Siyasette yalan ve yanlış

12.06.2018 - 10:26
Ahmet İnsel
Haberi paylaş

Tayyip Erdoğan’ın zaman zaman olmamış şeyleri olmuş gibi anlatmasına birçok kez şahit olduk. Kristof Kolomb’un Küba kıyılarında bir caminin varlığından bahsettiğini iddia etmesi bunların içinde en parlak olanıdır. Menkıbe anlatır gibi anlattığı bu hikâyeye kendisi gerçekten inanıyor muydu, bilmiyoruz. Bu bir yalan mıydı yoksa yanlış bir bilgi miydi? Aradaki fark önemlidir. 

Antik Yunan filozofu Platon, ortak yarar elde etmek amacıyla bir yöneticinin yalan söylemesini ilkesel olarak mahkûm etmez. Ama cehalet nedeniyle bir yöneticinin yanlış bilgi vermesini, yönetilenleri yanıltmasını ise affedilemez bir kusur olarak değerlendirir. Yalanla gerçek arasındaki fark, bilmemekle bilmek arasındaki fark değildir. 

Platon’un bu aristokratik cumhuriyet anlayışı bir yerde Makyavel’in hükümdara öğütlerinde dile getirdiğinin çok önceden formüle edilmiş halidir. Makyavel için hükümdarın cehaleti nedeniyle yanlış olanı doğru gibi algılayıp aktarması veya karar alması, yüksek bir amaç için bilinçli biçimde yalan söylemesinden çok farklıdır. Birincisi siyasal aklın iflası, ikincisi devlet aklının işlemesidir. 

Hannah Arendt de, gerçeğin ve siyasetin aralarının çok açık olduğundan kimsenin şüphesi olmadığını belirtir. Kamusal alan bir ortak yaşam deneyimi alanıdır ama bu alanı ilgilendiren olayları nesnelleştirecek ortak algı ya yoktur ya da son derece zayıf ve değişkendir. Siyaset bu algıyı yönetme, bu algıya hâkim olma sanatıdır. 

Yanlıştan farklı olarak, yalana akılla karşı çıkmak çok daha zordur. Arendt, çoğu zaman yalanın gerçekten çok daha akılcı gözükebileceğini belirtir. Gerçekten de etrafımızda uçuşan onlarca komplo teorisi bir tür hiper-akılcılık ürünü değil midir? 

Yalan, çoğu zaman, gerçekten daha çekicidir. Özellikle siyasal alanda söylenen yalan böyledir çünkü önceden halkın duymak istediği tahmin edilerek üretilmiştir. Dolayısıyla yalana karşı mücadele sadece akla hitap ederek başarılamaz. Yalanın öne sürdüğü olayın gerçeğini ortaya çıkarmak, ısrarla bunu hatırlatmak gerekir. Kristof Kolomb’un Küba kıyılarında cami gördüğünü nerede anlattığını ısrarla sormak, bu iddianın akıldışı olduğunu haykırmaktan daha etkilidir.

***

Bu seçim kampanyasında Tayyip Erdoğan’ın yerel olarak hitap ettiği kişilerin hemen hepsinin işin doğrusunu bildiği yanlış bilgiler vermesi dikkat çekiyor. Isparta’ya üniversitenin hangi tarihte geldiğini en iyi Ispartalılar bilir. Adıyaman ve İzmir’e havaalanının ne zaman yapıldığını da en iyi o kentte yaşayanlar bilse gerektir. Bu kentlerde bu tarihlerle ilgili yanlış bilgi vermenin siyasal getirisinin oldukça sınırlı olacağı tahmin edilebilir. Kanıtlanması çok kolay bu bariz yanlışların dile getirilmesi AKP Genel Başkanı’nın hikâye dağarcığında bir şey kalmadığına mı işaret ediyor? Ya da dile yön veren aklın bir an kısa devre yaptığına mı? 

İlkokula 1960’ta başlamış olması gereken Erdoğan’ın, CHP’nin tek parti döneminde ilkokula gittiğini iddia etmesi ise, karşısındaki kitlenin duymak istediğini dile getirmenin somut örneğidir. Köprüyü sattırmak isteyenlerin komünistler olduğunu iddia etmek veya 6-7 Ekim 2014’te olan ve 43 kişinin ölümüne yol açan elim olayları Haziran 2015 sonrasında olmuş gibi aktarmak, yanlış değil kasıtlı bir dezenformasyondur. Ölen 43 kişi arasında Hüda-Par üyeleri ve polislerin yanında, ezici çoğunluğun HDP üyesi olduğunu söylememek de bu algı operasyonunun bir parçasıdır. Susarak da, bir olayı kısmen aktararak da, gerçeğin farklı algılanması elde edilir. 

Bugün AKP Genel Başkanı’nın dozu ve frekansı giderek artan doğru olmayan ‘doğru’larını bir siyasal tahayyül ve söylem tükenişinin işaretleri olarak değerlendirmek mümkün. Ama siyasetin gerçekleri olgusal gerçeklerden farklı olabildiğine göre, bu değerlendirmenin siyasal olarak ne kadar gerçeğe tekabül ettiğini ancak seçim sonuçları gösterecek.

Ahmet İnsel

(Cumhuriyet)

Bültene kayıt ol