“Çünkü biz kaçaklar, kaçtığımız yerlerde kendimizi çoktan ölmüş varsayıyoruz...”

16.04.2015 - 17:28
Memet Uludağ
Haberi paylaş

"Çünkü doğdukları yer,

Doğdukları zamanlar,

Dilleri, dinleri ve gözlerinin renkleri yanlıştı.

Çünkü mülteciydiler.

İsimsiz rakamlar, 1,2,3,4,5, 10 bin, 20 bin,

Resmi raporların mezesi.

Ve uğurlarında yürümeyecek önemli adamlar.

Kimse ‘Je suis Göçmen’ olmayacak.

Hikayelerini bilmeyeceğiz.

Hayasız bir başlıkla verecek bir gazete ölüm haberlerini: ‘’Kaçak göçmenler köpekbalıklarına yem oldu"

...

İngiliz The Guardian gazetesinde bir süre önce bir haber yayınlanmıştı. Kısaca şöyle diyordu bu haberde: "2015’te Akdeniz’de rekor sayıda göçmen ölümü yaşanacak".

Habere göre 2015’in ilk üç ayında geçen yılın aynı dönemine göre 10 kat daha fazla göçmen ölmüştü. 2014’te 46 olan ölüm sayısı 2015’in aynı döneminde 486 olmuştu. 2014 ve 2015’in sayıları karşılaştırıldığında, aynı dönemlerde denizi geçerek Avrupa’ya ulaşmaya çalışan göçmen sayısında bir artış olmamıştı. 2014’ün ilk üç ayında her 1000 göçmenden 4,2’si ölürken bu sayı 2015’te 48,1’e yükselmişti.

15 Nisan’da yeni bir toplu ölüm haberleriyle sarsıldık. Bir mülteci teknesi daha batmıştı ve resmi kaynaklara göre en az 400 mülteci boğularak yaşamını yitirmişti.

Sabah gazetesi "Kaçak göçmenler köpekbalıklarına yem oldu" diye bir başlıkla vermiş bu haberi. Ölenler Afrikalı, Ortadoğulu insanlar olunca böyle başlıklar atılabiliyor demek ki.

Peki, neden böylesine büyük artış var bu ölümlerde?

Avrupa Birliği (AB) 2014 sonlarında, denizde denetleme-kurtarma operasyonu olan ve İtalya’nın yürüttüğü Mare Nostrum projesini sonlandırmıştı. O dönemde İngiltere’nin başını çektiği bazı Avrupa hükümetleri bu operasyonun mültecileri cesaretlendirdiğini ve gelenlerin sayısını arttırdığını iddia etmişti. Bu nedenle İngiliz Bakan Barones Anelay Mare Nostrum’a destek vermeyeceklerini açıklamıştı.

AB, kurtarma amaçlı bu projeden, amacı aslen askeri olarak sahil 'güvenliğini' koruma ve geçişleri engelleme olan bir projeye yöneldi. Günümüzde AB’nin sınır güvenlik ve kontrolünden sorumlu kurumu Frontex Avrupa’nın güney sahillerini denetliyor. Frontex bir yardım-kurtarma projesi değil.

Mare Nostrum, ayda 9 milyon Euro harcanarak, 70 bin km2 deniz sahasında etkin olan, 5 gemi, çok sayıda helikopter, 5 uçak ve 2 denizaltı ile yürütülmekteydi. 900 personeli vardı ve bugüne kadar 100 bin mülteciyi ölümden kurtarmıştı.

Frontex’in yürüttüğü 'Triton' adlı operasyonlar ise sahil güvenliği ile ilgili. Bütçesi ayda 2,9 milyon Euro. Sahilden sadece 30 mil açığa uzanan bir kapsama alanı var. 7 gemi, 1 helikoter ve 4 uçaktan oluşan filoda 65 personel görev yapmakta. Triton’ın amacı kurtarma operasyonları değil.

...

Göçmenler kaçmaya ve ölmeye devam edecekler. Bunlar, göz göre göre, Avrupa hükümetleri umursamaya umursamaya, sıradan insanların vicdanı sızlarken ve ırkçılar için için sevinerken olacak.

Bütün bunlar, bu çocuk-kadın-erkek, binlerce sivilin toplu ölümleri insanlığımızı sınıyor.

Bu ölümler barbarlığın denizdeki adıdır. Sebebi ve başlangıcı, bir sürü başka trajedilerin yaşandığı başka yerlede olan bu barbarlığın sorumluları arasında, Batı’nın çıkarları; savaşları ve orduları; bu çıkarlara 'dost' diktatörler, eli kanlı rejimler; son 15 yılda Ortadoğu’da yürütülen savaşların ve işgallerin yarattığı katliamcılar var.

Bu barbarlığın ötesinde ve öncesinde, açlıktan ölen Afrikalı çocukların trajedisi var.

Bu barbarlığın altında, tarlası, toprağı, akarsuyu, yaşama alanları, madenleri uluslararası şirketlere peşkeş çekilenlerin fakirlikleri yatmaktadır. 

Kuraklığın vurduğu insanların yaşam mücadelesi var bu barbarlığın arka planında.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni umursamayan Avrupa devletleri bizlere "Doğdukları yerde ölsünler, yolda ölsünler; yeter ki gelmesinler" diyor. Oysa ki Madde 14 -1, "Herkesin, zulüm karşısında, başka ülkelere sığınma hakkı vardır" der.

Bu hak, Avrupalı ve Avrupa dostu devletlerin umrunda değil.

Avrupa hükümetlerinin açmazını ve ikiyüzlülüğünü bir göçmenin şu sözleri özetliyor: "Hükümetler göçmen teknelerini bombalayarak batırsalar bile, bu durum göçmenlerin gelmesini engellemeyecek... Çünkü biz kaçaklar kaçtığımız yerlerde kendimizi  çoktan ölmüş varsayıyoruz..." (Abu Jana, Suriye’li ‘kaçak’)

...

Irak’a bakıyoruz...

Birleşmiş Milletler (BM), Irak hükümeti ve diğer bağımsız uluslararası sivil toplum ve yardım örgütlerine göre 2003 ile 2014 yılları arasında 4,5 milyon çocuk öksüz-yetim kalmış.

600 bin çocuk sokakta yaşıyor.

14 yaş altındaki çocukların %14’ü çok ağır koşullarda işçi olarak çalışıyor. 5-14 yaşları arası çocuk işçilerin sayısı 800 bin.

Tek başına ailesinin yaşamını sağlamaya çalışan dul sayısı 3 milyondan fazla. Pek çok aile büyük bir fakirlik içerisinde geçinmeye çalışıyor.

2003’ten bugüne, savaş nedeniyle, 2 milyonu çocuk, toplamda 4 milyon Irak’lı göç etmek zorunda kalmış. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) 2009 yılı raporuna göre ülke içinde zorunlu göçe maaruz kalanların %20’si ve evine dönen ailelerin %5’inin kayıp çocukları var. Toplamda, kaçırma, şiddet, zorla alıkoyma nedenleriyle 93500 kayıp çocuk var Irak’ta.

Her yıl binlerce çocuk, fakirlik ve hastalık nedeniyle henüz 5 yaşına gelmeden ölüyor. UNICEF’e göre Irak’ta beş yaş altı çocuk ölümleri her 1,000 doğumda 34. Bu oran Avrupa’nın çok üstünde bir rakam.

Beş yaş altı 1,5 milyon çocuk yetersiz ve sağlıksız besleniyor.

700 bin çocuk okula gitmiyor. Yüzbinlercesi eğitimine devam edemeyip yarıda bırakıyor.

2,5 milyon çocuk temiz sudan mahrum,  3,5 milyon çocuk ise hijyen ve sağlık koşulların olmadığı ortamlarda yaşıyor.

Afganistan’a gidiyoruz...

BM raporlarına göre, Afganistan işgali ve savaşın siviller üzerindeki olumsuz etkisi devam ediyor. 2014’ün ilk altı ayındaki sivil ölümü sayısı geçen yıla (2013) göre %25 artış gösterdi. Bu ölümlerden en az 1000’i çocuklar.

2013’te sivil ölümleri sayısı bir önceki yıla (2012) göre %23 artış göstermiş. 2013'te savaş nedeniyle çocuk ölümleri 2012’ye göre %33 artmış.

Afganistan’da beş yaş altı çocuk ölümleri her 1,000 doğumda 97.

Somali, Kongo, Nijerya, Sudan, Yemen, Etyopya ve Suriye’de bu rakamlar sırası ile 147, 119, 117, 99, 51, 64 ve 15.

Bu rakamlar, Avrupa’nın çok üstünde.

Suriye geliyor aklımıza:

2011’den bugüne 9 milyon’dan fazla Suriyeli evini terk etmek zorunda kalmış. Bunlardan milyonlarcası komşu ülkeler Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak’ta sığınmacı. Geri kalanlar kendi yurdunda zorunlu bir iç göç yaşıyor. AB ülkelerindeki toplam Suriyeli mülteci sayısı ise sadece 150 bin.

Suriyeli çocuk mültecilerin sayısı 2 milyonun üzerinde.

