Paris’teki katliam ve İslamofobi

09.01.2015 - 00:05
Yetvart Danzikyan
Haberi paylaş

Fransa’da çıkan ve sadece İslam hakkında değil, tüm semavi dinlerle ilgili karikatürler yayımlayan Charlie Hebdo dergisine düzenlenen silahlı saldırı, esasen bir katliam vasfı taşıyor. Olay korkunçtur. Son gelen bilgilere göre, saldırıda ikisi polis 12 kişi yaşamını yitirdi. Ölenler arasında derginin yayın yönetmeni ve çizerleri de var. İlk yapılacak iş, bu katliamı kınamak. ‘Ama’sız, kayıtsız şartsız.

Ve fakat biliyoruz ki, özellikle içinde bulunduğumuz coğrafyada, bu tür kınamaların peşinden bir ‘ama’ gelecektir. Gelir. Üstelik, bu galiba iyi ihtimal. Çünkü bu tavra bile nadir rastlanabilir; katliamı olumlayan bir çizgi, “E, yapmasalardı” çizgisi geniş bir taraftar bulabilir.

Tam da hangi günlerde? Batı’da IŞİD nedeniyle yeni bir İslam karşıtlığı dalgasının yükseldiği günlerde. Ve bilhassa Almanya’da yeni bir İslam karşıtı sağcı çizginin taban bulmaya başladığı, hatta gösteriler yapmaya başladığı günlerde. Hatırlayalım, kısa adı PEGIDA olan, ‘Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Yurtsever Avrupalılar’ hareketi, son zamanlarda Almanya’da yürüyüşler düzenliyor. Sevindirici haber şuydu: Hangi kentte gösteri yapılacaksa o kentte ırkçılık karşıtı bir gösteri de düzenleniyor, bu karşı gösterilere katılanların sayısı daha fazla oluyordu. Köln’de mesela, tepkiler üzerine, PEGIDA yürüyüşü yarıda kesildi ve tarihi Köln Katedrali ve birçok kamu kuruluşu, gösteriyi protesto etmek için ışıklarını söndürdü. Başbakan Merkel’in de bu ırkçı eğilim güçlü ifadelerle kınadığını not düşelim.

Bu katliamın ardından İslamofobi’nin yeniden yükselişe geçeceğini ve bilhassa Batı’da yeni bir döneme girileceğini düşünmek mümkün. Ancak ölenlerin kanları kurumamışken bu tartışmaya girmek biraz yersiz, ya da erken. Asıl olarak üzerinde durmamız gereken, bu derginin sesinin neden bir katliamla susturulmak istendiği ve bu tür saldırıların bizim topraklarımızın da dahil olduğu genişçe bir coğrafyada, geniş bir kesim tarafından neden anlayışla karşılandığı, kutsandığı.

Bu soru üzerine pek kafa yorulmadı bu topraklarda. Dinî geleneği temsil makamında olanlar daha çok şu yolu tercih ettiler: a) Bu tür eylemler din ile ilişkilendirilemez, b) Bu tür eylemleri dinle ilişkilendirmek o dinin saygınlığına gölge düşürme çabasıdır, c) Dolayısıyla bu tür eylemler aslında bu amacın peşinden giden odaklar tarafından icra edilmiş olabilir, d) Bu odaklar pekâlâ Batılı olabilir, e) Bu olmasa bile bu ülkelerde etkin bir terörle mücadele yapılmamaktadır, güvenlik zafiyetleri vardır.

Bunlar her tür vakada hesaba katılabilecek gelişmelerdir, ancak kabul etmek gerekir ki, meselenin özüyle yüzleşmekten uzaktır ve bundan kaçmayı sağlar.

