Bakan iyiydi de çevresi mi kötüydü?

03.02.2022 - 12:50
Çağla Oflas
Haberi paylaş

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün istifasının ardından “kendisi iyi, çevresi kötü” türünden pek çok görüş belirtildi. Gül’ün Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı MHP’nin de etkisiyle Süleyman Soylu tarafından uygulanan güvenlikçi politikaların “hukuk devletine” zarar verdiğini, Soylu ve bazı bakanların yargıya müdahalesinden rahatsız olduğu için istifa ettiğine ilişkin haberler yayınlandı. Gül’ün “hukukun üstünlüğü” konusunda çok güçlü sözler ürettiği vurgulandı. Öncelikle, “Hukuk devleti” kavramının kapitalist devlet aygıtını tanımladığını belirtmekte fayda var. Adalet sisteminin “sınıflar üstü” olduğu yanıltıcı bir propaganda. Aksine hukuk sisteminin kapitalist sisteminin sürekliliğinin sağlanmasında merkezi bir rol var. Bu nedenle de adaletin terazisi hiçbir zaman eşit bir şekilde işlemez. 

Toplumsal pek çok olayda kolluk kuvvetlerinin müdahalelerinde, cezaevlerine ilişkin sayısız uygulama, pek çok siyasi dava ve bu davlardan çıkan kararlarda “yargı bağımsızlığı” olmadığına ilişkin pek çok örnek görmek mümkün. Son yıllarda yaşanan adaletsizlikler, yargıda yaşanan pek çok skandal emekçi kitleler ile sistem arası büyük bir yarılmaya yol açacak nitelikte. KONDA’nın İnsan Hakları Derneği’nin talebiyle yaptığı bir ankete göre toplumun yüzde 72’si adalet sistemine güvenmiyor. Tüm yetkilerin tek bir merkezde toplandığı Türk Tipi Başkanlık rejimine geçişle birlikte yasamayla birlikte yargı da en fazla aşındırılan kurum oldu. Türk Tipi Başkanlık sistemine geçişten bir yıl önce Adalet Bakanlığı görevine getirilen Abdülhamit Gül bu aşındırmada en büyük paya sahip figürlerden biri oldu. 

“Hukukun üstünlüğü”

Abdulhamit Gül ve Süleyman Soylu arasındaki çekişmelerin, asıl olarak AKP-MHP ittifakının çözüldüğüne ilişkin ilk verilerin ortaya çıktığı 2019 yerel seçimlerinden sonra başlaması bir tesadüf olabilir mi? Basına ve kamuoyuna da yansıyan Gül ve Soylu arasındaki çekişmelerde Gül her seferinde “hukuk devleti”ne vurgu yapmasıyla, “hukukun üstünlüğü” söylemleriyle yaptıkları arasındaki deri bir çelişki yaşadı. Sezen Aksu olayında ifade özgürlüğünün ne kadar uç noktalarda ihlal edildiğini gördük. 

Sedef Kabaş da aynı günlerde Cumhurbaşkanı’na hakaret gerekçesiyle gözaltına alındı ve tutuklandı. Sonrasında Gül, kişisel sosyal medya hesabından "Edepten nasipsiz, çirkin sözleri lanetliyorum. Haset ve nefretten doğan bu hadsiz ve hukuksuz ifadeler, milletin vicdanında ve adalet önünde hak ettiği karşılığı bulacaktır." cümlesiyle yargıya müdahale etti. Gül’ün Sedef Kabaş gibi kamuya yansıyan hukuksuzluğun olayın dışında pek yargı skandalında imzası var. Gül’ün istifası görüş farklılığından çok iktidar içinde yer alan ittifakların çatırdamasıyla daha ilgili bir durum. 

