Yetmez ama evet tartışması üzerine

15.02.2021 - 14:35
Özdeş Özbay
Haberi paylaş

10 yıldan beri ilginç bir şekilde çeşitli aralıklarla memleketin en bilindik devletçi-ulusalcı isimleri YAE kampanyasına karşı bir saldırı başlatıyorlar. Nedense YAE’nin yanlışlığının kesinleştiğini iddia ederek bu ‘yanlış’ tutumu takınanların ya özür dilemesini ya da artık konuşmamalarını salık veriyorlar. 

Yetmez ama Evet diyenler arasında çok farklı dünya görüşlerinden olan ve hatta aslında doğrudan evet demiş olsa da nedense YAE’ci diye bilinenler var. Bu birbirinden farklı kesimler içerisinde antikapitalist bir perspektiften kampanyayı örgütleyenlere yönelik eleştiriler nedense diğer kesimlerin açıklamaları üzerinden geliyor. Adalet Ağaoğlu ve en son Oya Baydar gibi ülkenin en önemli aydın ve sosyalistlerinin “pişmanlık” sözleri çoğu kez cımbızlanarak öne çıkarılıyor. Ama YAE’ye dair farklılıklar aslında kampanya döneminde de vardı ve sonuçları konusunda da var olmaya devam ediyor.

Bu tartışmalarda iki ayrı kesime ayrı yanıtlar vermek gerekiyor. İlki, YAE diyenler içerisindeki farklılıklar. İkincisi ise hayır diyenlerin bir kısmının YAE diyenlere yönelik genelde eleştiri sınırlarını aşan saldırıları.

YAE içi farklılıklar

Yetmez ama evet diyenler arasında liberaller, sosyal demokratlar, farklı örgütlerden sosyalistler, örgütsüz aydınlar ve kampanyanın motor gücü olan DSİP vardı. Sosyalist bir perspektiften her hangi bir seçim veya referanduma bakış açısı aslında son derece nettir. Sandık ulaşılmak istenen özgür topluma giden yolda karşımıza zaman zaman getirilen ve sosyalistlerin de taktiksel bir tavır aldığı beş dakikalık bir demokrasidir. Oysa ister YAE desin ister hayır, sandığa olduğundan fazla önem atfedenler referandum sonrasında yaşananları da yanlış yorumluyorlar kaçınılmaz olarak.

Erdoğan ve AKP’nin gücünün sandıktan geldiği bir gerçek ancak sandıktan sonra yani seçimden veya referandumdan sonra yaşananlar toplumsal mücadelelerin ve güç ilişkilerini sonucudur. Marksizm’in en temel argümanı da budur zaten. Sandıktan çıkan sonuç ne olursa olsun sınıf mücadeleleri ya da doğrudan sınıf görünümü almayan diğer toplumsal mücadeleler esas belirleyici olandır. Ama dünyaya reformizmin gözünden bakanlar için sandık esas belirleyicidir ve değişimin de yolu sandıktan geçmektedir. 

YAE kampanyasını örgütleyen sosyalistler için durum böyle değildi. Referandum eşit değildir demokratikleşme ve daha fazla özgürlük. Referandum basitçe daha iyi yasal düzenlemelerin oylanması ve ülkedeki ırkçı-militarist güçlerin moral bulmasının engellenerek yeni bir mücadele döneminde dengelerin özgürlük isteyenlerden yana doğru kaymasıydı. Hepsi bu. Ama özgürlüklerin kazanılabilmesi için güçlü yeni bir sol hegemonya projesine yani partiye ihtiyaç vardı ki YAE kampanyasının sosyalist olmayan bileşenleri ve bağımsız aydınları buna karşı çıktılar. Pişmanlık duyulması gereken bir şey varsa o da yeni bir kitlesel sol projenin hayata geçirilmesine omuz vermemiş olmamaları ve bir fırsatın kaçırılmış olmasıdır.