Mesela şu saydıklarımız çerçevesinde, gelin, hükümetten gelen ilk tepkilere bakalım. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, katliamı kınamakla birlikte Avrupa’da yükselen ırkçılık, İslamofobi gibi akımların terörü karşılıklı olarak beslediğine dikkat çekti. Çavuşoğlu bir anlamda Avrupa’daki İslam karşıtı hareketlerin bu tür eylemleri doğurduğu görüşünde. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan da saldırıyı şiddetle kınamakla, lanetlemekle birlikte, son günlerde Avrupa’da artan, camilere yönelik saldırılara dikkat çekerek, bu eylemin bu düşmanlıkları çoğaltacak şekilde Müslümanlıkla bağdaştırılmaması gerektiğini söyledi. Şöyle dedi: “İnşallah bir an önce bu olay aydınlanır. Nedir, ne değildir ortaya çıkar. Ama bu tür terör hadiselerinde veya siyasi cinayetlerde, kimin kime ne yaptığından ziyade, başka bir amaç vardır ulaşılmak istenen. Başka bir maksada hizmet etmek için bunlar yapılıyordur. Bu tuzağa da düşmemek lazım. Büyük fotoğrafı da görmek lazım. Kim bundan ne murat ediyor, ne yapmak istiyor? Bu fotoğrafı da doğru okumak gerekir diye düşünüyorum.”

Özetle, hükümetin tavrı, bunu bir terör eylemi olarak görmek, ‘terörle mücadele’ konsepti içinde değerlendirmek, bu eylemin Müslümanlıkla birlikte anılmasına engel olmak, İslamofobik ya da ırkçı düşünceleri tetiklemesine karşı durmak ve tüm bu düşünceler eşliğinde, eylemin bu tür bir amaca hizmet eden bir odak tarafından düzenlenmiş olabileceği ihtimalini hesaba katmak.

Bu eylemin tüm bu gelişmelere yol açması ihtimal dahilindedir ve bununla elbette mücadele edilmelidir. Ancak bunlardan önce, asli olarak, bu eylemin “geliyorum” dediğini hesaba katmakta fayda var. Bu ve benzeri karikatürleri yayımlayanlar uzun süredir tehdit altındaydı, zaman zaman bombalı saldırılara da hedef oldular. Yani ‘büyük resim’de, ‘ifade’nin şiddetle susturulmaya çalışılması gibi bir mesele var. Ya da hapis cezasıyla susturulması ve buna nasıl baktığımız.

Buradan baktığımızda, Türkiye’nin de bu konuda iyi bir sınav vermediğini söylemek gerek. Dinî konulardaki eleştiriler genel olarak yargısal bir süreçle ya da ertelenmiş hapis cezalarıyla karşılaşıyor. Örnekler malum, yeniden saymaya gerek yok. Ve bu yargısal süreçler bir anlamda bu kişilerin daha fazla hedef haline gelmesine yol açıyor. Dolayısıyla, İslamofobiyle mücadele ederken, ifadeyi şiddetle ya da hapis cezasıyla susturmaya çalışan gelenekle de mücadele etmek gerek.

Birkaç söz de mizah için. Genelde, mizahın, komik olanı zor durumda olandan, başına bir iş gelenden, güçsüzden bulduğu düşünülür. Bu, mizahı tamamen yanlış anlamak demektir. Mizah asıl olarak, güçlü olanla, otoriteyle, eleştirilemez olanla uğraşır. Bunu yaptığı ölçüde ‘hiciv’ olabilir. Ve tam da bu yüzden incitici olabilir. Charlie Hebdo sadece İslam’la değil, Hıristiyanlıkla da dalga geçebilen bir dergi. Zira Hıristiyanlık da pek eleştiri kaldırmayan bir otoritedir. Bu çoğu zaman, Batı dünyasını da, muhtemelen Doğu’daki Hıristiyanları da incitmiştir. Burada üzerinde durulması gereken esas soru belki de şudur: Bir din saygınlığını nasıl sağlar? Korkutarak, öldürerek, katlederek mi? Yoksa milyarlarca insana umut, acılara katlanma ve yaşama gücü veren geleneğiyle, sözüyle mi? Belirleyici olan, bu sorunun cevabı olacak galiba.

Yetvart Danzikyan

(Agos)

Bültene kayıt ol