak kriminalize etmesi, yaşam savunucularına yapılan şiddeti meşrulaştırma yöntemlerinden birkaçı. Oysa Yırca’da, Alakır’da, Cerattepe’de Bergama’da ve Hasankeyf gibi daha pek çok yerde, insanlar sadece yaşadıkları yeri yani var olan yaşamlarını savunuyor. Yaşadıkları yere yapılacak madene karşı çıkan halkı bastırmak için Cerattepe’ye 6 farklı ilden binlerce kolluk gücü yığmak, tam da bu şiddetin başladığı yerdir. 2023 yılı kalkınma hedeflerini kaç cana mal olursa, ne kadar doğa kıyımına neden olursa olsun yapacağını açıklayanlar, buna itiraz edene “teferruatsınız” diyenler bu şiddetin failleridir.

Tabii çevre aktivistlerine uygulanan şiddeti sadece cinayetle de sınırlandırmamak gerek. Dünyada toprağını ve kimliğini korumak isteyen milyonlarca insan çeşitli şekillerde şiddete maruz kalıyor. Bunların arasında hayatını kaybetmeyip, yaralananlar da var, psikolojik şiddetle hayatları alt üst olanlar da. Toprağı ve suyu gasp edildiği için göç etmekten başka çaresi kalmayan, bu nedenle yoksullaşarak ekonomik şiddet kurbanı olanlar da var. Göç etmese de yaşadığı kentte parkı elinden alınan, temiz havasından olan, yolda yürüme hakkı kısıtlanan, musluğundan akan suyu içemeyen, parası olmadığı için suyu kesilen milyarlar var. Yani aslında hepimiz şu veya bu şekilde, değişen derecelerde bu çevresel şiddetin mağdurlarıyız. Hindistan’daki baraj ve HES karşıtı mücadeleler ile Yırca’da zeytinlerini korumaya çalışanların mücadelesi işte bu noktada birleşiyor.

Mağdur olmamak için dünyanın farklı yerlerinde farklı yüzlerle tezahür eden ama aslında aynı insanlık dışı kalkınma zihniyetinin parçası olan bu projelere karşı bir olmak gerek. Bu mücadele, bir avuç elitin daha fazla para kazanma hırsına karşı bizim ölüm kalım savaşımızdır. Biz toprağımız, suyumuz ve havamız için mücadele edeceğiz. Biz geleceğimiz için mücadele edeceğiz.

Akgün İlhan

[email protected]

Bültene kayıt ol