Delirmiş olmalıyım

12.01.2018 - 16:21
Murat Çelikkan
Haberi paylaş

Kendimi kontrol etmeyi öğrenmem, hak olarak gördüğüm şeylerin bir tür toplumsal cinsiyet eğitiminden geldiğini anlamam, bunları sorgulamaya başlamam çok zaman aldı. Çözdüğümü de söyleyemem.

Konunun kendi yetmezmiş gibi böyle bir konuda ilk yazıyı yazacak erkek olmayı kabul ettiğim için delirmiş olmalıyım ama delirmedim! Bunu göze almamın nedeni erkeklik ve erkek şiddeti konusunda kamusal alanda erkeklerin de söz almasının zamanının geldiğini hatta gelmekte çok geç kaldığını düşünmem. Tabii buna bir de Nadire’yi ve bianet’i reddetmenin dayanılmaz ağırlığını ekleyin.

Neyseki "şiddetin her türlüsüne karşıyım" manasızlığından, "erkek şiddeti" tanımı karşısında erkeklik gösterisinden bugün erkek şiddetini erkeklerin de tartıştığı, yazdığı bir duruma gelebildik.  Çok değil en fazla 5-10 yıllık bir süreç bu. Ancak Türkiye’de 2010’dan bu yana, bianet erkek şiddeti çetelelerine göre, erkeklerin neredeyse 2000 kadını öldürdüğünü düşünürseniz bunun bedelinin ne kadar ağır ödendiğini de anlayabilirsiniz. Kadın korkusu ve kadın düşmanlığı hem tek tek erkeklerin hem de kurumların kadınlara yönelik insanlık dışı uygulamalarına neden oluyor. Hep oldu, hala oluyor.

Elbette erkeklerin de toplumsal cinsiyet öğretisi ve tartışmalarına katılmasının erkek şiddetini tartışmalarının soruna kesin bir çözüm getireceğini savunmuyorum. Ama bu vesileyle kendi mütevazı katkımı ve itiraflarımı yapmaya çalışacağım.

Erkeklik ayrıcalığı olarak edindiğim kusurları ne kadar testosteron ve öğretilmiş erkekliklere borçluysam, bu konuda kendimi sorgulama aşamasına gelmiş olmayı da hemen hemen bütünüyle kadınlara borçluyum. Benimle evlenmeyi veya sevgili olmayı göze alan, benimle dostluk eden, iş arkadaşım olarak çokça zaman geçirdiğim kadınlara, beni sabırla eğitmelerine erkekliklerime tahammül etmelerine ve tabii bir erkek karşısında verdikleri kimlik mücadelesine. Erkekliği sorgulama, erkekliğin cinsel tercih ve heteroseksizmi aşan bir mesele olduğunu kavrama ve erkeklikle başa çıkma konusunda LGBTİ+ katkısını da yabana atmamalıyım.

Karşı olduğumuz iktidarı hegemonik erkeklik olarak yeniden yeniden üretmek biz muhalif erkeklerin laneti olsa gerek. Muhalifliğimiz çoğu zaman patriyarka ve heteroseksizmin egemenliğini sorgulamayı unutur. Ama biz muhalif olduğumuz için onu zaten yaptığımızı düşünürüz.

Çok genç yaşlarımdan itibaren politik bir ortam içinde büyüdüm. 17 yaşından itibaren de sosyalist mücadele içinde. Ne kadın meselesi, ne insanların kime aşık olup kimle sevişecekleri ve kiminle beraber olacakları konusundaki kurumsal ve toplumsal iktidar pek gündemimde olmadı. Bir tek bu da olmalı diye kurulan ve ideolojik ve örgütsel hegemonya altında olan kadın derneklerinde bu işi ciddiye alan birkaç kadın dışında. O zaman da çeşitli yürüyüşlerde bu kadın örgütünün pankartı arkasında olmayı reddederek biz erkeklerle birlikte yürümeyi kabul eden kadınlar daha makbuldü.

Her ikisi ile gerçek anlamda tanışmam 1980 askeri darbesi sonrasında yükselen gay ve lezbiyen hareket ve kadın hareketi sayesinde İnsan Hakları Derneği’nde oldu. Orada bile 1990 yılındaki cezaevindeki açık grevlerini protesto eden büyük dalgada kadınların ayrı eyleme gitmesini (siyahlı protesto) hafif içim burularak izlemiştim. Demokratik merkeziyetçiliğin Türkiye’deki en Ortodoks yorumlarından biri iliklerime işlemiş demek ki!

İktidar meselesiyle bu kadar ilgilenip patriyarkayı es geçmiş olmam erkekliğimden kaynaklanıyor olsa gerek. Tabii ki burada bu konuda ahkam kesecek değilim, bunu benden çok çok daha iyi yapabilecek kadınlar var. Ama bu anlamda iktidar meselesini daha boyutlu anlamayı da kadınlara borçluyum.

Ama erkek şiddeti sadece kadınların meselesi olmamalı. Kadınlar buna maruz kalanlar olarak şiddetle ve özneleriyle yani bizle mücadele ederken dünyanın pek çok kültüründe tanımlandığı şekliyle erkekliklerle uğraşmak erkeklerin de derdi, çabası olmalı.

