Acaba bütün Türkiye vatandaşları ‘azınlık’ mı oldu

27.01.2015 - 13:40
Korhan Gümüş
Haberi paylaş

Tarihte kurulmuş 16 Türk devletinin kurucuları ile ilk nerede karşılaştığımı hatırlıyorum: ”Azınlık” okullarında. Bir dizi çatık kaşlı, sarkık bıyıklı kişilerin resimleri okulların merdiven duvarlarını, hollerini süslüyordu. Bunlar herhalde ilk örnekler olmalı.

Tarih önemli. “Azınlık” okullarının da ayrı bir önemi olmalı. Neyi temsil ediyorlar? Türklerin tarihteki kahramanlıklarını mı? Yoksa devletin halkına, küçük çocuklara yaptığı eziyeti mi? Resimler küçücük çocukların sabah akşam görmeden geçemeyecekleri hollere, merdivenlere asılmıştı. Amaçlarına ulaştıkları kesin. Yetişkinlere zulmün bin bir çeşidini uygularken, küçükleri de unutmamıştı, devletimiz. “Bu ülkede size gelecek yok” diye bağırıyorlardı. Tahtanın üstündeki yazılar, resimler, eşyalar her şey sanki bir anda donmuş gibiydi. Okullar boşaltılmış, görev tamamlanmış, çocuklar gitmiş, resimler ise korkuluk gibi yerlerinde kalmışlardı. Sanki “gerektiğinde yerimizden tekrar zıplar, hayatı size çekilmez hâle getiririz” der gibi bakıyorlardı. Çocukken tekmili birden bu resimlerle karşılaşmamış biri olarak aklıma birkaç soru takılmıştı. Bu kişiler kendi yaşadıkları zamanlarda, Fransız kralları, İtalyan aristokratları ya da bugünün cumhurbaşkanları gibi döneminin ressamlarının veya fotoğrafçılarının karşısına geçip poz vermediklerine göre bu suratlar acaba neye dayanılarak çizilmişti? O tarihlerde (yerli televizyon dizileri falan bulunmadığı için) muhtemelen çizgi roman kahramanlarından ödünç alınmış olmalıydılar. Nitekim hepsi erkek olan, bıyıkları sarkık, kaşları çekik, keskin bakışlı bu suratlar o dönemdeki çizgi roman kahramanlarına benziyorlardı. (Düşünmüşümdür, tarihî çizgi romanlardaki bu tiplemeler neden hep gerçekmiş gibi çizilir, hep? Çünkü her an karşımıza çıkabilecekleri için.) Amaç hiddetli ve kudretli surat tasvirleri ile çocukları korkutmak olunca herhalde bu sorular teferruattı. Yerinde ve diğer bir soru bu suratların kimler tarafından yerleştirildiği. “Azınlık” okullarında öğrencilere eziyet yapmak üzere görevlendirilmiş yöneticiler tarafından!

Şimdi bu tür resmî “azınlık” politikaları geçmişte kaldı diye düşünürken bir baktık gene karşımıza çıktılar. Ancak bu defa, hem de dizilerdeki gibi canlı oyuncular olarak! Bu yüzden, yaşlı başlı bir insan olarak bu defa da kafamda yeni sorular belirdi. İlk soru tahmin edebileceğiniz gibi daha önce en başta liderler varken bu defa bu Türk devletlerini temsil eden kişilerin neden er (ya da muhafız) düzeyine indirgendiği. Neden üst düzeyde temsil edilmiyorlar? Ayrıca bu kadar dizi, oyuncu falan varken neden bu görev Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’na verildi? Acaba Türkiye ile tarihteki bu devletler arasında bir hiyerarşi mi kurulmaya çalışılıyor? Bu soruya verilebilecek çok farklı cevaplar var. İkinci soru da, gene tahmin edilebileceği gibi şu: Bugün, “azınlık” falan kalmadığına göre, acaba bütün Türkiye vatandaşları “azınlık” mı oldu?

*

Not: Bizim okul bir “azınlık” değil Fransız okulu idi. Ama orada da bir şeyler hissediliyordu. Okulda 12 Mart sonrası gönderilen albay emeklisi faşist Türk müdür yardımcısından Türkçe olması zorunlu olan derslerin hocalarına kadar hepsinin sanki eğitimi bir eziyet etme biçimi olarak algıladıkları kesindi. Bunların içinde uzmanlığı itibarıyla görevini fiziksel olarak yerine getiren kişi beden eğitimi hocasıydı. Yağmurlu havalarda bu kişi dersi sınıfta yapar ve öğrencileri kendi kafasına göre sözlüye kaldırırdı. En yaygın sorulardan biri Türk bayrağının boyutları ile ilgili olanıydı. Hafızamda yer eden ve cevabını hiçbir zaman öğrenemediğim sorularından biri ise şuydu: “Anan seni fırından ekmek almaya gönderiyor. Kaymakamlığın önünden geçiyorsun, o anda Türk Bayrağı göndere çekiliyor. Ne yaparsın?” Cevap: “Hocam, hemen hazırola geçer, filenin ucunu da parmaklarımın arasına sıkıştırırım.” Hep birlikte gözlerimizi kapardık, çünkü arkasından şrakkk diye bir ses duyulurdu. Bu sesle birlikte hocanın “bre terbiyesiz, ekmek belden aşağı tutulmaz” diye bağrışı sınıfta yankılanırdı. Çağrılan bir sonraki öğrenci titreye titreye “Hocam ekmek belden aşağı tutulmayacağı için en yakın duvarın üstüne koyarım” diye cevap verdiğinde gene okkalı bir şrakkk. “Terbiyesiz, herif. İstiklal Marşı sırasında hareket edilmez!” Böylece hoca her derse gelişinde buna benzer sorular sorar, biz de titreye titreye sıranın kendimize gelmesini beklerdik. Ama yıllar sonra sıranın bir türlü bana gelmediğini fark ettim. O yaşlarda anlamıyordum olan biteni, ama dayak yiyenler nedense hep Rum, Ermeni ve Yahudi arkadaşlarımdı.

Korhan Gümüş

[email protected]

(Taraf)

Bültene kayıt ol