Calais'in mültecileri ve Avrupa'nın duvarları

09.08.2015 - 14:59
Memet Uludağ
Haberi paylaş

BBC sormuş: "Calais'te (Mültecilerin Manş Tüneli'ni kullanarak Fransa'dan İngiltere'ye geçişini engellemek için) yapılan 1 mil uzunluğundaki yeni demir duvar bu geçişlere engel olabilecek mi?"

 

BBC de, mültecilere Hitler'in Viyana için "Bu kentte yaşadığım süre uzadıkça buradaki yabancılardan oluşan karışık halk sürülerine olan nefretim arttı" sözünü hatırlatırcasına "sürü" diyen Britanya Başbakanı da, Fransa hükümeti de, Avrupa Birliği (AB) de, mültecilerin kendileri de bu sorunun yanıtını biliyor.

Hayır! 

Koskoca Akdeniz ve Ege Denizi, uçsuz bucaksız çöller engel olamadı da mültecilere, İngiltere işçilerinden kesilen 7 milyon sterlin ile yapılan yeni bir duvar mı engel olacak?

Binlerce çocuk, kadın, yaşlı ve gencin boğularak ölmesi engel olamadı da, bu duvar mı engel olacak?

Libya, Suriye, Mali, Eritrea, Irak, Afganistan, Yemen'den kaçıp Calais'e ulaşabilen mültecilere bu soğuk metal duvar engel olamayacak çünkü o insanlar kendilerini -kaçtıkları- kendi ülkelerinde zaten çoktan ölmüş varsayıyorlar. 

Çünkü onlar 'made in' İngiltere, Fransa metalini ve şarapnelini geride bıraktıkları sevdiklerinin cansız bedenlerinden çok iyi tanıyorlar. Onlar Batı teknolojisinin gökten yağdırdığı ölümcül metallerle büyüdüler.

Bu metal duvarı da aşacaklar eninde sonunda. 

Onlar etten, çelikten, sudan, taştan, silahtan duvarları aşa aşa, attıkları her adımda yitirdikleri canların sayısı artarken umutlarını canlı tutarak Britanya sınırına dayanmış insanlar.

Çünkü onlar için ilk ve son hedef yaşam. Ötesi, dahası yok bu işin; sadece ve sadece, sıradan bir İngiliz'in, sıradan bir Avrupalı'nın, sorgusuz sualsiz hakkı olan yaşam. 

Satır aralarında bile vermez devletçi medya ama her birinin kendine has ama ortak bir insan hikayesi var. Bu, göründüğü gibi zavallılığın değil, insan üstü bir varoluş kavgasının hikayesi.

Başbakan Cameron'un 'sürü' ye karşı yaptırdığı duvarlar vız gelir, Fransız devletinin 'orman' (jungle) dediği Calais kampı mültecilerine.

Biri Hitler'i anımsamış, diğeri ise eski kolonici günlerinin insan avı safarilerini. O nedenle gördükleri insan değil, ormanda yaşayan sürü. 

Hey gidi medeniyetin 'beşiği' Avrupa hey. 

Berlin duvarının yıkılışını kutlayanların, önce dış sınırlarına, sonra da baktılar olmuyor, kendi aralarındaki iç sınırlara duvarlar örerek, kendi kendilerini korkuya, ırkçılığa, nefrete hapsedenlerin yaşlı kıtası. 

Avrupa'da 'Filistin' yaratıyorlar. 

Amerika kıtasındaki tüm beyazların 'illegal' göçmen atalarının anavatanı Avrupa.

Binlerce mültecinin yaratılmasında silahları, işgalleri, savaşları ve 'ulusal çıkarlarıyla' büyük sorumluluğu olan, sonra da kendini 'mülteci krizinin' kurbanı ilan eden devletlerin birliği. 

50 yıldır kâh "göçmen krizi", kâh "mülteci krizi var" diyen, yine 50 yıldır da giderek zenginleşen, bir türlü göçmenlerin-mültecilerin yükü altında ezilmeyen ama hep zır zır zırlayan egemenlerin Avrupası.

Resmi basınının, ırkçı medyasının, faşist örgütlerinin, sömürgeci devletlerinin yalanlarıyla dünyaya demokrasi-insan hakları pazarlayan Avrupa bürokratları.

Calais'teki topu topu 2000 mülteciyi barbar bir 'işgal ordusu' gibi gösteren, henüz kendi ordularını dünyanın dörtbir yanından geri çekmemiş Avrupa'nın güçlü devletleri.

2000 mülteci için felaket senaryoları üretirken binlerce mülteciyi sessiz sedasız ölüme doğru sınırdışı eden hükümetler. Ve bunlarla, kendi işadamları kolay AB vizesi alsın diye işbirliği yapan Türkiye gibi yandaşları. 

