İsrail'le dost olmak ne anlama geliyor?

22.12.2015 - 14:58
Memet Uludağ
Haberi paylaş

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, Parti Merkez Karar Yönetim Kurulu toplantısının ardından yaptığı açıklamada, "Kesin bir anlaşma yok [...] kuşkusuz İsrail devleti ve İsrail halkı Türkiye'nin dostudur" demiş.

'İsrail devleti' ve 'İsrail halkı' hangi Türkiye'nin dostudur bilemeyiz. Zenginlerin mi, silah tüccarlarının mı, yoksa birbirinin topraklarında yatırımı olan sermayedarların mı dostluğudur bu?

Aslında Ömer Çelik'in söylediği, öyle çok yeni ve orijinal bir şey değil. Türkiye devletinin resmi görüşü bu. AKP de bunu dillendiriyor, hepsi o. 

Biri NATO üyesi, bölgede emperyalist sistemin alt parçası, diğeri ise başta ABD'nin jandarmalığını yürütmek üzere, kuruluşunu ve varlığını emperyalizme borçlu olan ve kurulduğu günden beri Ortadoğu'da emperyalist müdahalenin en önemli bahanelerinden biri durumunda, saldırgan bir devlet. 

Filistinlilerin Nakba (felaket) dedikleri ve ilk aşamada yüzbinlerle Filistinlinin topraklarından atıldığı 1948'lerden bugüne uzanan bir dostluk bu. 

Hani, ‘’bana dostunu söyle sana kim olduğunu söyleyim’’ derler ya, acaba bu İsrail devleti ve halkı kimdir, nedir? Hatırlamakta fayda var.

İngiltere emperyalizmi, her girdiği ve hakim olduğu yerden geride temizlenmesi zor bir pislik bırakarak ayrılıyor. Filistin’de de durum aynı. 1917'de Kudüs'ün ilk valisi İngiliz Sir Ronald Storrs şöyle demişti: "Filistin'de kurulacak bir Yahudi devleti İngiltere (çıkarları) için, saldırgan Araplar arasında bize sadık, küçük bir Ulster (Kuzey İrlanda) olacaktır." 

Bugün yaşananların kaynağı aslında o günlere dayanıyor.

Filistinlilerin katliamı, asırlarca ırkçı saldırılara, soykırıma uğramış Yahudilerle değil siyonizmin ideolojisi ve mantığı ile açıklanabilir. 

Siyonizm, çıkış noktası olarak, temelinde Yahudilerin kendi devleti olması için mücadele eden siyasi bir hareketti. O dönemde artık hemen hemen her ulusun bir devleti varken, Yahudilerin neden bir ülkesi olmasındı? Siyonizm bunun siyasetini üretti ve İkinci Dünya Savaşı'na kadar defalarca kere katliama uğramış Yahudiler düşünülerek siyonizmin bu talebi pek çok çevreden destek gördü. 

Peki ama bu devlet kim tarafından, nerede ve nasıl kurulacaktı? 

Artık, dünyanın hemen hemen hiç bir yerinde, birilerine "buradan çek git" demeden, tüm Yahudilere vatan olacak, yaşanabilir bir yer kalmamıştı. Yine aynı dönemde, dünyanın pek çok coğrafyası emperyalist güçler tarafından bir şekilde bölüşülmüştü.

Hâl böyle olunca, askeri ve silahı olmayan siyonistlere güçlü birilerinin, ekonomik ve politik olarak zayıf olan bir yerde, yeni bir devlet kurması gerekiyordu. Filistin toprakları, bu iş için hem coğrafi hem de politik olarak çok uygundu. Derdi halkların kendi kaderlerini tayin etmesi, özgür ve bağımsız bir şekilde yaşaması olmayan emperyalistler için Filistin her açıdan önemli bir yerdi. Böylelikle siyonizmin devlet projesi daha en başından emperyalistlerle 'karşılıklı kazanç' pazarlığı üzerinden, emperyalist bir proje olarak doğdu. Bundan sonra bu devletin yapacağı her şey bu temel üzerinde, emperyalizmle uyum içinde olmak zorundaydı.

Sıklıkla şöyle bir soruyla karşılaşıyoruz: "Kendileri büyük sıkıntılar çekmiş Yahudiler, nasıl olur da Filistinlilere bunca ırkçılık-ayrımcılık ve vahşet uygularlar?" 

İsrail sorunu bir Yahudilik sorunu değil, ya da Yahudilikten kaynaklanan bir sorun değil; bir siyonizm ve emperyalizm sorunu. Nasıl ki IŞİD üzerinden tüm Müslümanları ya da Avrupa'da ortaya çıkan faşizm için tüm Hristiyanları sorumlu ve suçlu göremezsek, Filistin'de sürekli yapılan katliamı da Yahudiliğe mal edemeyiz. Buradan Yahudilere karşı nefret üretme gibi bir hakkımız yok. 

Yahudi düşmanlığı, anti-semitizm de, İslamofobi de dünyayı paylaşma kavgasında olan kâh faşizmin kâh emperyalist sistemin ürünü. Her ikisine karşı amansız mücadele vermek zorundayız. Ki, bugün dünyanın dört bir yerinde İsrail devletine ve siyonist ideolojiye karşı duran Yahudiler var. 

Destekçin kim olursa olsun, birilerine topraklarından çek git diyerek yeni bir vatan kurmak kolay değil. Filistin halkı kuzu kuzu çekip gitmedi, gitmiyor, gitmeyecek.

O nedenle, bu yeni devletin kendini hem kendine, hem de tüm dünyaya kabul ettirmesi gerekti. Siyonizmin devleti, ilk olarak Filistinlilerin varlığını inkâr etmekle işe başladı. Filistinlilerin varlığı tamamen inkâr edilemese de; uygarlıktan yoksun, gelişmemiş, toprağı işlemesini bilmeyen dağınık kabileler olarak gösterildiler. İddiaya göre çölü yaşanabilir bir vatan hâline getiren, tarımı ve uygarlığı geliştiren İsrail devleti idi. 

