(Video/Podcast) İklim krizi, ya toptan çöküş ya devrim

29.05.2021 - 11:23
Haberi paylaş

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSİP) düzenlediği, Marksizm 2021 toplantılarının üçüncü gününde “İklim krizi, ya toptan çöküş ya devrim” konusu tartışıldı.

28 Mayıs Perşembe günü yapılan tartışma toplantısında DSİP’ten Erkin Erdoğan, FFF (Gelecek için Cumalar) platformundan Maya Kılıç ve Açık Radyo’dan Ömer Madra birer konuşma yaptı.

Erkin Erdoğan konuşmasında şunları söyledi:

Uzun bir süredir iklim değişikliğinin neden kaynaklandığı, nelere sebep olduğu ve ne tür yıkımlara yol açabileceği biliniyor. Son 50 yıldır bu konuda neredeyse sınırsız sayıda bilimsel çalışma yapılmış durumda. Buna karşın iklim değişikliği ile ilgili dünyada çok az iş yapılıyor.

1970’li yıllarda bilim insanları artan sayıda araştırmayla, sera gazı emisyonlarının küresel ısınmaya neden olduğu ve ortalama sıcaklıklardaki artışın süreceği uyarısında bulundular. 

1990’lı yıllardan itibaren konu Birleşmiş Milletler’in (BM) gündemine geldi ve 1992’de Rio’da toplanan Dünya Zirvesi ile İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) imzaya açıldı. 1997’de 2005 ve 2020 yılları arasında yürürlükte kalan Kyoto Sözleşmesi imzalandı. 

2016 yılında Paris anlaşması imzalandı. Sıcaklık artışını 1,5 derece ile sınırlandırmayı taahhüt ediyordu. Binlerce insan Paris’te bu konuyu tartıştı. Ama bütün bu çabalar sonucunda bol konuşma ve boş vaatler dışında neredeyse hiçbir mesafe kat edilemedi. 

İklim değişimini tetiklediğini anladığımız üç nokta var:

Küresel sera gazı emisyonları dik bir eğri olarak artmaya devam ediyor, emisyon miktarı yıllık 50 milyar tonun üzerine çıkmış durumda. 

Başka bir veri PPM. 1990’da yaklaşık 350 olan milyon başına karbondioksit parçacığı sayısı, içinde olduğumuz aylarda 420 seviyelerine dayandı. 

Ortalama sıcaklıklar 1970’lerden bu yana yaklaşık olarak 1°C artmış bulunuyor ve bu artış eğilimi aynı şekilde devam ediyor. 

İklim değişikliğiyle ilgili temel birkaç verinin bize söylediği şey aslında oldukça yalın: Politikacılar, devletler ve şirketler gözümüzün için bakarak yalan söylüyor. Adeta küresel koordinasyon içinde sürdürülen bir kandırmaca bu. 

Öyle olmasa bu kadar uzun süre bir yandan önlemler alıyoruz diye insanları uyutup bir yandan da onların gözünün içine bakmaya devam edemezlerdi. 

AB’nin şöyle bir yaklaşımı var: “İklim değişikliği protokolü, Kyoto olumlu, ama küresel anlamda bir anlaşma yapılamadığı için PPM azaltılamıyor. Karbon emisyonunu son 30 yılda 5,5 milyar tondan 4 milyar tona indirdik. Sera gazı emisyonları 1990 seviyelerine göre yüzde 20 oranında geriledi”

Eğer Avrupa Birliği’ni bir sermaye bloğu değil, bir toprak parçası olarak görüyorsanız bunların gerçek olduğuna inanabilirsiniz. Resmi istatistikler de sizi doğrulayacaktır. 

Gerçekte ise, bu veriler manipülasyondan başka bir şey değil. İki kanıt gösterebiliriz buna. Birincisi, Avrupalı şirketlerin dış yatırımlarını da hesaplara dahil etmek gerekir. Almanya’nın Çin’de toplam 90 milyar dolarlık doğrudan yatırımı bulunuyor. Bu yatırımlar 1990’ların sonunda yapılmaya başlandı. Çin’deki sera gazı emisyonlarının patlaması da tam olarak bu döneme denk geliyor. 1994 yılında yaklaşık 4 milyar ton olan Çin’in toplam sera gazı emisyonu, 2019 yılı itibariyle 13,5 milyar ton seviyelerine çıktı. 

