Göçmenlerle dayanışmak, bir işçi talebidir

08.09.2021 - 13:07
Özdeş Özbay
Haberi paylaş

Türkiye uzun zamandan beri ciddi bir ekonomik ve politik krizin içerisinden geçiyor. Bu krizler hem küresel gelişmelerin yansıması hem de ülkedeki özgün koşullarının bir sonucu. Ancak böylesi kriz anlarında ırkçılığın yükselmesi ne yeni ne de Türkiye’ye özgü bir durum.

Irkçılık her zaman son derece merkezi şekilde işleyen bir ideoloji. Tepeden aşağıya doğru her yerde aynı argümanların yayılması (“vergi vermiyorlar”, “hastanelerde öncelikleri var” gibi) ve toplumun en zayıf kesimlerinin hedef gösterilmesi şeklinde işliyor. Krizleri sistemsel bir sorun olarak görmeyenler veya görmesine rağmen üzerini kapatmak isteyenler toplumun en mağdur kesimlerini sorunun parçası olarak göstererek öfkenin hedefini yukarıdakilerden aşağıdakilere doğru çeviriyorlar.

Altındağ’da geçtiğimiz haftalarda göçmenlere karşı örgütlenen ırkçı saldırı bunun en net örneğiydi. Yapılan röportajlarda saldırıyı savunan mahalleliler, göçmenlerin sadece birbirinden alışveriş yaparak kendilerini bitirmeyi planladıklarını söylüyordu. Mahallenin küçük esnafı göçmenlere ait dükkanları imha ederek ekonomik rakiplerine yönelik bu saldırganlığına kılıf bulmuş oldu.

Göçmen karşıtı yalanlar

Göçmen karşıtı yalanların en yaygın olanı, göçmenlerin işsizliği artırdığı argümanı. Oysa rakamlar bunu yalanlıyor. 2001 krizinden sonra AKP iktidar olduğunda işsizlik oranı %10,3’tü ve 2009 yılında %14 ile en yüksek seviyesini bulduğunda Türkiye’de bugünkü kadar çok göçmen yoktu. 2012’de %9,2’ye geriledikten sonra Suriye’de iç savaş başlamış ve özellikle 2014 sonrasında 4 milyon kadar Suriyeli ülkeye gelmişti. Ancak işsizlik sadece %9,9’a yükselmişti 2015’e kadar. Sonrasında ise ülke içinde başlayan savaş, darbe girişimi ve ekonomik kriz, işsizliği %13’lere kadar çıkardı. Ucuz göçmen emeği aslında ekonomik kriz sırasında birçok işyerini ayakta tuttu ama bu da göçmenlerin korkunç sömürüsü pahasına yapıldı. 

Dolayısıyla göçmenlerin işsizliğe yol açtığı iddiası doğru değil. Ayrıca göçmenlerin çoğunluğu olmasa da bir kısmının orta ve üst sınıflardan oluşması, bugün Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleri ile ticareti açısından ve bu ülkelerden bir miktar sermaye çekilmiş olması açısından da Türkiye kapitalizmine katkı sunabiliyor.

Ekonominin sorumlusu göçmenler değildir

Göçmenlerin ekonomiyi olumsuz etkiledikleri de sık karşılaşılan bir diğer argüman. Batı ülkelerinde bu “refah devletini sömürüyorlar” şeklinde dile getiriliyor. Tabii, Türkiye bir refah devleti olmadığı için bunu dillendiren pek yok ama göçmenleri “yan gelip yatmak”, “maaş almak” ve “ekonomiye yük olmakla” suçlayan çok.

Oysa göçmenler genelde ekonomik toparlanmada önemli bir rol oynarlar. Eşit haklardan uzak olan ve ırkçı saldırıya maruz kalan göçmenler çok düşük ücretlerle çalışmak zorunda bırakılır. İşgücü açığının en fazla olduğu sektörlere yığılarak o sektörleri ayakta tutarlar. Türkiye’de Suriyelilerin örneğin tekstil, mevsimlik tarım işçiliği gibi sektörlerde, Orta Asyalıların çocuk bakımı, ev temizliği, garsonluk gibi işlerde yoğun olarak çalıştığı biliniyor. Hem ekonomik koşulların hem de pandemi kaynaklı kapanmaların sonucu olarak işe koşulan bu düşük ücretli, sigortasız işçiler bu sektörlerin tutunmasında önemli bir yere sahip.

Naomi Klein’ın deyimiyle ‘felaket kapitalizmi’ her bir krizi sermaye lehine avantaja çeviriyor. Göçmenlere yönelik ırkçılık sermaye lehine iki işlev görüyor. İlki, ekonomik kriz anlarında radikalleşme potansiyeli olan işçilerin öfkesini başka bir ‘düşmana’ yönlendirmesi. İkincisi de gerçekten düşük ücretli, sigortasız bir emek gücünün muhtemel bir sendika ve işçi dayanışmasından koparılarak sömürü çarkına hapsedilmesi.

Sınırlar herkese açılmalı mı?

Göç, insanlığın ve hatta tüm diğer türlerin hayatta kalmak için sık sık başvurduğu en doğal araç. Savaş, kıtlık, sel, deprem, kuraklık veya herhangi bir başka felaket nedeniyle hayatı altüst olanlar için en hızlı çözüm, orayı terk etmektir. Kapitalizmin yarattığı felaketlerin mağdurları dünyanın her yerinde sürekli bir göç halindeler.