Kendi aralarında "kim daha az mülteci" alacak diye sıkı bir rekabete girmiş, insanlığı ve insafı dibe vurmuş devletlerin birliği.

Varlığına Afrika'nın halklarını köleleştirerek, Amerika'ya gemilerle köle taşıyarak, insan tacirliğinden ve Irak'ta ilk kimyasal bombayı 1919'larda kullanarak yeni varlıklar katmış Avrupa zenginleri.

Barbarlıklarını, kapitalist çekişmelerini ve ırkçılıklarını dünya savaşlarında milyonlarca insanı katlederek taçlandırmış Avrupa egemenleri. 

Kendi resmi raporuna göre her üç kadından birinin cinsel-fiziksel-ruhsal şiddet gördüğü ama uygarlığı 3-5 bin peçeli kadınının kılığı-kıyafeti-inancıyla kafayı bozmak sanan islamofobik Avrupa liderleri. 

Fabrikalarında zenginlik üreten göçmen işçileri düşman ilan eden devlet başkanları.

Patronların kriziyle milyonlarca vatandaşını, zenginliğe rağmen işsiz-fakir, yüzbinlerce aileyi ev çokluğuna rağmen evsiz bırakmış Avrupa kapitalizmi.

Evet dünyada bir mülteci krizi var ama bu kriz mülteciler AB sınırlarına dayanmadan çok önce ve çok uzaklarda başladı. Bu kriz Avrupa'nın mültecilerle nasıl başedeceğinin krizi değil. O, işin gelinen son noktası. 

Bugün, varlıklarının ve sayılarının sadece ve sadece Ayvalık'la Calais arasındaki yolculuklarıyla, ya da Basmane Meydanı'nda yanlarından yan gözle bakarak geçerken farkına vardığımız mültecilerin hikayesi çok daha uzun, çok daha derin. Ve bu krizin kurbanı Basmane'nin mülteci çocukları döven esnafı veya Avrupa'nın egemenleri değil.

Calais'te bir kriz var. Bu kriz, göz göre göre, 2000 mültecinin önce sürüleştirilip, sonra vahşi ormanların hayvanları gibi gösterilip ardından da kamyonların altında ezilmelerinin krizi. 

Dünyada da bir mülteci krizi var. Bu kriz 61 milyon insanın savaş, işgal, baskı, işkence, iklim değişimi, kuraklık gibi, hepsi insan yapımı nedenlerle yerinden yurdundan edilmiş olması. 

Avrupa'nın yüzbinlerce mülteciye kucak açacak gücü ve imkanı var. 

Avrupa'nın parası, toprağı bol. Bol ama bölüşülmeyen, paylaşılmayan bir zenginlik bu. Küçücük bir azınlık ve o azınlığın etrafındaki çıkar halkasının elinde bu zenginlik. Bu zenginliği yaratanların elinde değil. 

AB ülkeleri kendi aralarında mülteci pazarlıklarını ve giderek uzayan duvarları yapadursun, daha binlerce mülteci gelecek. Gelmek zorundalar. Sayıları ölerek/öldürülerek tükenmeyecek. 

Artık tek umut 'diğer' Avrupa da. Savaş karşıtlarının, anti-faşistlerin, ırkçılığa karşı mücadele edenlerin, anti-kapitalistlerin, sosyalistlerin, anti-emperyalistlerin, aslen ve esasen işçilerin Avrupası'nda. 

Mültecilerin de, Avrupalı halkların da kurtuluşu bu diğer Avrupa'nın mücadelesinde gizli. 

Şimdilik her şey umutsuz gibi görünebilir ama umutsuz değil. Yunanistan'dan İrlanda'ya kıpırdayan, kaynayan bir Avrupa var. 

Cameron, Hollande, Merkel gibiler bu kıpırdanmalardan korkuyorlar. 

Çünkü tahtları da, metal duvarları da, zenginler klübü AB'leri de tehtit altında. 

O yüzden ırkçılıkları, mülteci düşmanlıkları, medya patronları ağzı köpürmüş köpek gibi, önüne geleni ısırıyor. Umutları mülteciler üzerinden Avrupa işçi sınıfını ırkçılığa çekmek ve böylece tahtlarını sağlama almak

Ama kudurmuş köpeğin tedavisi, aşısı ve  çaresi yok. Sonu belli...

Getirmek lazım bu sistemin sonunu. İşçisiyle, mültecisiyle, el ele, omuz omuza...

Avrupa'da önümüzde duran asıl görev budur.

Memet Uludağ

@Memzers

Bültene kayıt ol