Öyle ya ister erkek ister kadın olun, gecenin bir vaktinde yalnız başınıza sokakta yürürken karşıdan beş tane erkeğin geldiğini görüp ürkmeyecek bir canlı yok.

Erkekler kontrol edemediğinde ya da hükmedemediğinde öfkelenmek ve şiddete başvurmak ayrıcalığına sahip. Yeteri kadar erk sahibi olmadıklarında bir avuç erk sahibi erkeği desteklemek ve onların erkinin devamlılığı için şiddet göstermek alışkanlığına sahipler. Sistematik tecavüzün bir savaş aracı olduğunu unutmamak gerek.

Şimdi gelelim işin zor kısmına... İç sorgulamaya.

Çünkü bu meselenin bir iç sorgulama çabasını, itirafları kapsamadığında erkeklerin her konudaki ben bilirimciliğinin kadınların yaşadığı şiddet alanını da tariflemeye ve anlatmaya soyunmuş olma tehlikesine düşmesi var. Yüzyılların alışkanlığı ne de olsa.  Bu nedenle erkeklerin kadınlara karşı değil, kendi aralarında erkekliklerini konuşmasını ve tartışmasını çok önemli buluyorum.

Hatırladığım kadarıyla iş arkadaşlarıma, eşlerime ve sevgilerime ve çocuklarıma cinsel ya da fiziksel şiddet uygulamadım. Hatırladığım kadarıyla diyorum, çünkü doğal hak olarak kabul ettiğim bazı şeyler kullandığım psikolojik şiddet taktiklerinin fiziksel şiddetle sonuçlanmasına çok kolaylıkla yol açabilirdi. Umuyorum doğru hatırlıyorum ve açmamıştır. Çünkü erkekler bu şiddeti de tabii ki en kolay en yakınlarında bulunanlara gösteriyor. Hele de bu yakınlık erkeklerin iktidarını tüm kurumsal ve toplumsal yapısıyla koruyan ve dokunulmaz kılınan aile içinde kuruluyorsa.

İlişkilerimde ve çalıştığım işyerlerinde ayrımcılık yapmamaya, tahakküm kurmamaya, çalışanların hakkını gözetmeye çalıştım. Ancak doğal hak kabul ettiğimiz erkek ayrıcalıklarının kökeninde hükmetmek, kontrol etmek var.

Kendimi kontrol etmeyi öğrenmem, hak olarak gördüğüm şeylerin bir tür toplumsal cinsiyet eğitiminden geldiğini anlamam, bunları sorgulamaya başlamam çok zaman aldı. Çözdüğümü de söyleyemem. Yani fiziksel olmasa da muhakkak şiddet ayrıcalığını kullandım.

Hala başa çıkmaya çalıştığım ve doğal bir hak olarak gördüğüm bazı alışkanlık ve ayrıcalıklara bir göz atalım isterim…

Hafifinden başlayayım, "söz kesme hakkından"…

Erkeklerin söz kesme hakkı: Hızlı geri çekilsem de her zaman ateşli bir tartışmacı oldum. Tartışmanın ateşi ile aklıma gelenleri, doğru bildiklerimi, doğru olduğuna inandıklarımı başkalarının o sırada konuşup konuşmadığına aldırmadan dile getirmek, "erkekliğin doğrularının gücü adına" bir gereklilikti. Yaşım ve konumum gereği zaten bir iktidar pozisyonundan konuşurken söz kesmenin iğdiş edici bir yanı oluyor. Bunu söz alma konusunda çekincesi olanlara yapmak bayağı bir sansür etkisi yaratabiliyor. Bu yıllarca kadınlara tahakküm etmek adına, kendilerine güvenlerini yıkmak adına en sık yapılmış şey, ben de yapıyorum.

Çare: Tahammülün olmayacaksa tartışmalara katılma, kadınların sözünü kesme, kesme, kesme.

Erkeklerin ben bilirim hakkı: Yaş kemale erince deneyim ve bilgi de göreli olarak artıyor. Bir bakıyorum hemen her konuda fikir sahibiyim. Bu fikirler giderek sabit fikirlere ve hükümlere dönüşüyor. Toplantılarda, tartışmalarda hep çok fikrim oluyor. Bunları söylemek istiyorum. Hayır, söylemem, aktarmam gerektiğini düşünüyorum. Bu bazen "bu işin doğrusu budur," üslubuna bürünüyor. Halbuki her söz aldığımda daha gençlerin, daha zor söz alan kadınların hayatını zorlaştırdığımı da teorik olarak biliyorum. Ayrıca işe bazı konuları bilmediğimi, başkalarının bunu benden daha iyi bilebileceğini kabul ederek başlayabilirim.

Çare: Bildiğim bazı şeyleri kendime saklayarak, daha az konuşmaya çalışmak, tasarruf edilen zamanda kadınların, LGBTİ+ bireylerin daha çok söz almasına, daha çok söz söylemesine özen göstermeye dikkat etmek.

