İstikrarsız, vesayetçi, denge ve denetlemeden yoksun bir anayasa taslağı

03.02.2017 - 09:25
Ümit Aktaş
Haberi paylaş

İki ay sonra referanduma sunulacak anayasa taslağını savunanların en büyük iddiası bu değişiklik paketinin sisteme istikrar getireceği, siyaseti vesayetçilikten ve çok başlılıktan kurtaracağıdır. Oysa tam aksine bu taslağın yürürlüğe sunulması halinde tam da bu sorunlarla daha çok boğuşmak zorunda kalacağız. Nasıl mı?

1. İstikrar mı, istikrarsızlık mı?

Bu anayasa taslağıyla önerilen maskeli Başkanlık Sistemi, yani cumhurBaşkanlık sistemi, sadece cumhurBaşkanının partisinin mecliste de çoğunluğu kazanmasıyla bir istikrar getirebilecektir. Elbette bu tür bir istikrarın ne kadar hayırhah olacağı ise oldukça tartışmaya açıktır. Ama Türkiye gibi dört partili bir mecliste, bu tip bir sayısal çoğunluğun sağlanması da genellikle mümkün olmayacaktır. Mümkün olduğu durumlarda ise boğucu bir iktidar bloğu, muhalif olan tüm kesimlere karşı tüm güçleri (yasama, yürütme, yargı) eline geçirmiş olacaktır. Bizim gibi demokrasi kültürü zayıf olan ülkelerde bunun hangi anlama geleceği ise oldukça açık. Daha da kutuplaşan ve tarafların birbirinden intikam almak için her türlü yolu deneyeceği bir rövanşizm mantığı, ülkedeki mevcut kazanımları da riske sokacaktır. Mümkün olmadığı durumlarda ise, bu kez de mecliste çoğunluğu kaybeden bir cumhurBaşkanı meclisteki muhalif blok tarafından öylesine kuşatılacaktır ki, hiçbir şey yapamaz hale gelecektir. Gerçi bu durumda da cumhurBaşkanlığının elinde yürütmeye dair oldukça fazla iktidar araçları bulunmakta. Ama iktidarın bu parçalı hali sonucu, karşıt güçlerin çatışması, istikrarsızlığı öylesine artıracaktır ki, koalisyon günleri ve şu anda şikayet edilen görece çok başlılık aranır olacaktır. Bu durumda meclisin ve cumhurBaşkanlığın fesih yetkilerinin karşılıklı birer tehdit haline getirilmesi sonucu, ardı arkası gelmeyecek olan seçimlerle boğuşur hale gelmemiz işten bile değil.