İkinci kanıt ise, Çin’de imal edilen karbon yoğunluğu yüksek bu ürünlerin önemli ölçüde Avrupa’ya taşınıp orada tüketiliyor olması. Dış ticaret seviyesi fazla olan Fransa, İsviçre, İsveç, İtalya, İngiltere, Almanya, Çin, ABD gibi ülkelerde tüketim ve yerel üretim emisyonları arasında yüzde 220’ye varan açı farkları var. Avrupa Birliği gerçekten iklim dostu bir dünya ekonomisi yaratmak için fedakârlık mı yapıyor, yoksa kuruluşundaki “kömür ve çelik birliği” anlayışını dünya sathına yayarak gezegeni bir felaketin eşiğine mi sürüklüyor?

Şimdi AB 2023’ten itibaren sınırda karbon vergisi koymayı tartışıyor, ama soruna çare değil. İklim değişikliğinin karmaşık yapısı nedeniyle şirketler izini kaybettiriyor. Bazı etkiler yıllar sonra ortaya çıkıyor. 

İklim krizi sermaye birikim sürecini kesintiye uğratabilir. Buna rağmen kapitalizm, üretim süreçleri aksamadan önlem alabilecek bir sistem değildir. Plana değil, kaosa, kâra dayanan bir sistem. Bir yatırım yapılır, üretim yapılır, ürünlerini satarlar, para kazanırlar. Bu süreç sürekli rekabete dayanır. İklim değişikliği ile ilgili alınacak önlemler sermaye birikimini kesintiye uğratır, rakibi adım atmadan, kapitalist adım atmaz. 

Ayrıca iklim değişikliği ile ilgili alınacak tedbirler birçok şirketi iflas noktasına getirebilir, o yüzden kapitalistler iklim krizi için adım atamaz, tedbir alamazlar.

Küresel iklim değişikliğinin yol açabileceği geri dönüşsüz felaketler zincirini önlemek için önümüzde iki kritik tarih bunuyor: 2030 ve 2050. Küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırabilmek için sera gazı emisyonlarını dünya çapında 2030 yılına kadar (2010 seviyesine göre) yaklaşık yarı yarıya azaltmamız gerekiyor. 2050 yılında ise net emisyonları sıfır düzeyine indirmek zorundayız.

Önümüzde bu denli kısıtlı bir zaman varken ve küresel kapitalizm hedeflere ulaşmanın bu kadar uzağındayken, iklim hareketi olarak üzerimizdeki sorumluluk daha da artıyor. 

Karamsar görünen makro düzeydeki tabloyu değiştirmek için iklim hareketinin etki ve örgütlenme alanını genişletmek gerekiyor. Kolektif çözümleri mi zorlayacağız, yoksa yaşam tarzı siyaseti mi yapacağız? Gerçekten bireysel tasarruflarla iklim krizine bir çare bulabilir miyiz? 

Tüketim alışkanlıklarımızı değiştirerek, örneğin daha az tüketerek iklim değişikliğini önleyebilir veya bu yönde bir katkı yapabilir miyiz? Şirketleri ve devletleri ikna etmeye çalışarak, lobi faaliyetine odaklanarak yol almak mümkün mü? 

Kapitalizm iklim krizi karşısında büyük ölçüde çaresiz ve aktörlerin büyük bir çoğunluğu olabildiğince uzun bir zamanı oyalanarak geçirmek için çabalıyor. Ancak elbette ki piyasacı ana akım içerisinde de iklim değişikliğini büyük bir ciddiyetle ele alanlar var. 

Bunların başında teknolojik inovasyona dayanan ana akım yeşil büyüme stratejisi geliyor. Kapitalizm açısından mükemmel bir geçiş stratejisi bu, çünkü sistemin kendi kendine verimli ve düşük karbonlu yeni teknolojiler keşfedeceğini ve doğallığında gelişecek yeni yatırımlarla iklim dostu rekabetçi bir sistemin inşa edilebileceğini varsayıyor. 

İklim dostu kapitalizm mümkün diyenler var, mesela Alman Yeşiller Partisi. Bu sene Yeşiller Partisi seçimlerde şunu söylüyor. 600 milyar dolar harcayarak iklim meselesini çözeriz.

Bu yaklaşımın farklı versiyonlarını çarpıcı şekilde ortaya atan kişilerden biri, Microsoft’un kurucusu Bill Gates oldu. Kendisi emisyonları düşürmek için çığır açıcı inovasyonlar yapmamız gerektiğini öne sürüyor. Argüman şu: Bu yeni keşifler sayesinde düşük karbon emisyonlu ürünlerin fiyatı geleneksel sektörlerdekilerin seviyesine doğru gerileyecek. Böylece 2050 yılı itibariyle net sera gazı emisyonu sıfır olan bir dünyaya varacağız. Bill Gates’in yeni nesil nükleer santral yatırımcısı olduğunu da belirteyim.