Ulusalcılar 

Referandumda YAE etkisine dair pek bir araştırma yapılmış değil ama yanlış hatırlamıyorsam TESEV’in yaptığı bir araştırmada YAE diyenlerin yüzde iki gibi bir etkisi olduğu ortaya çıkmıştı. Yani sonucu değiştiren bir oran değildi bu ama büyük bir nefretle saldırılar düzenlendi. Bunun ana nedeni sol içinde musluk başı tutanların (sendikalar, odalar ve toplumsal hareketler içerisinde) hegemonyalarının tehlike altında olduğuna inanmalarıydı. Asıl hedef yeni bir solun, yeni bir antikapitalist hareketin yükselmesini engellemekti. Bu sekterlik onlar için ölüm kalım meselesiydi.

Aslında hayır kampanyası yapanlar da Yetmez ama Evet kampanyası kadar geniş ve farklı çevrelerden oluşuyordu: Liberal Demokrat Parti, faşist parti MHP, CHP, Ergenekon’dan yargılanan askerler için canlı yayında “anti-emperyalist, yurtsever askerlerdir” diyen Erkan Baş’ın TKP’si, “Evren’in anayasasına da Erdoğan’ın anayasasına da hayır” diyen ÖDP, ulusalcılıkla hiç bir ilgisi olmayan isimler. Bu cephe referandumdan sonra dünyada ve ülkede yaşanan gelişmelerde çıkan bir dizi tartışma sonucu darma dağın oldu. 

Peki, bu geniş cephe kendi içindeki farklılıklara değinmezken neden YAE içindeki farklılıkları görmezden gelerek her defasında “pişman” oldular manşetleri atar? Ayrıca bu nefretle yaşamaktan öte bir politik perspektifi kalmayanlar referandumun sonuçlarını da yanlış anlatıyorlar. Bu yanlışlardan birincisi Türkiye’de olanların çarpıtılması diğeri ve daha önemlisi ise ulusalcı fikirlerinin bir sonucu olarak küresel gelişmeleri hiç hesaba katmayan analizleri.

Önce ilkine bakalım. Baskın Oran’ın da hatırlattığı gibi 2010 Eylül’ündeki referandumdan sonra hemen otoriterleşme süreci başlamadı aksine birkaç yıl boyunca demokratikleşme adımları devam etti. Ancak AKP içerisinde iktidar savaşları kızışmaya ve artık Cemaat ile Erdoğan’ın arası açılmaya başladı. Ayrıca AKP umduğu gibi güçlenerek çıkmadı bu süreçten.

Neler olmuştu? 2011’de kadına şiddet konusunda İstanbul Sözleşmesi imzalandı, 2011’de PKK ile girilen kanlı savaş süreci sırasında aslında müzakerelerin yaşanmakta olduğu basına sızdı ve Oslo sürecinden haberdar olduk, 2012’de ise Başbakan Erdoğan, Öcalan ile görüşmelerin yapılmakta olduğunu açıkladı yani Çözüm Süreci başladı, 2013’te PKK mensuplarını Rojava’ya geçirmeye başladı ve PYD bölgenin en güçlü silahlı gücü konumuna geldi, ateşkes süreci hem basında ve toplumda geçmişle yüzleşme tartışmalarını alevlendirmiş hem de cumhuriyet tarihi ortaya serilmeye başlamıştı, ateşkes süreci diğer alanlardaki sorunları öne çıkardı ve Gezi direnişi yaşandı, Gezi direnişi de HDP’nin kurulmasını sağladı ve barajın aşılması sayesinde AKP tek başına iktidar olamaz hale geldi. Bu da bugünkü ittifaklara giden süreci başlattı. 

Peki, ne oldu da AKP çark etti ve otoriterleşme başladı? Bunun cevabı Türkiye’de yaşananlar değil asıl olarak. Elbette yaşananlar çok önemli önemli faktörler. Ama esas Ortadoğu Devrimleri tüm dünyadaki dengeleri değiştirmişti.

