Erdoğan, kendi sözleriyle aktarmak gerekirse: “Ülkelerinden kaçan ve bizde bulunan Ermenileri misafir ediyoruz. İstesek deport ederiz ama etmiyoruz. AP kararı bir kulağımızdan girer bir kulağımızdan çıkar” buyurarak, Ermenilere karşı nefret suçu işlemeyi siyaset zannetmenin dipsiz örneklerine bir yenisini kazandırmış.
Elbette Türkiye’de tüm gayri-Türk toplumların devletin tepesinden işittiği tehdit ve nefrete teşvik vakalarını sıralamanın da her dönem hafızaya faydası vardır. Ama artık savunmada duracak ve faillerin suçunu ispat etmenin yükünü taşıyacak günleri geride bıraktık bence. Başka bir deyişle; bir kaç senede Ermeni soykırımın bir kaç “Türk” aydınının tırnak aralarına saklayarak çekine çekine imâ ettiği günlerden, Ermenilerin korkmadan Facebook sayfalarında makaleler paylaştığı günlere geldik, ve bir gıdım da geriye gitmeyiz! Aksine, artık daha da kararlı bir şekilde isteyeceğiz soykırımın tanınmasını.
Çünkü artık bıktık ırkçılara ırkçı dediğimiz için kendimizi savunmaktan. Hepimizi hasta eden bu büyük suçun inkârı ile bütün toplumun suça ortak edilmesinden. Milliyetçi nefret üzerinden siyaset üretmenin norm olduğu, Murat Bardakçı, İlber Ortaylı hatta Yusuf Halaçoğlu’nun tarihçi diye yutturulduğu bir yerde daha fazla yaşamayacağız. Ve artık biz değişmeyeceğiz, bir yere de gitmiyoruz…
Sözün kısası, elbette 100 yıl doldu diye bunca yıllık nefret birden bire yok olmayacak. Öyle ya da böyle bu devlet 2+2=5 demeyi bırakıp soykırımı tanıdıktan sonra bile gidilecek yol uzun. Ama özellikle bu 24 Nisan’da ne kadar kalabalık olursak, “istersek yollarız” falan diye bol keseden atıp tutanların tükürdüklerini o kadar daha telaşla yalamasını sağlamış oluruz. Gelin, kimi, kaç kişiyi kovmakla tehdit ettiklerini iyice görsünler. 100. yıl vesilesiyle oluşan enternasyonal basıncın rüzgârı ile dayanışarak devleti bir yalanını itiraf etmek zorunda bırakmak, diğer tüm yalanları için de hesap sormamızı kolaylaştıracaktır. Ve öldürdüğü milyonlarca kişinii hainlikle, yakınlarını da yalancılıkla suçlayan bir katilin sesini kesmek, inanın sandığımızdan da çok şeyi değiştirecek.
Deniz Güngören