Burada asıl önemli soru şu: Ya bir masal gibi anlatılan “çığır açıcı” teknolojik inovasyon araştırmaları sıfır karbonlu gelecek için istediğimiz gibi başarılı bir sonuç vermezse? Yenilikçi fikirlerin ezici kısmı test aşamasında kalabilir ve pazara çıkmadan terk edilebilir. Bu durumda kendiliğinden dönüşüm hayalleri suya düşecek ve piyasa ekonomileri on yıllar kaybettikten sonra başladığımız kriz noktasına geri dönecektir. 

Bireysel önlemlerin küresel ısınmaya karşı verilen mücadelede ana enstrümanlardan biri olarak görülmeye başlanması, farklı kaynaklardan beslenen ve bir dizi etmene bağlı olarak popüler hale gelen bir düşünce. Kısaca söylemek gerekirse, kişisel yaşamlarımızda olabildiği kadar iklim dostu pratikleri benimsemek önemli. Fakat iklim değişikliğini durduracak olan şey hayat tarzımızı değiştirmek değil, devletleri önlem almak durumunda bırakacak ve “iklimi değil, sistemi değiştirecek” kitlesel, kolektif eylemler.

İklim hareketinde bireyciliğin tartışılıyor olmasının sebeplerinden bir diğeri de ürün çeşitliliği ve hacmi giderek büyüyen yeşil sermaye. Çevre ve ekoloji konularında daha çok insan duyarlı hale geldikçe, doğal olarak bu pazara ürün sunan firmaların sayısı da artıyor. 

Ekolojik ürünlerin ve yeşil sermayenin en önemli katkısı, duyarlı müşterilerine gönül rahatlığıyla tüketim yapma konforunu sunuyor olması. Ancak iklim değişikliği açısından bakacak olursak, insanların daha çok tüketim yapıyor olmasının hiçbir koşul altında pozitif bir yanı yok. Küresel ısınmayı durdurmak istiyorsanız, bireysel düzlemde tüketiminizi azaltmayı deneyebilirsiniz ve daha da önemlisi iklim eylemlerine katılıp toplumsal değişimin doğrudan bir parçası olabilirsiniz. 

İklim değişikliğiyle ilgili söylenen yalanları gerçeklerden ayırmak büyük bir maharet istiyor. Kapitalist dünyanın hükümetleri, hiçbir etkisi olmayan politikaları büyük önlem paketleri olarak sunmak konusunda yetenekli. 

Kapitalizm krizler ortalığı kasıp kavurmadan kolay harekete geçebilen bir sistem değil ve iklim değişikliğinin sebep olabileceği yıkımın boyutu, muhtemelen bundan önce gördüğümüz krizlerle kıyaslanamayacak kadar büyük boyutlarda olacak. 

Ünlü ekonomist Nicholas Stern iklim değişikliğinin sebep olacağı yıkımın iki dünya savaşının ve 1929 Büyük Buhranı’nın toplamına yaklaşacağını öngörmüştü. IPCC raporlarının çizdiği tablo da iklim felaketinin boyutlarının tahminlerin ötesine geçebileceğini gösteriyor. Yani olasılıkların bir tarafında toptan bir çöküş bulunuyor. Ana akım iklim politikalarının ve sistem içi çözümlerin bizi hızla götürdüğü yer bu. 

İkinci olasılık ise küresel ısınmayı durdurmak için sokakta mücadele etmek ve iklim felaketini önlemek için kalan az zamanı dünyanın ihtiyacı olan büyük dönüşüm için çabalayarak değerlendirmek. Bu mücadeleyi kazanmanın yolu iklim değişikliğiyle birlikte fosil yakıt kapitalizmini de tarihin çöplüğüne göndermekten geçiyor. 

Üretimi ve tüketimi, odağına kârı değil insanı alarak baştan aşağı tekrar planlamak durumundayız ve bütün bu adımları küresel bir işbirliği içinde atmak zorundayız. Böylesi bir dönüşüm stratejisi karşımızda duran tek gerçekçi alternatif ve eğer bu iş için kolları sıvarsak, kendimizi sadece iklim dostu değil, aynı zamanda dayanışmacı, özgürlükçü, adil ve barışçıl bir dünyayı inşa ederken bulacağız. Evet, zor, ama imkânsız değil! 