Bu çocuklar, küçük yaşta zorla evlilik, eğitimsizlik, fakirlik, evsizlik, sağlıksızlık, fiziksel-cinsel şiddet gibi pek çok kronikleşen sorunla birlikte yaşamaya çalışıyor.

Yüzbinlerce çocuk kölelik koşullarında çalıştırılıyor. Sadece Lübnan’da bu sayı 200 bin civarında.

Suriyeliler’in yakın bir gelecekte evlerine dönme ihtimalleri yok denecek kadar az. Göçtükleri yerlerde ise ırkçılık, işsizlik, ilgisizlik ile yaşama tutunmaya çalışıyorlar.

2014 yılında BM ve bağımsız yardım kuruluşları kamplarda yemek dağıtımı için kullanılan fonların tükendiğini duyurumuştu.

Suriyeli mültecilerin durumları giderek daha da kötüleşiyor. Pekçoğu ya kamplarda ya da şehirlerde kendi başlarına ortada bırakılmış durumda.

...

Bütün bunların sebebi belli:

Libya’ya, Irak’a, Afganistan’a ve Yemen’e ordularıyla-işgalleriyle 15 yıldır ‘demokrasi’ ve ‘uygarlık’ adı altında ölüm götürenler...

Nijerya’da petrolü, Afrika’da doğal su havzalarını ve verimli toprakları çalanlar. 170 milyon nüfuslu Nijerya'da 85 milyon kişi günlük 1 Dolar'ın altında bir kazanca sahip. 119 milyon kişi 2 Dolar'ın altında kazanıyor. Nijerya'da ortalama yaşam süresi 43 yıl.

Yemen’de İHA’larla sivilleri katledip, diktatörlere destek olanlar...

Suriye’li göçmenlere sırtını dönenler...

Filistinliler’in evlerini başına yıkanlar, Gazzeliler’i ölüme terkedenler...

Petrol zenginlikleriyle halklarının başına karabasanlar gibi çökmüş, ABD ve AB’nin askeri-ticari ‘can dostları’ zalimler...

Arap Baharı’na saldıranlar...

Ortadoğu’nun içinde bulunduğu ortamdan yaralanarak ortaya çıkan, katliamlar yaparak denetimi ve gücü elinde toplamaya çalışan çeteler...

Bu yerlerde yer ölüm, gök ölüm saçıyor.

...

AB'nin siyasetçileri bir yandan lüks mekanlarda silah fuarlarıyla yeni ölüm makinalarını tanıtırken, diğer yandan da ülkelerinde yaşanan tüm sorunların suçunu bu silahlardan kaçan göçmenlere ve sığınmacılara yüklüyor.

AB ve dostları, bir yandan insan hakları-demokrasi dersleri verirken aslında en temel insan haklarını umursamıyor.

Öte yandan Türkiye gibi ülkelerle 'Geri Kabul Anlaşması' imzalayarak AB'ye canlı ulaşabilen göçmenleri resmen insan tacirliği yaparak gerisin geriye gönderiyor.

...

Ölen, daha doğrusu öldürülen 400 göçmenin katilleri belli. Akdeniz giderek bir toplu mezar haline dönüşüyor.

Vicdanı ve göç politikaları iflas etmiş bir AB var karşımızda. Irkçılığın yükseldiği bir Avrupa bu. Savaşlarının, işgallerinin hesabını vermeyen bir Avrupa. ‘’Je Suis Charlie’’ diye şov yapan Avrupa liderleri ve dostlarının yüzlerce göçmen ölümü karşısında kılı kıpırdamıyor. Gazetelerde boy boy haberler verilmiyor.

Utanmadan Mandela'nın da, Suudi kralın da cenazesine de gidebillen ikiyüzlü liderler bunlar.

Hiç sıkılmadan ırkçılığa prim vererek kendi halklarını zehirliyorlar.

IŞİD’in kafa kesmesine feryad edenler, binlerce göçmenin ölümüne gıklarını çıkarmıyorlar.

Suç belli, suçlular belli.

...

Ama böyle gelmiş böyle gitmeyecek elbet.

...

Ve kaçaksın yine,

Doğdugun topraklar da olur elbet düşman.

Öleceğin toprakları henüz bulamadın.

Dağlar heryerde aynı.

Çocuklar büyüteceksin yalnızlığına inat.

Mavi mavi bakacak kara gözleri.

Usul usul alışacaksın herşeye.

Direneceksin de, ağlayacaksın da.

Geride kalacak aklın kaçtığın her adımda.

Titreyerek yürüyeceksin.

Düşe kalka alışacaksın.

Güneş doğacak sonra yüzüne.

Gülümseyeceksin.

Memet Uludağ

@Memzers

Bültene kayıt ol