Abdullah Öcalan’a özgürlük!

16.01.2015 - 12:49
Ragıp Zarakolu
Haberi paylaş

Kürdistan İşçi Partisi Lideri Abdullah Öcalan’a özgürlük kampanyası dünyanın her tarafında devam ediyor.

1980’li yıllarda, Nelson Mandela’nın savunmalarını yayınladığımda, zindandaydı. Kitabın ilanını yine zindanda olan İsmail Beşikçi’nın resmi ile birlikte verdiğimi hatırlıyorum.

1970’li yıllarda ise Güney Afrika’daki özgürlük hareketini belgelerinden bir seçki hazırlamıştım, Yöntem Yayınları için. “İç sömürge” tanımlamasının altını çizmiştim.

Abdullah Öcalan’ın mahpusluk yılları 20. yıla yaklaşıyor. Bu artık sona ermeli. Tıpkı Nelson Mandela’nınki gibi. Onun mahpusluk yılları 25 yılı bulmuştu. Onun serbest kalışı, kalıcı bir barışı getirdi ardından. Ama bu kararı almak Güney Afrika, Beyaz siyaseti açısından bir cesaret örneği idi. Yıllarca “terörist” olarak tanımladığı bir Özgürlük Hareketi’nin önderini serbest bırakmak kolay bir iş değildi. 90 gün gözatı süresi tanıyan, böylece işkenceyi zirveye çıkaran ırkçı Apartheid rejimi, dünya kamuoyunun net tavır alması sonucu çöktü.

General Kenan Evren 90 gün sınırsız “işkence özgürlüğünü” Türkiye’ye taşıdı. Bütün bir sol nesli yok etmekle öğündü. ‘Sol’u “hortlatmamaya” ant içti. Ermeni sözcüğünü lügatlardan ve ansiklopedilerden bile silmeye kalktı. Kürtçe’yi yasaklayan özel bir yasa çıkardı. Bu dünyada örneği olmayan bir uygulamaydı.

Kenan Evren diktatörlüğünün oluşturduğu otakratik sisteme karşı “ilk kurşunu” Kürt Özgürlük Hareketi sıktı. Ne yazık ki bu otokratik sistem bütün makyajlara karşın devam etmekte. General Evren, teorik olarak mahkum ama sistemi devam ediyor. Anayasası, ek yasalarla hala yürürlükte. Türkiye’de siyaset kilitlenmiş bir vaziyette. Bunu açacak olan ise Kürt sorununun adil, demokratik, siyasal çözümü. Onun anahtarı ise aynen Mandela gibi, Kürdistan İşçi Partisi lideri Abdullah Öcalan’ın önce konumuna uygun bir eve alınması; sonra gerekli siyasal ve yasal düzenlemeler yapıldıktan sonra, siyasal haklarının iadesi olacaktır.

İrlanda olsun Cezayir olsun ya da Güney Afrika olsun, bu tür sorunlarda olumlu çözüm modelleri oluşturdu. Ama bunun vazgeçilmez şartı, tarafların kararlılığı ve cesareti. Kürt tarafı Türkiye devletinden ya da siyasetçileri tarafından uzatılan eli hiçbir zaman boşta bırakmadı. Ama gereken dürüstlük ne yazık ki gösterilmedi. Medya ve devletin birlikte yarattığı canavar, politikacıları hep oy kaybederiz endişesi ile kaypak bir tavra yöneltti. 1991 yılında, hem parlamento kapısı SHP üzerinden Kürt Özgürlük Hareketi’ne aralandı, hem de hemen ardından yeniden eski politikalara dönüldü. Parlamentoda bir gurup oluşturulmasının bile önü kesildi. Bununla da yetinilmedi, Kürt parlamenterler utanılacak bir şeklide parlamentodan kovuldular.

Daha önceki yazılarımda da anlattığım gibi, Fransız devleti, aynı Kürdistan İşçi Partisi lideri Abdullah Öcalan’a yapılacağı gibi Cezayir özgürlük hareketi lideri Ben Bella ve arkadaşlarını uçakla kaçırarak zindana koydu. Ama Fransa’nın özgürlük figürü olan General De Gaulle, sonunda çözümsüzlüğün Fransa’yı çürüttüğünü görerek; 1961 yılında, Ben Bella ve arkadaşlarının zindandan bir şatoya alınarak ağırlanmalarını sağladı ve referanduma giderek, Cezayir’in bağımsızlığının önünü açtı. Bu bağlamda 90’lı yıllarda, Büyük Fransız yazar ve filozofu Jean Paul Sartre’ın Fransa’nın yalnış Cezayir politikasını eleştiren, “Hepimiz Katiliz” adlı kitabını yayınlamıştım. Derin İsrail devletinin bizzat bu sürecin mimarı olan büyük siyasetçi Simon Perez’i suikastle öldürüp, onunla birlikte Nobel Barış Ödülü’nü alan Yasser Arafat’ı provokasyonlarla ablukaya alarak ve daha sonra şüpheli ölümüne yol açarak Filistin-İsrail barışını sabote etmeyi başardı. Ne yazık ki, derin Türkiye devleti de 1991’de başlayan barış sürecini sabote ederek, kirli bir savaşın önünü açtı. Kirli savaş döneminin ve 28 Şubat darbesinin koordinatörlerinden biri olan Süleyman Demirel bence ziyaret edilmek yerine, aynen General Kenan Evren gibi yargı önüne çıkarılmalıdır. Demirel, devletin sözde ali çıkarları uğruna, 1991’de ilan ettiği demokratikleşme programına ihanet etmiş, bu uğurda kendi partisi DYP’yi bile çökertmiş bir siyasetçidir. Özal, bütün olumsuzluklarına karşın Kürt sorununun çözümü için elini ateşe sokmuş bir devlet adamıydı. Devlet Başkanı Tayyip Erdoğan da Türkiye’nin sahip olduğu ender “cesur” ve “güçlü” siyasetçilerden biri. Ama onun cesaretinin asıl kanıtı ise çözüm sürecini kalıcı kılacak olan Kürdistan İşçi Partisi Lideri Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılmasını sağlamak olacaktır. Özal’ın başaramadığını başarmak olacaktır.

Türkiye’de 75-80 arası fiili bir iç savaş yaşandı. 1984’ten bu yana da Kürt Savaşı. Olayın adını koymaktan kaçınmamalıyız.

Ama gerek Türkiye soluna ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne ise tam bir ayrımcılık uygulandı. 12 Eylül’ün mahpusları hala siyasi haklarından yoksun. Türkiye’nin normalleşmesi ve kalıcı demokratikleşmesinin önünü açmanın başka yolu yok. Kürdistan İşçi Partisi liderine Abdullah Öcalan’a özgürlük.

Abdullah Öcalan Ankara’ya!

Ragıp Zarakolu

(Özgür Gündem)

Bültene kayıt ol