Maya Kılıç konuşmasında şunları söyledi:

FFF aktivistiyim. İklim kriz nedir, bu soruyu cevaplamak istiyorum. Sera gazları dünyayı ısıtıyor, yaşamamız için gerekli su ve besinler azalıyor, bu da krize yol açıyor, bütün bunlar kendiliğinden olmuyor, insan eliyle oluyor.

Milyonlarca yıldır volkanik hareketler, dünyada kitlesel yok oluşlara sebep oldu. Ama insanlar 100 yıl içinde, sanayi devrimi sürecinde, kitlesel yok oluşun koşullarını oluşturdular. Bunun en önemli sebebi de yakıt olarak kullandığımız fosiller.

FFF hareketi Greta Tunberg’in başlattığı Cuma grevleri ile ortaya çıktı. Türkiye’de de oluşturuldu. Neden insanlar bu konuda harekete geçtiler. Biz okulumuzu geleceğimiz için okuyoruz, ama eğer bir geleceğimiz yoksa ki, bilimsel veriler bunu söylüyor. 9 yıl sonra iklim krizi bütün hayatımızı alt üst etmiş olacak, o zaman okumamıza ne gerek var.

İklim krizinin en büyük sebebi, kapitalizmin aşırı üretimi ve tüketimi, bu yapılanlar, özellikle et süt gibi ürünler ihtiyacımızın kat kat üstünde üretiliyor. Bu da iklim krizine neden oluyor. Gezegeni kurtaralım ifadesi aslında yanlış, gezegen biz olmadan da yaşar, biz kendimizi kurtarmaya çalışıyoruz. 

Karbon emisyonları pandemide yüzde 7 geriledi ama açılma ile bu da boşa gitti. İklim krizi sadece daha az üreterek ve tüketerek halledebileceğimiz bir konu da değil. Paris anlaşması iklim krizinin önlenmesi için önemli bir anlaşmadır. Türkiye başta bu anlaşmayı imzalamadı, sonra imzaladı ama uygulamadı. Bunun uygulanması gerekiyor. Son olaylarda farkındayız. İster bireysel, ister topluluk olarak protesto etmek, ses çıkarmak, değerli. Bu faaliyetleri en üst seviyeye çıkarmalıyız.

Ömer Madra konuşmasında şunları söyledi:

Nasıl bir tehlike ile karşı karşıyayız. Yeryüzünün en büyük tehdidi ile karşı karşıyayız. Bunu bilim söylüyor, bilim aleminin neredeyse tamamı söylüyor. Dünyanın 52 ülkesinden 222 bilimciye sorulmuş, İnsanlık gıda, su, biyoçeşitlilik ve iklim, covid krizlerinin aynı anda vurması sonucu mükemmel fırtına ile karşı karşıya. Bu krizler sistemi çökertiyor.

Temel bilimler nedir. Matematik, fizik, biyoloji, kimya, astronomi. Bu bilimler, diğer bilim dallarının temelini oluştururlar.

Metamatik şunu diyor: Geçen yılın sonlarındaki bir araştırmada, insan yapımı maddeler, yeryüzündeki canlı maddelerden daha ağır hale gelmiş. Beton, plastik vb. maddelerden bahsediyorum. Sadece plastik bütün kara ve deniz canlılarının toplamından fazlaymış.

Mantık ve istatistiği matematiğe katalım, çok yeni bir araştırma. Bir yılda üretilenden daha fazla doğal kaynak tüketiyormuş, insanlık. Tüketimin bu hızla devam etmesi halinde ki tüketim daha da hızlı artıyor, olacaklar ortada.

Çin bilimler akademisinin bir araştırmasına göre eriyen buzullar nedeniyle dünyanın ekseni kaymış durumda. Buzullarda incelme gittikçe artıyor. Bu durum uzaydaki uyduların haberleşmesini, GPS sistemlerini ve radyo dalgalarını etkileyecek. Atmosferi 60 kilometreye kadar bozuyoruz.

Deniz canlıları hariç, topraklarda yaşayan canlılar için bir araştırma yapılmış, pestisit nedeniyle böcekler, topraktaki mikro organizmalar ölüyor. 

Türkiye’de bu maddeye ilaç deniyor, halbuki bu zehir. Mesela DDT diye bir madde vardı, çocukluğumuzda her yere sıkılırdı, zararlı böcekler ölsün diye, aslında o da bir zehirdi, zararı yıllar sonra anlaşıldı, yasaklandı. Şimdi pestisit nedeniyle arılar, solucanlar, kuşlar ölüyor yasaklanması lazım, ama şirketler korunuyor. 