2008 küresel ekonomik kriz etkilerini önce merkez kapitalist ülkelerde grev ve isyanlarla göstermişti. Ama çevre ülkelerde kriz çok daha büyük bir ekonomik ve politik krizleri tetikledi. 2011’de Tunus ve Mısır’dan başlayarak yayılan devrimler bütün dünyada antikapitalist bir işgal hareketini de tetikeldi. Syriza iktidar oldu, Podemos ikinci parti oldu, ABD’de daha sonra Sanders’ın başkan adayı olmasına yol açan ve Britanya’da Corbyn’in İşçi Partisi’n gelmesine neden olacak sol hareketler yükseldi. Fakat önce Libya’nın işgali ardından Suriye iç savaşı ve 2014’te IŞİD’in kurulması her şeyi değiştirdi. Türkiye’de de otoriterleşme 2014 sonrasında başladı. Rejimin katliamlarına IŞİD katliamlarının da eklenmesi sonucu milyonlarca mülteci Türkiye’ye ve Avrupa’ya kaçtı, yeni sol projeler umulan başarıyı getirmedi ve tüm dünyada aşırı sağın ve otoriterleşmenin yükseldiği bir dönem başladı. Tüm dünya hızla militaristleşerek otoriterleşme yarışına girdiğinde Türkiye devleti ve hükümet de güvenlikçi anlayışa yöneldi.

Bu dış etkinin yanında IŞİD’in Rojava saldırısı ve PYD’nin başarıları Türkiye devletini eski kodlarına yöneltmeye itti. Ergenekoncular serbest bırakıldı. Egemenler içerisindeki güç dengeleri değişti ve yerli-milli koalisyon kuruldu. Tabii, Erdoğan referandumda hata yaptıklarını da söyledi bu dönemde.

Bize yeni bir antikapitalist seçenek gerek

Özetle, YAE nefretini sürdüren ulusalcıların derdi sekter bir sol hegemonya kavgası. Yeniye asla izin vermemek. Basit bir sandık taktiğini AKP’ye destek diye satmaları bu yüzden. İlgili ilgisiz her gelişmeyi referanduma bağlamaları da bu yüzden. Tabii bir de Marksist olmamalarından ve sandığa olduğundan fazla rol biçiyor olmalarından. Analizlerinin merkezinde Türkiye var ve o Türkiye adeta dünyanın merkezinde. Dünyadaki gelişmelerin etki ettiği bir ülke durumunda değil. Her şey neredeyse tamamen iç gelişmelerin bir sonucu. Ergenekoncu askerlere yurtsever demeleri, Perinçek ile “devrimci dayanışma” eylemleri yapmaları, hayır diyenlerin bir kısmının yerli-milli koalisyona katılmış olması ya da CHP’den aday olmaları onlar için nedense hesap verilmesi gereken durumlar değil. Ama ‘pişmanlık’ duyan aydınların cımbızlanan sözleri sürmanşet!

Türkiye’de gerçek bir antikapitalist seçenek yaratmak için sandığa olduğundan fazla önem veren bu reformizmden ve analizlerinde asla küresel gelişmelerin sonuçlarına yer vermeyen, sekter, ulusalcı örgütlerden kurtulmanın AKP’den ve sağın diğer türevlerinden kurtulmanın yolunu açacağına hiç şüphe yok.

YAE sonrasında yeni ve kitlesel bir antikapitalist parti inşa etmiş olsaydık bugün solsuz kalmamış olurduk. Bu görev yani antikapitalist seçeneğin inşası bütün yakıcılığıyla önümüzdeki görev olarak durmaya devam ediyor. YAE saldırganları ise hem kendilerini bitirmeye devam ediyor hem de yeninin ortaya çıkmasında zorluk çıkarıyor. 

Özdeş Özbay

Bültene kayıt ol