Halkı “Queen”den soğutmak…

20.04.2015 - 23:47
Deniz Güngören
Haberi paylaş

Yakın zamanda bir şarkıcı, kendisiyle yapılan bir röportajda Queen isimli rock grubunu övmediği ve sadakatini ispat etmediği için sosyal medyada “vay efendim”li bir koronun tepkisine maruz kaldı, daha doğrusu kalmış; ben epey sonradan gördüm, çok da detaylarına bakmadım açıkçası.

Hem bu yüzden hem de esas derdim bu tartışmada taraf tutmak olmadığı için de hiç detaylara girmeyeceğim, kişilerin isimleri de dahil buna. Daha ziyade “biz Türklerin” hangi davranışları ile paralel bir hadise olduğunu, böyle davranmayı nereden öğrendiğimizi anlamaya çalışacağım.

Olayın zuhur ediş biçimini elbette “erkeklik” ile açıklamak en makul olanı olacaktır, zira en azından Queen ile ilgili olumsuz görüşlerini söyleyen bir erkek olsaydı, “valla ayıp etti, yakışmadı” vs. şeklinde karşılanacakken, kadın olduğu için “dil de olmuş pabuç kadar” tarzı bir sindirme ve hâd bildirme gösterisine dönüştüğünü söylemek çok da akıl dışı olmayacaktır kanımca. Ama zaten şarkıcının kendisi de bu tahlili son derece sağlıklı bir şekilde yaptığı bir cevap yayınlamış, o yüzden ben başlıkta da imâ edilen, başka bir ortaklığa odaklanacağım.

Sadede gelmek gerekirse, niyetim, yüksek ihtimalle sosyal bilimcilerin karnına sancılar sokacak bir ivedilikle, bu bize çok tanıdık gelen tepkiyle, inkârcılık ve nihayetinde milliyetçilik arasında bir örüntü devşirmeye çalışmak olacak. Bu cüretkârlığım için şimdiden özür dilerim ama inkâr tezleri hegemonik olduğu için ispat sorumluluğunu mağdurların ve mağdurların tarafında olanların taşımasından yıldık artık... Tüm tarihi belgeleri ve o belgelerle ne yapılacağına dair tassaruf yetkilerini elinde tutan devletin tezlerini anlatanların, sürekli her şey için  -öldürdüğü bir çocuğun ölürken ne yaptığına dair bile- belge sorma arsızlığına rağmen bir süreliğine atıp tutmayı seçiyorum. Zira yukarıda bahsettiğim hadisenin bana bu yazıyı yazdırmasının en önemli sebebi de yine “belge” polemiği, yani referansların yetersiz ve ciddiyetsiz bulunması oldu.

Bir toplumun hafızasından bir soykırımın çıkarılması demek, yalnızca bir boşluk veya eksiklik demek değil; aksine inkârın sürdürülebilmesi, hafızanın üretilen yoğun bilgi ve retorik ile yer değiştirmesi ile mümkün olabiliyor. Başka bir deyişle, unutmak o kadar kolay değil, hatta çok zor bir şey. Zoru başarmak, alınan salt ve dolaylı güvenlik önlemleriyle beraber bir davranış kalıp(lar)ının yeniden üretilmesini sağlayan araçlarla/anlatılarla mümkün. Yani bir söylemin, özellikle de gerçeği inkâr üzerine kurulu bir söylemin sürekliliği için, o söylemin “bize özel” bir ruh hâlinin ve davranış biçiminin doğal sonucuymuş gibi gösterilmesi şart; hem böyle olunca tüm dünyanın aksini söylüyor olma durumunu açıklama derdi de kendiliğinden çözülmüş oluyor: Çünkü onlar bizi anlayamazlar! Toplumun ciddi bir bölümününün soykırımda katılımcı olması ve katılımdan en yüksek payı alanların yönetici sınıfı oluşturuyor olması da elbette bu işleyişi kolaylaştırıyor.