Göç artık küresel ısınma nedeniyle kaçınılmaz olarak daha da artacak olan bir durum ve buna hazırlıklı olmanın yolu, sınırları duvarlar ve tel örgülerle çevirmek değil gerçekçi ve dayanışmacı çözümler bulmaktan geçiyor.

Kılıçdaroğlu’nun iki yılda milyonlarca göçmeni geri göndereceğini açıklaması tam bir akıl tutulmasıdır. Milyonlarca insanın bir yerden zorla bir başka yere götürülmesinin tek örneği soykırımlardır çünkü. Dünyada, bulundukları yeri gönüllü olarak terk edip ülkelerine geri dönen milyonlarca göçmene dair tek bir örnek yok. 

Dolayısıyla sınırların açılması, her bir göçmene hızla mülteci hakkı verilmesi, sendikalara üye yapılmaları ve eşit işe eşit ücret hakkının savunulması gerçekçi, insani ve emekten yana olan çözüm yoludur.

Göçmenlere özgürlük!

Hem göçmenler hem tüm evsizler için sosyal konut hakkının savunulması, kendilerini temsil edebilmeleri ve partilerin göçmenler hakkında somut programlar hazırlamaları için seçme ve seçilme haklarını savunmak da bir o kadar önemli.

Sağcılar, ırkçılar ne derse desin, ülkenin ekonomik kaynaklarını yağmalayanlar göçmenler değil. Milyarlarca dolarlık S400, savaş uçağı, denizaltı, SİHA ve benzeri militarist harcamaların kısılması, göçmenler ve tüm işçi sınıfı lehine hak ve maaş düzeltmeleri yapılmasını sağlayabilir. Böylece birleşik bir işçi hareketi oluşturulup tüm işçilerin çıkarına sonuçlar elde edilebilir.

Ayrıca açık sınır politikası, AB ile imzalanan insanlık dışı anlaşma kaldırılarak Batı sınırları için de geçerli hale getirilmeli. Avrupa’ya göç etmek isteyen göçmenler böylece insan tacirlerinin elinden ve ölümcül sınır geçme girişimlerinden kurtarılabilir.

Vicdansızlık yarışının kazananı ırkçılar

CHP Bolu Belediye Başkanı bir ırkçı. Birçok ırkçı gibi aynı zamanda cinsiyetçi bir maço olduğunu da kanıtlayan bir açıklaması sosyal medyada yayınlandıktan sonra, özür diledi. 

CHP yönetimi, olayı Disiplin Kurulu’na taşıdı. Sonrasını CHP sözcüsü şöyle açıklıyor: “Bu özrü de dikkate alarak Bolu Belediye Başkanı’nın bir kadın hemşehrisi hakkında yapmış olduğu yakışıksız açıklamalar nedeniyle Yüksek Disiplin Kurulu’na, uyarılması talebiyle sevkine MYK’da oy birliğiyle karar verdik.”

Evet, Bolu belediye başkanı cinsiyetçi olduğu için bir uyarı aldı. Ama ırkçı olduğu için herhangi bir uyarı almış değil.

Geçtiğimiz ay Altındağ’da da yaşanan ırkçı linçin mimarlarından biri de bu kişiydi. Ve hâlâ CHP üyesi. Irkçı lince giden yolun taşlarını döşemesine rağmen hiçbir yaptırımla karşılaşmıyor.

İktidar, bu ırkçı muhalefetin yarattığı basınç karşısında dilini değiştirmeye başladı. 

Giderek daha hızlı bir şekilde, göçmenlere yönelik yaptırımlar arka arkaya geliyor. Afgan mültecilerle ilgili bir soruya “Herkes şunu bilsin ki Türkiye yol geçen hanı değildir” yanıtını veren Erdoğan, daha sonra “Türkiye, Avrupa’nın mülteci ambarı değildir” açıklamasını yaptı. AKP MYK’sında Taliban’ın kabul etmesi durumunda 300 binden fazla Afganistanlı mültecinin gönderileceği ve kayıtlı olmayan Suriyelilerin de geri gönderileceği konuşulmuş.

Irkçı ve vicdansız muhalefetin iktidara basıncı ilk “meyvelerini” veriyor. Bu meyvelerden birisi de Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün aldığı bir karar. Müdürlük, linç olayının yaşandığı Ankara’da “Yeni göçmen kaydı yapılmayacak. Başka ilde kaydı olup, Ankara’da yaşayan göçmenler de en kısa zamanda Ankara’dan çıkarılacak” kararı aldı. 

İstanbul’da ise kâğıt toplayan Afganistanlı göçmenlere baskı yapıldı, kaldıkları yerler basıldı, gözaltına alındılar ve ülkelerine zorla gönderilmek üzere geri gönderme merkezlerine götürüldüler.

Şimdilik vicdansızlık yarışının kazananı ırkçılar gibi görünse de ırkçılık karşıtları olarak hem ırkçı iklime karşı hem de göçmenlerle dayanışmak için tüm gücümüzle mücadele edeceğiz. 

Özdeş Özbay 

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol