Etrafımızdaki insanlar susmuş mu acaba?

04.03.2020 - 17:00
Şafak Ayhan
Haberi paylaş

'Dünyanın bütün işçileri, birleşin!'
Karl Marx

Uluslararası sosyalist akımın kurucusu olan Tony Cliff  4 ciltlik Lenin biyografilerinin birinci cildini oluşturan ‘’Lenin, Cilt 1 –Partinin İnşası’’ adlı kitabının altıncı bölümünde “Liberallere karşı mücadele‘’ başlığı altında bir alıntı yaparak bölüme başlar. Bu alıntı günümüz Türkiye ve bölgedeki otoriter liderlerin politik tavırlarını anlamada oldukça açıklayıcı.

Devrim dalgasını önleyebilmek için küçük, başarılı bir savaşa ihtiyacımız var.’ Liberaller çarlığın bu oyununa gelmeye pek gönüllüydüler. Onların ilk tepkisi yurtseverlikti. Yurtdışında yayınladıkları -Osvobojdenye- adlı gazetelerinde, artık sadık bir liberal olan Struve: “Yaşasın Ordu’’ sloganını önerdi. Ardından Japonlar hem karada hem de denizde daha üstün gelmeye başlayınca liberallerin yurtseverlikleri biraz çözüldü ve ılımlı bir muhalefete başladılar. Rusların savaşı kazanamayacağını ve hükümetin çıkmazda olduğunu anlayınca liberallerin tavrı daha da keskinleşti… İlk başlarda savaşı destekleyen liberaller gazetelerinde savaş ‘ekonomik olarak bir saçmalıktı’ demelerine kadar gidecekti. ‘’Günümüz Türkiye’sinde yukarıdaki alıntıya liberallerin yerine Suriye savaşı için mecliste tezkereye “evet”diyen partileri yazsak hiç de sırıtmaz gibi.

Bölgede yıllardır süren paylaşım savaşları bir türlü bitmek bilmiyor. Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de emperyalist müdahaleler bölge halklarının kendi kaderlerini tayin etmelerini oldukça zora sokuyor. Yıllardır süren savaş, ölümler, açlık, yoksulluk, işsizlik ve göç bölge halklarının kaderi olmuş durumda. Savaş her zaman barış ortamlarında muazzam bir hızda büyüme gösteren işçi sınıfının, ezilenlerin, yoksulların elde ettiği kazanımları yerle bir etmek için otoriter liderler tarafından kullanılan, kendilerini kurtaracak bir çıkış yolu olarak görülüyor-ki tarih bunu her döneminde bizlere öğretiyor yukarıdaki alıntıda da olduğu gibi. Toplumsal hareketlenmelerin oluşmaya başladığı aşağıdan gelen isyan dalgasının yukarıyı sarsmaya başladı her atmosferde kapitalist devletler ve hükümetler hemen kurtarıcılarını devreye sokuyor: Savaş ve emek gücünü satarak hayatta kalmaya çalışan, başka hiçbir birikime birikime sahip olmayan insanları sisteme bağlamanın en etkili yolu olan milliyetçilik.

Tarihin her döneminde otoriter, faşist figürlere, yönetimlere karşı mücadele eden insanların sorumlulukları olmuş, bu sorumluluklar bölgelere ve koşullara göre değişiklik göstermiştir. Günümüz dünyasında ise bizim koşullarımız önümüze tarihi bir gerçekliği ortaya koyuyor: Göç olgusu, mültecilik ve yükselen ırkçılık.

Yıllardır süren Suriye savaşından dolayı binlerce insan yaşamını kaybetti, milyonlarca insan evinden, topraklarından göç etmek zorunda kaldı. Topraklarını terk ettikleri evsiz çaresiz kaldıkları gibi bir de sığındıkları ülkelerdeki ırkçılığa karşı da mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Devletler göçmenleri kendi politikalarının pazarlık aracı olarak görüyor. Türkiye’nin son gelişmelerden sonra Avrupa’ya karşı insani kozu olarak gördüğü göçmeleri kapıları açarak Avrupa’ya göndermeye çalışması ve Türkiye-Yunanistan sınırından yaşanan insanlık dramı tarihe bir kara leke olarak geçmiş durumda. Yunanistan polisinin gaz bombalarıyla karşıladığı, denizde plastik botlarını patlatmak için çaba sarf ettiği bir ortamda Türkiye’de de her olumsuz gelişmeyi, ekonomik krizi Suriyelilere bağlayan ırkçılığın medyatik dili olan Sözcü gazetesi 3 Mart 2020 Salı günkü manşetinde “İşte Yunan Zulmü” diye haber yaparak kendince Türkiye’deki ırkçılığı görmezden gelip yine suçu “düşman bellediği” Yunan halkına atacak.

“Yunan zulmü” derken bile ırkçılığı elden bırakmayan gazetenin Yunanistan’da bu insanlık dramına sessiz kalmayan, her fırsatta ırkçılığa ve faşizme karşı mücadeleyi örgütleyen ‘’Uluslararası Sosyalist Akımın’’ Yunanistan’daki temsilcisi olan SEK (Sosyalist İşçi Partisi)’ten doğal olarak haberi yok. Ve genelleyici bir dille Yunan güvenlik güçlerinin insanlık dışı yaklaşımını Yunan halkına bağlıyor. Göçmenleri göndermek için fırsat kollayanlar, aralıksız bunun üzerinden siyaset yapanlar son günlerde "bakın batının zulmüne, biz aslında merhametliyiz" gibi görmek istedikleri yerden bakarak propaganda yapmaya çalışıyor. Göçmen işçiyi günlüğü beş liraya çalıştırarak mı merhamet sergilendi, iki odalı ahırdan  bozma evi bin liraya göçmenlere kiralarken nerdeydi o merhamet? Bir halka, bir etnik gruba “ırkçı” demek büyük bir yanılgıdır, ırkçılık sistematik olarak bilinçli olarak egemenler tarafından yükseltilen bir olgudur. Irkçının Türk'ü, Alman’ı, Yunan’ı, Müslümanı, Hristiyanı olmaz, ırkçı ırkçıdır. 

Lenin III. Enternasyonal konuşmalarının bir kısmında şöyle diyor:

“…Şimdi ise, devrimci partilerin, pratiği ile bu krizi devrimin zaferinin yararına kullanabilmek için yeteri kadar bilinçli ve örgütlü, sömürülen kitlelerle bağları olduğunu, karar alabilme yeteneğinde olduklarını ve neyi nasıl yapacaklarını bildiklerini ‘ispatlamaları’ gerekir.”

Mevcut devrimci partiler ve örgütler günümüz dünyası koşullarında göçmenler ve ırkçılık konusundan önemli sınavlardan geçiyor. Yunanistan’dan SEK ( Sosyalist İşçi Partisi ) ve Türkiye’den DSİP ( Devrimci Sosyalist İşçi Partisi ) geçenlerde yaptığı ortak açıklamayla enternasyonal dayanışmanın suni bir kavram olan devlet sınırlarının ötesinde bir gerçeklik olduğunu bir kez daha ortaya koydu: https://marksist.org/icerik/Haber/13510/Savasa-ve-emperyalizme-hayir-Gocmenler-kardesimizdir?fbclid=IwAR1SN9Qa12aTLQnKoa1CduvTcCl9D53h8GHolDh4dBNI_m88HUJVfz-EaMc

Enternasyonal dayanışma ve mücadelede tüm ezilenlerin, yok sayılanların, ötekileştirilenlerin ve işçi sınıfının çıkarları ortaktır. İşçi sınıfı olarak bulunduğumuz coğrafyada kapitalizme ve emperyalizme karşı ezilenlerin yanında, dayanışma içinde olursak, ortak mücadeleyi birleştirebilirsek ancak başarılı olabiliriz, tarih bu geleneği var etmek için çabalayan sosyalist geleneğin önemli müdahaleleriyle dolu. Kapitalist ulus devletlerin işçi sınıfının dayanışmasını engelleyebilmek için yaratmış olduğu ‘’milliyetçilik ve ırkçılık’’ en büyük düşmanımızdır. Enternasyonal dayanışma halinde olan örgütlerin önemi şu günlerde daha fazla; emperyalist savaşların ortaya koyduğu yıkıntıları ve ekonomik krizleri teşhir etmek, genel grevler örgütlemek, mültecilerle dayanışma halinde olmak, ırkçılığa karşı kampanyalar düzenleyerek sürekli toplumun nabzını elinde hissetmesi için sokağa kulak vermek, siyasi kampanyalarında “çubuğu sokağa göre bükmek” elzemdir. Dünyanın farklı coğrafyalarında milyonlarca insan kitle grevleriyle sağcı, otoriter, popülist liderlerin neoliberal politikalarına karşı ayaktayken egemenler en güçlü kartları olan savaşı yine masaya sürüyor. Bununla karşı karşıya olan işçi sınıfı ancak ve ancak enternasyonal bir dayanışma ile milliyet ve vatan argümanlarından arınarak başarıya ulaşabilir. Parçalanmamış bir işçi sınıfı egemenlerin korkulu rüyasıdır. 

Suriyeli, Afgan, Kürt, Iraklı, Pakistanlı vb . bir işçinin, göçmenin sorunu tüm insanlığın sorunudur. Enternasyonal dayanışma bunu gerektirir. İşçi sınıfı ulusal sınırlarla belirlenmiş bir sınıf değildir, küresel ölçekte emek gücünü satmak zorunda kalan herkes işçidir. Dünya emekçileri işçi sınıfının bir parçasıdır. Ege denizinde yüzme bilmeyen annesiyle birlikte suya düşen bebek de memleketinden kilometrelerce uzakta kırk derece sıcağın altında onaltı saat çalışan Kürt tarım işçisi de, eşini, evlatlarını savaşta kaybetmiş bir anne de, günlerdir aç susuz sınır kapılarında bekleyen insanlık dışı ortamlarda yaşama tutunmaya çabalayan insanlar da bu sınıfın bir parçasıdır. Enternasyonal dayanışma olmaksızın yaşamı var eden bu sınıfın kitlesel mücadelesi başarıya ulaşamayacaktır. 

Selam olsun suyun karşı tarafında Enternasyonal mücadeleyi yükseltmeye çabalayan, yılmayan, korkmayan mücadele azmi içerisinde olan yoldaşlara. Ölümleri durdurmak için hep birlikte haykırmaktan başka çözüm yolumuz yok.

Haydi, Göçmenlerle Dayanışmaya 

Yaşasın Enternasyonal Dayanışma

Şafak Ayhan

Bültene kayıt ol