Yunuslar neden ölüyor?

20.04.2022 - 10:49
Tuna Emren
Haberi paylaş

Ukrayna'da savaşın başlamasından bu yana eşi görülmemiş bir ölüm dalgası başladı, Karadeniz sahillerinde karaya vuran yunus sayısı 90’ı buldu. 

Türk Deniz Araştırmaları Vakfı’na göre (TÜDAV), Türkiye sahillerine vuran deniz memelilerinin sayısında beklenmedik bir artış yaşanıyor. Şubat ayının son haftasından bu yana Trabzon’da 14, İstanbul’un kuzeyinde 24, Ordu ve Artvin’de toplam 6, Sinop’ta 13 yunus sahile vurdu. Karadeniz’in batı kıyılarındaki toplam karkas sayısının 80’i geçtiği söyleniyor.

Yunusların ölüm nedeni henüz belirlenemedi. Ancak zamanlamasına bakınca, Karadeniz’in diğer yakasındaki kıyılar birer savaş ve yıkım alanına dönüşmeye başladığında yaşandığını da görebiliyoruz. Doğal olarak akla şu soru geliyor: Karadeniz’de savaşın sebep olduğu bir kimyasal kirlilik mi yaşanıyor?

Türkiye denizlerinde ağırlıklı olarak üç tür yunusa rastlanıyor ve bunlardan biri de ‘tırtak’ olarak bilinen Delphinus delphis. Karadeniz’in yarı kapalı bir deniz olması nedeniyle, burada yaşayan tırtaklar zaten büyük bir tehdit altındaydı. Çünkü muazzam miktarlarda kentsel atığın arıtma yapılmadan döküldüğü denizlerimizde biyolojik birikme yaşanıyor ve besin zincirinin en üstünde yer alan deniz memelileri bu kirliliğin bir sonucu olarak üreme ve bağışıklık sistemleri başta olmak üzere çeşitli şekillerde zarar görüyorlar. 

Ölüm saçıyorlar: Plastik kirliliği, deniz suyundaki ısınma, aşırı avlanma, ağ tuzağı ve savaş

Denizlerdeki plastik atık sorunu da giderek daha tehditkar bir hal alıyor. Tüm deniz canlıları bu plastik atıkları yutuyor, hepsinin sindirim sisteminde yutulan plastikler nedeniyle sahte bir doygunluk hissi oluşuyor. Daha az besleniyor, daha yavaş büyüyorlar. Birçok araştırmada, kıyılara vuran deniz memelileri karkaslarının büyük kısmında makroplastik kalıntıları olduğu görülmüştü. Hatta bazı çalışmalar, bu canlıların hücresel fonksiyonlarının bile değişime uğradığını gösterdi. 

Plastik atıklar sucul canlılar için ‘ölüm’ anlamına geliyor ama atlanmaması gereken bir faktör daha var; açlık, yani aşırı avlanma. Tırtaklar günde ortalama 3 kg. civarında balık tüketmek zorundadır ki hayatta kalabilsinler. Yeterli besin bulamadıkları zaman enerji ihtiyaçlarını kendi yağ dokularından karşılamak zorunda kalıyorlar. Karadeniz’deki aşırı avlanma, hamsilerin balık unu üretimi için kullanımı gibi faktörler de deniz memelilerinin neslini tükenişe zorlayan nedenlerden. 

Besin zincirindeki bu katliama bir de deniz suyu sıcaklığındaki değişimi (ısınma) ve kirliliği eklediğimizde sucul türlerin hayatta kalabilmesi için bir mucize gerekiyor zaten. Ve bunlar da yetmezmiş gibi ya balık ağlarına yakalanıyor ya da çeşitli nedenlerden ötürü beslenme-üreme alanlarını kaybediyorlar.

Yunuslar ölüyorsa tüm ekosistem alarm veriyor olabilir

Yunus sayısındaki azalma ve giderek artan ölümler, içinde yer aldıkları o ekosistemin sağlıklı olmadığının bir işareti olarak yorumlanır. Fakat ne yazık ki Türkiye’de deniz memelileriyle ilgili yeterince veri yok ve bu da ekosistemlerin kapsamlı bir şekilde değerlendirilememesiyle sonuçlanıyor.

Savaşın yarattığı gürültü kirliliği nedeniyle kaçıp yoğun popülasyonlar halinde dolaşırken balıkçı ağlarına mı takıldılar, yoksa bu savaş zaten var olan kimyasal kirliliği dayanılmaz duruma getirene kadar büyüttü mü, yanıtını henüz bilmiyoruz. Aç kalmış da olabilirler. 

Bakanlık hesap vermeli

- Ama hangisi?

Tırtaklar, av yasağının başlayacağı 15 Nisan tarihine dek koruma altındaydı ama anlaşılan o ki bölgedeki denetim faaliyetleri gerektiği şekilde yürütülmemiş. Bunun sorumlusu, denetim faaliyetlerini gerçekleştirmeyen, deniz koruma alanlarını “koruması” gerekirken boş veren, deniz kaynaklarının sürdürülebilirliğini sağlayamayan, hatta bunu hiç umursamadığını 80’den fazla yunusun ölümüyle kanıtlayan bakanlıklardır. 

Çoğul haliyle kullanıp “bakanlıklar” diyoruz çünkü hangisinin hangi konudan sorumluğu olduğu konusunda kendi aralarında bile henüz karara varabilmiş değiller. Haliyle, bundan Çevre ve Şehircilik mi, Kültür ve Turizm mi yoksa Orman Bakanlığı Su Ürünleri Genel Müdürlüğü mü sorumluydu, bilemiyoruz. Biz de kararsız kaldık. 

Sorun şu; Türkiye’nin “korunan alanları” 6831 sayılı Orman Kanunu, 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu ve 2872 sayılı Çevre Kanunu kapsamlarında ele alınıyor. Ortada bu kadar çok kanun varken mevzuat da bir hayli karışık oluyor elbette. Üç farklı bakanlık giriyor işin içine. Örneğin, Yaban Hayatı Geliştirme Sahası ilan edilmiş ise Tarım ve Orman Bakanlığı’nın sorumluluğunda oluyor, Nitelikli Koruma Alanı kategorisinde yer alıyorsa devreye Çevre ve Şehircilik Bakanlığı giriyor. Ulusal stratejiyi hazırlayansa Çevre ve Şehircilik Bakanlığı. Bu bilgileri. dcm.dka.gov.tr ya da dka.gov.tr sitelerinden paylaşmakla yükümlüler ama her iki site de devre dışı kalmış görünüyor. 

Daha devletin kendi kurumları, - bilhassa da bu altı kanunun birbiriyle çelişen hükümleri ve alanların genellikle birden fazla koruma statüsüne dahil edilmesi nedeniyle- kimin hangisinden sorumlu olduğunu kavrayamamışken bizim de bu işin içinden çıkamamış olmamız gayet doğal. Böylesi bir mevzuat ve yetki çeşitliliğinin sonucu olarak bu kurumlar arasında resmen bir yetki karmaşası yaratılmış.

Ölümlerin sebebini henüz çözemedik ama sorumluları ortada: Korumuyorlar, kaybediyoruz. 

Tuna Emren

Bültene kayıt ol