Ama benim esas değinmek istediğim şey, söylemin devamı için teşvik edilen davranışın, tabî olarak sadece bu işlevle sınırlı kalmadığı ve gündelik yaşantımızı belirlediği. Yani daha açık söylemek gerekirse, nasıl davranacağımızı, düşüneceğimizi belirleyen bir şey inkârcılık. Daha da ileri gitmek gerekirse; topluma dair hepmizin yakındığı bütün gariplikler, birlikte yaşamaya isteksizlik, saldırgan ahlakçılık ve linç kültürü, belli ölçüde böylesine büyük ve vahim bir kesitin toplumun hafızasından alınmaya çalışılması sonucu üretilen söylem ve politikalara dayanıyor. (Bu noktada fena şekilde indirgemeci saptamam için özeleştiri vermem gerektiğinin farkındayım ama dediğim gibi ampirik olma sorumluğunu bir süreliğine kenara koydum.)

İşte tam da burada Queen’i sorgulamanın milletçe (rock seven ilerici insanlar olarak) faziletimiz ve beraberliğimiz için teşkil ettiği tehlikelere geliyoruz. Öncelikle beraberlik kısmı önemli, çünkü rock müziğin unutturulmak, çözülmek istendiği bu günlerde "hangi rock?" diye birbirimizle kavga etmek yerine Lady Gaga’lara Justin Bieber’lere karşı hep birlikte durmalı ve sevelim sevmeyelim Queen gibi değerlerimize sahip çıkmalıyız. (Çünkü rock belli bir toplumsal ve ekonomik iklimin tezahürü olarak çıkmış bir müzikal estetik ve ethòs değil, keşfedilmeyi bekleyen bir idea’dır.) Ayrıca müzikolog değilsen susacaksın, öyle uyduruk kaydırık referanslarla atıp tutmayacaksın. Queen eleştirilmesin demiyoruz ama bu iş uzmanlara (kim onlar?) bırakılmalıdır. Ayrıca öyle uzaklardan Queen’i eleştirenler, önce kendi yaptıklarına bakmalıdır. Queen’in hataları olmuş olabilir ama indie-pop yapanların Queen eleştirmeye hakkı yok. Bunlar zaten böyle belli bir grup, tek amaçları ilgi çekmek, sansasyon. Sonuçta Queen ile ilgili konuşmadan önce insanların hassasiyetlerini de göz önünde bulundurmak gerek…

Yeterince abarttığımı düşünüyorum, eminim anlaşılıyordur.

Devletin soykırımın inkârı için kullandığı argüman ve değerlerle parallelik kurmak için bambaşka bir konuda alınan tutumu karikatürize etmek gerçekten zevkli, ama uzatmayacağım. Bütün bunları anlatmamın sebebi, cin fikir bir saptama yapmaktan çok, soykırımla yüzleşmenin yanlızca bir yalanla ve o yalanı söyleyenlerle hesaplaşmak değil, aynı zamanda o yalanı sürdürebilmek için katliamlarla ve darbelerle sokulduğumuz türlü şeklin, sosyal yaşantımızdaki tezahürlerini de daha berrak bir şekilde görmemizi sağlayabileceği fikini paylaşmak. Bunu da yalnızca gündelik hayatımızı ve ilişkilerimizi daha kaliteli hâle getireceği için değil, gerçekten özgürlükçü bir politik mücadele için uygun toplumsal iklime sunacağı katkı nedeniyle önemli buluyorum. Unutumayalım, türlü türlü bürokrat söylediği yalanı savunmak için çıkıp AP’yi, Papa’yı lafazanlıkla, goygoyculukla falan suçlama ciddiyetsizliğini yeterli buluyorsa, güç aldığı yer devletin ordusu değil, ideoloji ile inşa ettiği toplumsal mutabakattır. Ve bu mutabakatta açılan her delik, devlet büyüklerinin yalan söylerken bir kere daha düşünmesini sağlayacaktır.

Deniz Güngören

[email protected]

Bültene kayıt ol