Erkeklerin şakalaşma hakkı: İnsanların birbirleriyle şakalaştığı, rahat çalışma ortamlarını hep tercih ettim, bulunduğum ortamların da böyle olmasına çalıştım. Ancak bu ortamların her birinde adı konulmuş bir hiyerarşi olduğunu, insanların eşit hissetmediğini, her zaman dikkate almıyorum. Kadınlara onları kötü hissettirtebilecek görünümleriyle, yaşlarıyla, yetenekleriyle ilgili şaka yapmamak gerektiğini sık unutuyorum. Bu da yüzyıllarca karşısındakini zayıf ve eksik hissettirerek tahakküm kurma taktiği.

Çare: Gündelik ırkçılık ve cinsiyetçilik hakkında daha çok oku, düşün. Şakalaşma ile alay arasındaki sınırı geçme. Özellikle kadınlarla "bugün ne kadar yorgun görünüyorsun, ne var gece uyuyamadın mı, ne kadar kilo almışsın," muhabbetine girme!

Erkeklerin bağırma hakkı: Diğerlerini bağırarak susturmaya çalışmak da bir erkek özelliği. İşin en kötü yanı ben bunu farketmeden yapıyorum, sadece tartışırken ama yapıyorum. Yani oldukça sınıfsal ve erkeksi ses kullanıyorum, tam bir tahakküm hatta sindirme aracı olarak.

Çare: Eşitler ve senden daha az eşitler arasında sesini yükseltme. Hiçbir koşul altında!

Erkeklerin beğenmeme ve eleştirme hakkı: Özellikle evde gündelik yaşamda erkekler kolaylıkla eleştirmen konumuna çekilebiliyor. Ben de! "Bu pilav her zaman yaptığın gibi olmamış."

Çare: Beğenmeme hakkı ve kolayca eleştirmen konumuna geçme hakkı, hem karşındakini eksik ve yetersiz hissettirdiği için psikolojik şiddet demek hem de çözüm bulmak için aktif tutum almama, bunun zamansal ve ruhsal emeğini harcamama ve bu şekilde avantajlı konumunu sağlamlaştırma demek. Erkek iktidarının yeniden yeniden üretimi.

Ev içi emek üstünde egemenlik hakkı: Evde yapılması gereken işlerin hep kadın emeği üzerinden olması gerektiğini düşünmem. Kendime ait olsa da. "Çocuk ağlıyor," "lacivert gömleğim nerde?" "ev niye yine dağınık?"

Çare: Bunların hepsinin aslında kendi yapmam gereken ve yapmadığım işler olduğunu hatırlamak. Yemek yeteri kadar lezzetli değilse, çocuk ağlıyorsa, oyalanmaya ihtiyacı varsa, aradığım şeyler yerinde değilse ya da bulamıyorsam halletmenin benim işim olduğunu ağzımdan söz çıkmadan hatırlamaya çalışıyorum. İşin iyi tarafı bunu unuttuğumda evde hatırlatacak birinin olması.

Erkeklerin öfkelenme hakkı: Birileri, bir şey beni çileden çıkarttığında ve bunda ısrar ettiğinde bir erkeklik ayrıcalığı da öfkelenme. Karşındakini öfkeyle sindirme. Küfretme… Bunu da yapıyorum.

Çare: Bunların hepsinin bir erkeklik gösterisi olduğunu, küfür etmenin yaralayıcı olduğu kadar cinsiyetçi olduğunu kendine hep hatırlatmak.

Erkeklerin küsme ya da cezalandırma hakkı: Öfkelenme hakkından sonra ya da onunla beraber kullanılan bir hak da bu. Karşındakini cezalandırmanın, yalnız ve güvensiz hissettirmenin en iyi yollarından biri. Karşındaki bir şey söylediğinde sessizlik iktidarı kurmak ya da küserek karşındaki yokmuş gibi davranmak. Bir adım ötesi onu cezalandırmak ve bunu hissettirtmek. Az yapmadım. Kötü bir huy, çirkin bir erkeklik.

Çare: Yakınlarına, sevgililerine, çalışma arkadaşlarına asla sessizlik iktidarı yapma. Çok aşağılayıcı, küserek yok muamelesi yapmak daha da incitici üstelik erkeklerin kendilerinden başka herkese karşı çok sık kullandıkları bir iktidar biçimi.

Çoğunlukla kadın yöneticilerle çalıştım. Dedim ya onlardan da çok şey öğrendim. Hiçbir şey yapmadıklarında bile bana ayna tuttular. Ancak son altı yıldır, kadınların ağırlıkta olduğu bir yerde çalışıyorum. Hepsinden ama en çok birlikte yöneticilik yaptığım üç kadın arkadaşımdan çok şey öğreniyorum. Bunların başında da dinlemek geliyor. Ben öğreniyorum, onlar da benimle hala çalışıyor. Daha ne isterim! 

Murat Çelikkan

(Bianet) 

Not: Bu yazı Bianet'te başlayan "52 Hafta 52 Erkek" başlıklı dizinin ilk yazısıdır 

Bültene kayıt ol