Japonya’dan bir haber geldi, sakura denen kiraz çiçekleri 1200 yıldır ilk defa mart ayında çok erken açtılar. 1200 yıllık kadim kayıtlar var, ülke için çok önemli kültürel bir konu. Küresel ısınma nedeniyle erken açmış. Aynı durum Washington’da da olmuş.

CBS’in nisan ayı haberi, iklim sisteminde geri dönüşün mümkün olmadığı nokta artık geçildi deniyor.

Amazon yağmur ormanları çok büyük bir karbon yutağı. 100 yıldır ormanlar yok ediliyor, 20-30 yıl sonra ormanlar savana denen çalılık olacak. Batı Antarktika’nın buzullarında, deniz suyu sıcaklığı arttığı için erime hızlandı. Körfez- Golfstream akıntıları alt üst oldu. Bütün bunların nedeni fosil yakıtlar, sorumluları politikacılar.

Bilimle pazarlık edilebilir mi? Greta şunu dedi: Çıkarılan yasalar çözüm değil, çünkü doğa pazarlık etmez. Benim için umut sözcüklerden değil eylemden gelir, bu ne kadar zor olursa olsun. Fizikle pazarlık edilmez. Bu anlaşmaya ne diyorsunuz.

Açık Radyo'da pek çok programı bu konuya ayırıyoruz. Marksizm toplantılarında da bu konunun konuşulması önemli, mücadeleye devam.

Soru cevap bölümü

Maya Kılıç: FFF veya Yokoluş gibi hareketler, acil bir şekilde iklim için harekete geçiyorlar, aynen Greta gibi. Greta bu konuda bir çağrı yaptı, bütün öğrencileri birlikte hareket etmeye çağırmıştı. Siyasi görüşler iklim için mücadelede önemli değil. Şimdi kriz içindeyiz, insanlar ne düşünürse düşünsün, yaşamak için ne gerekiyorsa yapmaya gönüllü olmalıdır, olacaklardır. 

Siyasi politik durum bizi nasıl etkiliyor. Boğaziçi eylemlerine kadar FFF bir grup öğrencinin eylemiydi. Boğaziçi sonrası marjinal ve terörist olduk. Türkiye’deki politik ortam bizim aktivitelerimizi de etkiliyor. Devam edersek ve hala var olabilirsek, biz de politik durumu etkileyebiliriz. Biz iklim için mücadele ediyoruz, sesimizi duyurmaya çalışıyoruz, bunu yapabildiğimiz oranda politik konulara da müdahale etmiş oluruz.

Erkin Erdoğan: İklim değişikliği sadece çevre meselesi değil. İklim değişikliği sadece çevresel değil, kapitalizme yapısal olarak içkin bir kriz. İklim krizi ile birlikte ortaya çıkacak göç hareketleri çok büyük olacak. 

İklim krizi konusunda Türkiye’nin de sorumluluğu var. İklim konusunda somut adımlar atılmasını talep etmeliyiz. Paris anlaşmasını imzaladı, ama onaylamadı, niyet beyanı var, karbon salımını 450 den 900 milyon tona çıkarmayı vaat etti, onu da iklim fonlarından yararlanmaya bağladı. 

Türkiye’de iklim krizi ile mücadele, Millet Bahçeleri yapmak ve ağaç dikmek olarak anlatılıyor, bu politikayı değiştirmeliyiz.

Yokoluş isyanı antikapitalist eksende ve sistemi kilitlemeye dönük eylemler yapıyor, bu olumlu. İklim hareketi içinde faaliyetler sokakta olmalı, lobicilik değil, antikapitalist eylemler yapmalıyız. Sokak eylemlerinin her biri ilham vericidir. 

Üretim pazar için değil, insan için olmalı diyoruz. İklim krizi bu anlamda sistem sorunu, kapitalist sistem değiştirilmeden, yıkılmadan, özgür bir toplum kurulmadan iklim krizi çözümlenemez. Bu hayal değil gerçekçi bir çözüm.

Neler yapabiliriz. Büyük bir hareket inşa etmeliyiz, çok bileşenli, çok geniş, radikal bir hareket inşa etmeliyiz.

İklimi değil sistemi değiştirmeye odaklanmalıyız. İklim hareketini sadece kapitalizmin bir reformu mertebesine indirgememeliyiz.

Bunun için örgütlü olmalıyız, DSİP’i, antikapitalist odağı büyütmeliyiz.

Bültene kayıt ol