2. Vesayetçilik sona mı eriyor, pekişiyor mu?

İkinci temel iddia ise bu Anayasa taslağının bizi şimdiye değin çokça şikayet edilen vesayetçilikten kurtaracağıdır. Bu iddia ise birincisinden daha kof ve boş bir iddia. Neden mi? Mevcut anayasanın en şikâyet edilen ve vesayetçiliğe yol açan yönü neydi? Cumhurbaşkanının seçilme biçimi ve yetkileri değil mi? Oysa seçilme biçimi değiştirildi. Yetkilerin azaltılması ise halk tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül tarafından defalarca dile getirildi. Ama kendisini hevesle bu makama hazırlayan R. Tayyip Erdoğan bu meseleyi hiçbir zaman gündemine almadı. Oysa şimdi halkoyuna sunulan pakette ne var? Mevcut cumhurbaşkanlığı modelinin hayalinden bile geçirmediği süper yetkilerle donatılmış, mutlak egemenlik için yürütme, yasama ve yargıdaki tüm dengeleyici ve denetleyici pürüzlerden arındırılmış bir cumhurBaşkanlık sistemi. Mevcut Anayasada cumhurbaşkanının yetkileri görece olarak fazla olsa da, bu hiçbir zaman ona bir iktidar ortağı olma şansı vermemekteydi. Atamaları ise sınırlıydı. Dolayısıyla iktidarın ağırlığı (yürütme, yasama ve bir ölçüde de olsa yargı), seçilmişlerden veya seçilmişlerin inisiyatifiyle oluşmaktaydı. Oysa teklif edilen sistemde tüm güçler neredeyse sadece bir kişinin inisiyatifine, yani vesayetine bırakılmakta. Dolayısıyla bu anlamda vesayet sistemi daha da güçlendirilmekte. Vesayet organları olarak şikayet edilen Anayasa Mahkemesi, YÖK, Milli Güvenlik Kurulu, RTÜK, TTK, TDK… gibi kurumların kaldırılması bir yana, bu kurumlar giderek daha da güçlendirilmekte. Dolayısıyla vesayetçiliğin odağı ve biçimi değiştirilse de, sistem daha demokratikleştirilmemekte, yani halkın yönetime yakınlığının ve yönetimdeki etkinliğinin artırılacağı araçlar artırılmamakta (mesela yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, valilerin ve hatta yargıçların seçilebilmesi gibi), tam aksine tüm güçler neyi nasıl yapacağının sınırları çok da belirgin, denetlenmeye açık ve dengelenmemiş olan bir tek kişinin inisiyatifine bırakılmakta. Bu bir tek kişilerden neler çekildiğinin en yakın tanığı ise tarih. Üstelik sadece bizim tarihimiz değil, dünya tarihi.

3- Kötülüklerin önlenmesi mi, iyiliklerin elde edilmesi mi?

Mecelle’nin, yani hukukun temel ilkelerinden biri, “kötülüklerin önlenmesi, iyiliklerin elde edilmesinden önceliklidir” kaidesidir. Bu kaide, insanlığın tecrübeleri sonucunda ortaya konulmuş olan temel bir ilkedir. Dolayısıyla herhangi bir işe başladığımızda, öncelikle olabilecek muhtemel kötülükler ve bunların önlenmesi için alınacak tedbirler düşünülmelidir. Bu Anayasa değişiklik paketinde ise bu temel ilkeden bütünüyle sarfı nazar edilmiştir. Bu paket adeta muhtemel bir “bilge kral”ın iktidarı için hazırlanmıştır. Bu tanımı siyasi literatüre sokan Platon’un, bu tür bir tecrübe için gittiği Sicilya’dan canını kurtarmak için nasıl güç bela kaçabildiği ise malum. Tarihte, bu tip idealize edilmiş kişilere uygun ütopik girişimlerin “reel” hayatı nasıl bir cehenneme çevirdiğine dair yığınla tecrübe bulunmakta. İşte bunun için insanlık, bu tür girişimlerde öncelikle kötülüklerin önlenmesini esas alarak, iyiliklerin sağlanmasını sonraya bırakmıştır. Ama görülen o ki, geçmiş olumsuz deneyimlerde de olduğu gibi, bu taslağı hazırlayanların da gözlerini öylesine bir mutlak iktidar ütopyası ve bu ütopyayı gerçekleştirecek olan bir “bilge kral” düşü bürümüştür ki, olası kötülükleri ve olumsuzlukları, yani sistemin denge ve denetleme açıklarını hiç mi hiç dikkate almamışlardır. Her tür “krallık” düşüncesinden şiddetle nefret eden rahmetli Aliya İzzetbegoviç’i bile bir “bilge kral” aurasıyla fetişleştirmeye çalışan bu zihniyet, bu yetmemiş olacak ki, yeni bir “bilge kral” ütopizmiyle, bu ütopizmi anayasal bir ilkeye dönüştürmeye çalışmaktadır. Ama tarihin bunca deneyiminden, onca aldanmışlık/aldatılmışlıktan ve başımıza sarılan onca kötülüklerden sonra, onlara söyleyebileceğimiz tek söz, “bizi kötülüklerinizden uzak tutun, iyilikleriniz sizin olsun” demekten başka bir şey olmamalıdır.

Ümit Aktaş

(Adaletzemini.org)

Bültene kayıt ol