Başka bir propoganda ise İsrail’in Yahudi halkına, geçmişin korkunç olaylarından sıyrılıp yeni, barışçıl bir yaşam alanı sunan bir devlet olduğu idi. Ne var ki, bunu sağlamak ve saldırgan Arapların ortasında barışı korumak için silahlanmak ve Arapları her koşulda dışarıda tutmak gerekiyordu. 

Arapların İsrail’e saldırganlıkları, ‘yerlerinden yurtlarından edilmiş olmaları ve etnik temizliğe maruz kalmaları’ olarak açıklanamayacağı için –bu, suçu itiraf etmek olurdu– elbette Müslümanlar ve Araplar topyekûn düşman, terörist ilan edilmeliydi. Etraflarına barışı korumak için duvarlar örülmeli, İsrail’in yeni kurulan kent ve kasabalarından Araplar olabildiğince uzağa sürülmeliydi. 

Bütün bunlar, Batı kolonicilerinin başka yerlerde başarı ile uyguladıkları şeylerdi. İsrail devleti sadece kuruluşunu değil, ırkçı-ayrımcı varoluş gerekçesini ve bunu sağlayacak askeri-ekonomik desteği de empeyalist hamilerine borçluydu. Bu mayası hiç değişmedi. 

Egemenlerin elinde din bu dünyayı yönetmenin, savaşları kabul edilir hâle getirmenin araçlarından biri. Afrika’ya maden yatakları için giden Avrupalılar yanlarında rahipleri de götürmüşlerdi. Bush, bir yandan habire en baskıcı Hristiyanlığa vurgu yaparken, diğer yandan dünyayı Müslüman teröristlerden kurtarma palavraları atıyordu. Suudi Krallar bu dünyadaki zenginliklerini sözde öte dünyanın kurallarıyla koruyorlar. 

İsrailliler de kendilerini tanrı tarafından seçilmiş, vadedilmiş toprakların sahibi olarak gördüler. Demek ki Filistinliler seçilmiş insanlar değildi. Dolayısı ile tanrının kelâmı gereği ırkçı-apertheid sistem sonuna kadar uygulanmalıydı; ve uygulandı. 

Varlığını, evini, işini, zenginliğini ve nufüs cüzdanını bu temeller üzerine oturtmuş, bu dayatma devlete göbekten bağlı göçmen İsrail toplumu da elbette Gazze bombalanırken tepelerde piknik yapıp patlayan bombaları alkışlarla izleyecekti.

Ve elbette 1948’den bugüne Filistin halkının her geçen gün daha da azalan yaşama alanı, Gazze'ye yapılan vahşet, terörizme karşı uygar, modern, barışçıl İsrail devletinin kendini ve halkını koruması olarak yutturulacaktı.

‘’Kuşkusuz İsrail Devleti ve İsrail halkı Türkiye'nin dostudur" diyenler ya bu tarihi bilmiyor ya da bizleri salak sanıyor. 

Bence ikincisi. 

Ama ne salağız ne de topu topu 60 yıllık tarihi unutacak kadar kuş beyinliyiz.

AKP’nin tabanında yüzü Filistin halkının haklı mücadelesine dönük sıradan insanlar da, İsrail ile işler düzelsin de bol para kazanalım diye ağzı sulanan para babaları da var. AKP'nin her ikisinin ağzına sonuna bal çalması mümkün değil. 

Filistinlilerin tek baş belası İsrail ve destekçileri değil. Son 50 yılda bölgedeki statükoyu koruyan, arasıra hırlasa da aslında gıkı çıkmayan, Gazze'yi İsrail'in insafına terkeden, Filistin'i kendi iç siyasetinin ve danışıklı dövüş çıkarlarının çerezi olarak kullanan, Mısır'ın eski Mübarek'inden Suriye'nin Esad'ına kadar bir sürü devlet var ortada. 

Mısır'da devrim sonrası işbaşına gelen Mursi ilk iş olarak geçmişin anlaşmalarını koruyacağını söylemiş, ayaklanma dönemimde açılan Gazze sınırını kapatmıştı. Oysa ki, Mursi'nin sırtlarına basarak yükseldiği eylemcilerin ilk işlerinden biri, İsrail büyükelçisini kovmak olmuştu. Mursi'de yıllarca Filistin'in hamiliğini üstlenmişti. 

Filistin halkı bürün bu virajları, siyasi oyunları defalarca kere gördü. Bir yandan emperyalizm dostu-müşterisi olan, öte yandan Müslüman Filistin'in hamiliğine soyunanları iyi biliyor. Bu halkın biçareliği saflık sanılmasın.

Filistin sivil toplumu 2005'te 170’in üzerinde Filistinli örgütün ilk imzacı olduğu geniş ve sürekli bir İsrail'i Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar (BDS) kampanyasını başlattı.

Bu kampanya dünyada yavaş ama giderek büyüyor. Filistinliler ne kimsenin siyasi çerezi, ne de sonuna kadar İsrail'in kurbanı olacaktır. 

Bunu da emperyalist statükonun aktörleri değil, bölgenin halkları karar verecektir. 

BDS kampanyasına destek, AKP'ye oy vermiş insanların yaratacağı çatlağın üstü sonsuza kadar örtülemez.

Yaşasın halkların enternasyonal dayanışması.

Memet Uludağ

@Memzers

(Bu yazıda John Molyneux,un 'Siyonizmin Karanlık Mantığı' yazısından bazı alıntılar yapılmıştır)

Bültene kayıt ol