Savaşın ortasında umudu örgütlemek

27.07.2015 - 14:05
Özdeş Özbay
Haberi paylaş

Bir kez daha savaş sesleri yükseliyor her yerden. Operasyonlar, gözaltılar, demokratik gösteri haklarının engellenmesi, faili meçhuller, işkenceler, hatta parti kapatma talepleri vesaire. Durum son derece iç karartıcı gibi duruyor. Son iki yılda yükselen toplumsal muhalefet dalgasının en dirençli unsurları bile çaresizlik içerisinde. Tek yapabildiğimiz sokağa çıkmak, hepsi bu!

Savaş dönemleri bir yandan toplumun en az moralli olduğu dönemler olduğu gibi bir yandan da rejimlerin meşruiyetlerinin kitleler tarafından sorgulandığı dönemlerdir. Böyle dönemlerde örgütlenmeyi başaran savaş ve rejim karşıtları tarihte birçok defa politik ve sosyal devrimleri örgütlemeyi başarmışlardır. Tarihten birkaç örnek: Fransa ile Prusya savaşı sırasında kurulan 1871 Paris Komünü; Rus-Japon savaşı sırasında ilk kez Sovyetlerin kurulduğu 1905 devrimi; I. Dünya Savaşı sırasındaki 1917 Sovyet devrimi ve 1918’de başlayan ancak yenilen Alman Devrimi; Vietnam Savaşı’na karşı başlayan hareketlerin 68 hareketini ortaya çıkarması. 2001’de başlayan “teröre karşı savaş” döneminde örgütlenen küresel savaş karşıtı hareket ise eş zamanlı olarak 2001’de Dünya Sosyal Forumu’nun oluşmasına, 2002’de ise “savaşa, ırkçılığa ve neoliberalizme karşı” sloganıyla Avrupa Sosyal Forumu’nun toplanmasına neden olmuştu. Bu hareketlerin hepsinin ortak noktası işçi sınıfının kitlesel mobilizasyonunun sağlanmasıydı.

İşçi sınıfı elinde bulundurduğu üretim gücü ile kapitalizm altında yaşanan her türlü felakete karşı adeta sihirli bir iksire sahiptir. İşçileri teker teker iş yerlerinde düşünecek olursanız, mesai saatleri içerisinde sadece meta veya hizmet üreten grup grup insanlar olarak görebilirsiniz. Oysa işçi sınıfını bir bütün olarak görürseniz, toplumsal iş bölümü içerisinde tüm bir yaşamı ürettiklerini görebilirsiniz. Bu nedenle teker teker iş yerlerinde yaşanan grev veya işgaller sadece o mücadeledeki işçileri bağlarken genel grevler hayatı durdururlar ve büyük toplumsal dönüşüm potansiyallerini içerilerinde barındırırlar. 1905 ve 1917 devrimleri sürecinde yaşanan kitle grevleri, 1968 döneminde yaşanan grev hareketleri bunların tarihteki örnekleri. Ancak çok daha yakın geçmişte yaşadığımız örnekler de var. 2011’de Tunus, sonrasında ise Mısır’da başlayan devrimler hızla tüm Ortadoğu’ya yayılırken Tunus’ta ve özellikle Mısır’da diktatörleri ülkeyi terk etmeye zorlayan olaylar genel grev dalgalarıydı. Diğer Ortadoğu ülkelerinde de kitle gösterileri, meydan işgalleri yaşanmıştı ancak bu hareketler genel grevlerle desteklenmeyince arka arkaya yenilgiler yaşandı. Suriye’de rejime karşı sokağa çıkan milyonlar, rejim katliama başladığında buna genel greve giderek yani hayatı durdurarak cevap verseydi iç savaş bugünkü haline gelmezdi.  Avrupa ve ABD’ye yayılan meydan işgallerinde de ayırt edici nokta genel grevler yani işçi sınıfının en güçlü silahı ile mücadeleye girmesiydi. Yunanistan işçi sınıfı iki yılda 30’a yakın genel grev gerçekleştirdi. Arka arkaya hükümetleri devirdi. Syriza’yı iktidara taşıdı. Diğer ülkelerde ise İspanya dışında tüm hareketler geri çekildi ve ciddi politik alternatifler yaratamadı.

Bugün Türkiye de oldukça can sıkıcı bir dönemden geçiyor. Ancak sosyalistlerin yapması gereken böyle durumlarda var olan değişim potansiyallerini örgütlemek için ısrarcı olmaktır. Bir yandan rejimi teşhir etmek bir yandan bir alternatif sunmak üzere stratejiler geliştirmek zorundadır. Gezi direnişinde ortaya çıkan kitleler arasında önemli oranda neoliberalizme, kapitalizme ve Kürt sorununda savaş politikalarına karşı çıkan bir kitle var. Elimizde savaş karşıtı hareketin son 10 yılda biriktirdiği deneyimler ve elde ettiği kazanımlar var. HDP’ye destek veren %13 var. Son bir yılda arka arkaya yaşanan grev ve fabrika işgalleri var. Ancak tüm bu gruplar oldukça dağınıklar. Önümüzdeki dönemin ana sorunu belli ki bu dağınıklığın nasıl toparlanacağı olacak.

Bu dağınıklığı savaş karşıtlığı özelinde gidermeye çalışan en önemli girişim Barış Bloku oldu. Irak savaşı döneminde yaşanan hareketliliğin deneyimlerine de yaslanarak bu bloğu büyütmek ve etkin bir kitlesel muhalefet aracı haline getirmek çok önemli.

Bir diğer araç da acil bir ihtiyaç olarak önümüzde duran Antikapitalist Blok. Tüm mücadele alanlarını, giderek her yanından dökülen sisteme karşı yönelterek radikal bir dönüşümün programını da somut bir şekilde ortaya koyacak bir blok olmalı bu.

Yalnız bu iki blok girişiminin de kaderini belirleyecek olan işçi sınıfı ile kuracağı ilişki olacak. Bugün elimizde kitlesel ve mücadeleci bir sendika olsaydı savaşı durdurmak çok daha kolay olurdu. Operasyonlar başladığı anda ilan edilecek bir genel grev savaşı durdurmanın en etkili yolu olurdu. Bir antikapitalist alternatif yaratmak da daha kolay olurdu. Ancak maalesef bu silaha sahip değiliz. Sahip olmadığımız için de hiçbir şey yapmayacak değiliz. Etkili mücadele araçlarına sahip olmak için harekete geçmeliyiz. Bunun başlangıcı her ilde düzenlenecek barış mitingleri olabilir. Yenikapı’ysa Yenikapı ama hedef 1 milyon savaş karşıtını bir araya getirmek olmalı. Bu sadece İstanbul’da değil tüm illerde olmalı ve bu ülkede savaş karşıtları ne kadar kalabalık olduklarını hem “geçici hükümete” göstermeli hem de kendileri de kendi güçlerini görüp moral bulmalı.

Özdeş Özbay

[email protected]

Bültene kayıt ol