Seçimlerden seçim beğenenler

20.08.2015 - 10:11
Özdeş Özbay
Haberi paylaş

Burjuva demokrasisinin çelişkilerinin bir kez daha gözle görülür olduğu bir dönemden geçiyoruz. Hükümet, seçimin sonucunu beğenmediği için erken seçime gidiyor. Diyebilirsiniz ki “Bunun burjuva demokrasisi ile ilgisi yok. Türkiye’de sorun var”. Hayır, öyle değil.

2005 yılında AB üyesi ülkeler bir araya gelerek bir AB Anayasası hazırlamışlardı. Anayasa Fransa ve Hollanda’da referanduma sunulmuş ve %50’den fazla hayır oyu ile reddedilmişti. Ama sandıktan çıkan sonuçları Avrupa burjuvazisi beğenmedi.  Anayasa’da bir takım değişiklikler yapıldı. Adı Lizbon Antlaşması’na çevrildi. Böylece üye ülkelerde referanduma sunulmasına gerek olmadan hükümetler tarafından imzalanabilecekti. Lizbon Antlaşması, 2008 yılında, bu kez de İrlanda’da yapılan referandumda reddedildi. Bu karar da beğenilmedi ve 2009’da tekrar referandum yapıldı. Egemen medyanın tam desteği ile gidilen referandumda bu kez istenen sonuca ulaşıldı. Böylece Avrupa egemenleri kendi çıkarlarına işleyecek düzenlemeleri geçirmiş oldular.

2008 krizinin ateşi yüksek olduğu dönemde, 2011 yılında, uluslararası kuruluşların programını uygulamak üzere Yunanistan ve İtalya’da teknokratlar hükümetleri kurulmuştu. Seçilmiş partiler ve siyasetçiler kapitalizmin krizini aşacak politikaları uygulayamayabilirdi. Seçilenler beğenilmedi. Parlamentodaki birçok merkez parti uluslar arası kuruluşların baskılarına uyarak seçilmemiş bankacılar, ekonomistler ve finans uzmanlarından oluşan bu teknokratların ülkelerini yönetmesine onay vermişti. Demokrasi, söz konusu olan piyasaların ve dolayısıyla burjuvazinin çıkarları olduğunda rafa kaldırılmıştı.

Kısacası sadece son 10 yıl içerisinde demokrasinin beşiği olarak görülen ülkelerde de egemen sınıfın ihtiyaçları ile seçim sonuçları çeliştiğinde sonuçlarının tanınmadığına şahit olduk. Küresel kapitalizmin bir parçası olan Türkiye de kendi özgül koşulları ile birlikte çelişkilerle dolu benzer bir süreçten geçiyor.

Tabii Türkiye’nin durumu bu örneklerle aynı değil. Birincisi bu örneklerde ekonomik temelli bir sorun vardı ve burjuvazi tüm katmanları ile anti-demokratik uygulamaları destekliyordu. Bu, kapitalizm ile demokrasi arasındaki çelişkiyi gözle görülür hâle getiriyordu. Zaten o nedenle Fransa’da Sosyalist Parti ve Yeni Antikapitalist Parti, İtalya ve Hollanda’da aşırı sağ, Yunanistan’da ise Syriza yükselişe geçmişti. Türkiye’de ise egemen sınıf bölünmüş durumda. AKP’ye destek veren ve ona karşı çıkan burjuva katmanları ile HDP ve neoliberal uygulamalar konusunda radikal ve ılımlı olanlar arasında bir rekabet yaşanıyor. AKP bölünmüş Türkiye burjuvazisini ancak güçlü bir tek parti iktidarı ile arkasında birleştirebileceğine inandığından olsa gerek koalisyon kurmak yerine seçime gidiyor. İktidar çoğunluğuna sahipken her konuda “milli irade”yi işaret edenler seçim sonuçlarını beğenmediklerinde ülkeyi savaşa dahi sokabiliyor.

AKP güvenlik endişesinin artmasının oylarını arttıracağını düşünüyor belli ki. Bence yanılıyor. Egemen sınıf bölünmüş durumda; ekonomik sıkıntılar giderek artıyor; dolayısıyla AKP’ye oy veren işçiler de dahil olmak üzere işçi sınıfının hoşnutsuzluğu artıyor; çözüm süreci boyunca süren çatışmasızlık ve normalleşmenin etkisiyle oğlunu askerlik veya polislik yaparken kaybeden ailelerden savaşa tepki sesleri yükseliyor; Kürt halkı muhtemelen hükümete daha da fazla sinirleniyor. Tüm bunlar AKP’nin oy arttırmasının önünde duran ve seçim tarihine kadar aşılması mümkün olmayan engeller. Türkiye’de seçim sonuçlarını beğenmediği için savaş çıkartanlar, maliyetten kısmak için işçi güvenliğini sağlamayanlar, saraylarda yaşarken asgari ücreti arttırmayıp memurlara komik zamlar önerenler çok daha net bir şekilde kitleler tarafından görülebiliyor.

Sınıflı toplumlarda yaşadığımız için herkesin bir oyu olsa da bir de oy kullandıktan sonraki hayatımızda sürmekte olan eşitsiz güç ilişkileri vardır. Hemen her ülkede en zengin 100 aile siyasilere ve devlet aygıtına en yakın kişilerdir. Onların da oyu bizlerin ki ile aynı gözükebilir oysa onların esas gücü seçimlerden sonra ortaya çıkar. Hükümetler yasa çıkarırken onlarla görüşür, ekonomik güçleri dolayısıyla hükümet kararlarına müdahil olurlar. Beğenmedikleri kararları geri çektirme ve beğenmedikleri hükümetleri düşürme güçleri vardır. Biz çalışan büyük yığınlar ise bunu ancak kitlesel ve kolektif olarak harekete geçtiğimizde başarabiliriz. Ancak devlet aygıtının kendisi her zaman egemen olan sınıfı önceleyen mekanizmalara sahip olduğu için elde ettiğimiz kazanımların da sürekliliği yoktur. Mesela 1950-1980 yılları arasında dünyanın çok az bir ülkesinde yani gelişmiş kapitalist ülkelerin sadece bir kısmında ortaya çıkan sosyal refah devletinin ömrü sadece 30 yıl olabildi. Bu dar dönem ve coğrafya dışında işçi sınıfının bu denli kazanım elde ettiği bir başka dönem yok. Çalışan büyük çoğunluğun kazanımlarını sürekli kılabilmesinin tek yolu egemenlerin çıkarına çalışan devlet aygıtını parçalamak ve yeni örgütlenme pratikleri ortaya koymaktan geçiyor. Ancak kapitalizmin yönetme krizine somut önerilerle yanıt verecek anti-kapitalist bir alternatif dünya genelinde de Türkiye’de de yaratılamadığı için son 10 yıldır çelişkilerin gözle görülür olduğu ama aşılamadığı bir süreçten geçiyoruz.

Özdeş Özbay

[email protected]

Bültene kayıt ol