Virüs korkusu mu aç kalmak mı?

17.04.2020 - 11:23
Şafak Ayhan
Haberi paylaş

"Çünkü bu toplumun çalışan üyeleri hiçbir şey elde edemezken, her şeyi elde edebilen üyeleri hiç çalışmamaktadırlar."

Komünist Manifesto

Dünya’da gündem malum Covid-19 salgını. Bu salgının geçmiş aylar içerisinde kapitalist devletler üzerinde nasıl büyük tehdit oluşturduğunu bire bir deneyimleyerek yaşıyoruz. Savaşa, silaha, nükleer enerjiye, doğanın yıkımına harcanan paraların aslında sağlığa, barınmaya, temiz ve güvenilir gıdaya, insanoğlunu tehdit eden iklim krizini ortadan kaldırmak için yapılacak çalışmalara harcanması gerektiğini insanlar artık daha net görür haldeyiz. Hükümetlerin sermayedarları ve şirketleri kurtarma, ne olursa olsun üretime ara vermeme gibi tipik bir kapitalist kararları yüzünden, virüsün kısa sürede geniş coğrafyaları etki altına almasına çok da şaşırmamak lazım.

Devletler kendilerince bir dizi önlemler almaya başladı. Çünkü kapitalizmin girmiş olduğu muazzam kriz, çok yönlü etkilere sahip. Devletlerin salgın öncesi gündemlerinin ne kadar suni olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Asıl beka sorunlarının herkes için insan onuruna yakışan bir hayat standartı sağlamak; sağlık, gıda, barınma ve temiz bir çevre için mücadele edilmesi gerekliliğini bir kez daha ortaya koydu. Devletlerin kendilerince aldığı önlemler ülkelere göre değişiyor. Önlem mi yoksa ölüme yolculuk mu? Sadece bir iş kolunun en acımasız tablosundan bahsetmeye çalışacağım, kararı siz verin.

Geçenlerde yerel bir gazeteyi okurken, virüsün gerçekten de sınıfsal olduğunu, tuzu kuru olanların da "Evde Kal Türkiye" diye bas bas bağırmalarını anlayabiliyordum. Haberin başlığı şuydu "…ilçemiz mevsimlik tarım işçilerini bekliyor." Çoğu kişi için geçiştirilebilecek bir haber ne var ki bunda? İlçenin büyük toprak sahipleri, muhtarları, ziraat odası başkanı, işçi ağaları gözleri yollarda; ırkçılığı her gelişlerinde tepeden tırnağa kadar yaşayan,  tuvaleti, banyosu olmayan naylon çadırlarda yaşayan, hiçbir güvencesi olmadan yedi yaşındaki çocuktan yetmiş yaşındaki neneye kadar 35-40 derece sıcakta günde 15 saat çalıştırılacak, sömürülecek Kürt işçileri bekliyorlardı. Gerçi son yıllarda işçi sınıfını bölmekte ustaca kullandıkları "ırkçılık" illetinden dolayı ,Kürt işçilere verilecek ücretleri daha da aşağı çekebiliyorlar ve mutlular şimdilik. Çünkü hep bir ağızdan 'Neden buraya geldiler gitsin savaşsınlar' denen Suriyeli göçmenler karşı Kürt işçiler de karşı kışkırtılacak. İşveren Kürt’e, Türk’e "bak elin Suriyelisi gelmiş burada çalışıyor" diyecek, emekçileri birbirine düşürmeye ve bu işten daha da ucuz iş gücüyle kazançlı çıkmaya çalışacak. Ta ki işçilerin "işçi sınıfının vatanı, ırkı olmaz" deyip birleşeceği zamana kadar.

Gelir gelmez çadırlarına bayrak astırılan, muhtarların ‘’köylüyle konuştum köylünün şartları var: Köyün dışında çadır kurulacak köye girmeyeceksiniz, köyde Kürtçe konuşmayacaksınız’’ dedikleri bu insanların hayatı egemenlere göre bu salgının neresinde? Bakanlık ‘’dostlar pazarda görsün mantığından bir adım ileri gidemeyecek, asla ve asla pratikte karşılığının olmayacağı bir dizi önlemleri tarımsal üretimin devamı için alınan tedbirler kapsamında 4 Nisan'da İller İdaresi Genel Müdürlüğü üzerinden İl Valiliklerine "Korona virüs Tedbirleri/Mevsimlik Tarım İşçileri" konulu bir yazıyla gönderdi. 

 Tarım işçilerini Corona virüsünden korumak için alınacak tedbirlerden bazıları şunlarmış:

- Mevsimlik tarım işçilerinin ulaşımı valilikler tarafından organize edilecek.

- Yola çıkmadan sağlık kontrolleri yapılacak.

- Çıkış noktasından ulaşacakları yere kadar transit yolculuk yapacaklar.

- Mevsimlik tarım işçilerinin konaklayacakları tesis/konteynır/çadırlarda yatak araları en az 1,5 (bir buçuk) metre olacak.

- Çadırlar arasında en az 3 metre mesafe korunacak…

Kapitalist bir devlette üretimi ne olursa olsun devam ettirmek esas olduğu için mevsimlik işçiler hiç kimsenin umurunda değil. 

Mevsimlik işçiler ise tercihini yapmak zorunda bırakıldı bile. Ya bölgede kalıp açlıktan ölecek ya da virüse yakalanmayı göze alıp eşini, çocuğunu, annesini, babasını minibüse tıka basa doldurup yola koyulacaktı. Başka bir seçenekleri yoktu bu iğrenç sistemde.

Açıklanan önlemler bu insanları görenler, hayatlarını yakından bilenler için açık ki birer göz boyama. İnsanların ellerini yıkayacakları sabunları lavaboları yok, tarlanın ortasına açtıkları kuyuları brandalarla çevirip kendilerine tuvalet yapmak zorunda olan işçilere, çadırlarda 1,5 metre aralıklarla yatın diyeceksin… Yola çıkmadan sağlık kontrolleri yapılacak ama geldikleri yerde hiçbir sağlık önlemi olmadan çalışacaklar. 'Acaba bunlar virüs mü getirdi' denilip köye alınmayanlar, fikirleri virüslüler tarafından çifte ayrımcılığa maruz kalacak.

Bu iğrenç kapitalist düzen biz ezilenler, yok sayılanlar için artık miadını doldurmuş durumda. Güçsüz olanların, parası olmayanların nasıl ölüme gönderildiği, açık seçik bir vaziyette ortada. Sermayedarlar, işverenler, büyük toprak sahipleri yalılarında, villalarında keyif çatıp "evdekaltürkiye" mesajları yazarken, yaşayabilmek için için emek gücünü satmak zorunda olan işçiler fabrikalarda, tarlalarda, işyerlerinde, tersanelerde, sokakta, kamuda,  her alanda canını dişine takıp çalışmaya zorlanıyor. Evleri olmayan, bir sınırdan başka bir sınıra açlık sefalet içinde sürüklenen mülteciler de bu evde kalacak olanlara dahil mi peki ? Eski dünya bizlere hiçbir şey kazandırmadı. Daha adil, daha yaşanılabilir yeni dünyayı hep beraber kurabilmek için sosyalistlere katılmaktan, örgütlenmekten başka bir çaremiz yok.

Şafak Ayhan

Bültene kayıt ol