İfade özgürlüğü 

İfade özgürlüğünün ihlali Sedef Kabaş ile sınırlı değil. Selahattin Demirtaş’ın 2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı bir konuşmanın “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan mahkûm edilmesiyle ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Selahattin Demirtaş’ın ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetti. Gül’ün bakanlığı sürecinde hukukun üstünlüğü ve yargıyla ilgili tüm söylemleriyle yargı sistemini tamamen kaplayan sorunlu uygulamalar, skandallar ve hukuksuzluklar arasında kapatılması zor bir açı var. Osman Kavala’nın oluşturulmuş iddialarla tutuklanarak adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi, Cumhurbaşkanı tarafından hedef alınması sonucunda iki yerel mahkemenin beraat kararına rağmen tutukluluğunun devam etmesi. AHİM kararlarının tanınmaması gibi yargının tamamen siyasallaştığı bu süreçlerin hiçbirinin dışında değildi Gül. Tamamen siyasallaşan ve artık işleyemez hali gelmiş adalet mekanizmasının toplumsal ilişkilerde yarattığı çürümede Adalet Bakanı Gül’ün de imzası var. Sadece Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davaları Adalet mekanizmasının işleyemez bir durumda olduğunu açıklamaya yeter. Ama adalet sisteminde yaşanan sorunlar çok daha vahim noktada. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) raporlarına göre; Türkiye Rusya ve Ukrayna gibi sicili kötü ülkeler sırasında ilk üçte. 2021 yılında Türkiye 15 bin 251 başvuru ile Rusya’dan hemen sonra ikinci sırada yer aldı. 2021’de en çok dava tahsis edilen Avrupa Konseyi üye ülkesi 9 bin 548 dava ile Türkiye oldu. 

Adil yargılanma hakkı ihlal edildi

Gül’ün bakanlığı sürecinde adalet mekanizmasının en önemli ayaklarından biri olan adil yargılanma hakkı neredeyse yok hükmündeydi. Osman Kavala gibi simge davaların dışında gazeteciler, siyasetçiler, aktivistler, milletvekilleri, göçmenler adil yargılanma hakkına erişemedi. AİHM 2020 yılı Avrupa değerlendirmesine göre Türkiye genel toplamda hak ihlalleri birincisi. Gazeteci Sedat Ergin’de yazısında dikkat çektiği gibi; Anayasa Mahkemesi’nin 2013-2021 yılları arasındaki yapılan bireysel başvurularda hükmettiği toplam 26 bin 155 ihlal kararından yüzde 76.8’i “Adil Yargılanma Hakkı”ndan verilmiş. Sadece geçen yıl geçen yıl yapılan 66 bin 121 başvurunun yüzde 73’den fazlası adil yargılanma hakkıyla ilişkili. Adil yargılanma ilkesi zedelenmesi savunma hakkının da ihlal edilmesine yol açmakta.

Kobanê eylemlerinde hayatını kaybeden dört kişinin ölümünden sorumlu tutulan Mazlum İçli’nin tutuklanması, cezalandırılması adalet mekanizmasının, ezilenler ve emekçiler için nasıl bir korku ve baskı mekanizmasına dönüştüğünü gösteren açık dava örneklerinden biri. Mazlum İçli HTS kayıtları olay yerinde olmadığını gösteren görüntü ve şahitleri olmasına rağmen 14 yaşından beri cezaevinde, 124 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edildi. Adil yargılanma hakkında mahrum bırakılan diğer bir örnek de Suriyeli işçi Münip Ali. Munip Ali de sosyal medyada, Mayıs 2021’de Gaziantep’te Furkan Vakfı üyelerine yönelik cami içerisinde biber gazlı müdahale görüntülerini, AKP’nin kongre görüntüleriyle kıyaslayıp ve polis müdahalesini kınayan paylaşımı ardından “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik ve aşağılama” suçlamasıyla gözaltına alındı. “Kamu düzeni ve güvenliği açısından tehlike oluşturduğu” gerekçesiyle hakkında sınır dışı edilme kararı verildi. Munip Ali ifade özgürlüğü kapsamına girecek bir açıklamadan dolayı sınır dışı edildi. 

İnsan hakları ihlalleri

Demokrasilerde temel insan hakları anayasanın güvencesi altındadır ve tüm bakanlar kurulu, meclis ve tüm kamu kurumları için doğrudan bağlayıcıdır. Gül’ün bakanlık sürecinde pek çok insan hakları ihlali yaşandı. AİHM raporlarına göre Türkiye ile ilgili yapılan 567 başvuruyla ilgili açıklanan kararların 76’sında en az bir kez insan hakları sözleşmesi ihlali tespit edildi. İHD raporlarına göre 2021 yılında; kolluk güçleri dur ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle rast gele ateş açması sonucunda 9 kişi yaşamını yitirirken, 23 kişi yaralandı. Güvenlik güçlerine veya resmi kurumlara ait araçların çarpması sonucu en az 4’ü çocuk 6 kişi yaşamını yitirdi, 16 kişi de yaralandı. Hapishanelerde, hastalık, intihar, şiddet ihmal vb. çeşitli gerekçelerle en az 22 kişi yaşamını yitirdi. Eski HDP Milletvekili Aysel Tuğluk ağır demans olmasına, kendine bakamayacak durumda olmasına rağmen cezaevinde tutulmaya devam ediyor. HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu pek çok gözaltında, işkence, kötü muameleden oluşan hak ihlallerini gündeme getirdiği için, dokunulmazlığı kaldırıldı. Adil yargılanma hakkı ve ifade özgürlüğü, seçme seçilme hakları ihlal edildi. Hakkında verilen Yargıtay kararı Anayasa Mahkemesi tarafından bozuldu. Oysa gözaltı merkezlerinde yaşanan işkence ve kötü muamele uygulaması uluslararası ve ulusal insan hakları kurumları raporlarına yansımış durumda. Türkiye İnsan Hakları Raporlarına göre 2021 yılının ilk 11 ayında 915 kişi gözaltında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı için başvurdu. İHD raporlarına göre de 415 kişi resmi gözaltında işkence ve kötü muameleye maruz kaldı. 

Adalet kadınlara hiç uğramadı

Abdülhamit Gül’ün bakanlık yaptığı dönemde 1929 kadın öldürüldü. Bu cinayetlerde yargıda cezasızlık ve ceza indirimlerinin etkisinin olmadığı söylenebilir mi? Aynı dönem özellikle kadınlara karşı işlenen faili meçhul cinayetlerle anılacak. Sadece 2020 yılında 14 kadın cinayeti basına “faili meçhul cinayet” olarak yansıdı. Bunlarla ilgili etkin bir soruşturma yapılıp, failleri cezalandırılmadı. Dersim’de Gülistan Doku’nun akıbeti hâlâ belirsiz. Kamuoyu vicdanında bu kadınlar için adalet sağlanmış değil. Bir de göçmen işçi Nadira Kadirova, Yeldana Kharman, Aysun Yıldırım gibi “intihar” olduğu ileri sürülen ölümler var. Bu ölümlerin “intihar” olmadığına ilişkin kuvvetli deliller olmasına rağmen soruşturma yapılmadı, deliller karartıldı, failleri hala serbest dolaşıyor. 

Aleyna Çakır ve Esra Hankulu’nun katili Ümitcan Uygun’un kamu güçleri tarafından açıkça korunduğu skandal bir yargı süreci var örneğin. Aleyna Çakır’ın vücudunda cinayete kurban gittiğine ilişkin kuvvetli deliller olmasına rağmen olay kayıtlara “intihar” olarak geçti. Olayın intihar olmayabileceğine ilişkin otopsi raporu oluşturuldu. Ümitcan Uygun cinayetin baş şüphelisi olduğu halde serbest bırakıldı. Aleyna Çakır’ın katille ilgili şikayeti ve korunma talebinin ortaya çıkması üzerine, Cumhuriyet Savcısı olayın ölümüyle ilişkili olmadığını söyledi. Adalet talebi yargı tarafından karşılanmayan aile çareyi Müge Anlı’nın programında aramak zorunda bırakıldı. Ailenin ve kamuoyunun tepkisine rağmen Ümitcan Uygun aylarca serbest dolaşabildi ve başka bir kadını öldürebildi. 

Çağla Oflas

Bültene kayıt ol