13 yaşındaki çocuğun ‘dinini değiştirtmek’

16.05.2019 - 14:29
Ezgi Koman
Haberi paylaş

Mutlaka görmüşsünüzdür. İlahiyatçı Nihat Hatipoğlu, geçtiğimiz günlerde canlı yayında 13 yaşındaki bir çocuğun “dinini değiştirdi”. Yayın sırasından her ne kadar “Müslüman olmak için kimseye sormak gerekmediğini” söyleyen Hatipoğlu yine de Ermeni olan çocuğun annesinden izin aldıklarını belirtti.

Ertesi gün çocuğun annesi Ermenistan’da yayın yapan bir kanala bu olaydan haberi olmadığını, çalışırken aniden kendisine haber geldiğini, olayı tam olarak anlayamadığını, oğluna bir arkadaşının ‘Gel beraber canlı yayında konuşalım, sonra bize hediyeler verirler, onlarla da oturup yemek yeriz’ dediğini, oğlunun da bu yüzden gittiğini söyledi.

Türkiye’nin de taraf olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre çocukların din ve vicdan özgürlüğü bulunuyor. Sözleşme’nin 14. maddesine göre taraf devletler; çocukların din ve vicdan özgürlüğüne saygı göstermek durumundalar. Elbette bir çocuk istediği dini inanca sahip olabilir, bu inancını geliştirebilir ya da değiştirebilir.

Ancak yine BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre tüm bu süreçlerde yetişkinlerin çocukları koruma, onların yüksek yararını sağlama sorumlulukları bulunuyor. Devletin de tüm bunları yaşama geçirme yükümlülüğü…

Bu sorumlukların başında çocukları gelişimsel olarak hazır olana kadar onları dini kavramlardan, dini pratiklerden uzak tutmak geliyor. Çünkü biliyoruz ki, özellikle henüz soyut düşünme becerisini kazanmamış çocuklarda dini pratikler; çocuklarda bilinmezlikten kaynaklı korku, kaygı yaratabilmekte; “ölüm”, “günah”, “öteki dünya” gibi somut olmayan kavramlar gelişimlerini olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

11 Mayıs günü yaşanan da 13 yaşındaki bir çocuğun kamusal yayıncılık sorumluluğuyla hareket etmesi gereken yapımcılar tarafından nesneleştirilmesi, istismar edilmesidir. Çocuğun Ermeni kimliğinin, yaşının ve içinde bulunduğu ergenlik döneminin özelliklerinin, ebeveynlerinin özel durumlarının göz ardı edilerek popülist bir yaklaşımla milyonların önünde kullanılmasıdır.

Program sırasında söylendiği gibi çocuğun din değiştirme iradesine yani din ve vicdan özgürlüğüne saygı gösterilmesi değil; aksine onun özel yaşamına saygı duyulması ve çocuğun yüksek yararının gözetilmesi ilkelerinin ihlal edilmesidir.

Burada çocuk odaklı bir yaklaşım bulunmuyor. Belli ki yapımcılar sadece ne kadar reyting yapacaklarıyla ilgilenmiş, bu durumun çocukta yaratacağı hiçbir etkiyi dikkat almamışlar.

Belli ki “çocuk öncesinde ne yaşamış, nasıl bir kültüre sahip, nasıl bir düşünce geliştirmiş, bundan sonraki süreçte ne yaşayabilir, nelere maruz kalabilir?” soruları yerine “Farklı bir kimliğe sahip bu çocuk üzerinden ne kadar çıkar sağlayabilirim?” sorusunun peşinden gidilmiş.

Ve belli ki “Çocuk bundan sonraki süreçte içinde bulunduğu toplulukta damgalanacak mı? Ayrımcılığa maruz kalacak mı? Milyonların önünde verdiği söz ona büyük bir psikolojik baskı yapacak mı? Kendisini zorda hissedecek mi? Peki ya tüm bunlarla nasıl baş edecek?” soruları kimsenin aklına bile gelmemiş…

Bir çocuğun dinle ilişkisi, bu şekilde, milyonların önünde -çocuk istese bile- açık edilemez. Eğer çok istiyorsa bunun sonuçları çocukla derinlemesine görüşülerek anlatılır. Neden bunu istediği, neden buna ihtiyaç duyduğu sorulur? Bu ihtiyacın gerçek sebepleri anlamaya çalışılır ve bu ihtiyaç çocuğa zarar vermeyecek, onu geliştirecek, güçlendirecek şekilde karşılanır.

13 yaş ergenlik dönemidir. Ergenlik döneminde -olağan olarak- tüm çocuklar hayatı anlamlandırma ve kimliklerini oluşturma süreçlerindedir. Bu süreçte pek çok şeyi sorgulayabilmekte, pek çok düşünceyi, tutumu deneyebilmektedirler. Pek çok konuda olduğu gibi din konusunda da kafaları karışık olabilir. Önemli olan bu süreçlerde çocukları merkeze alan, onların hak ve özgürlüklerine saygı duyan, gelişimsel olarak ihtiyaçlarını karşılayan yönlendirme sorumluluğunu yetişkinlerin yerine getirmesidir.
Üstelik bu olayda anne çocuğunun programa katılma sebebinin başka olduğunu söylüyor…

Hangi sebeple ve nasıl katılırsa katılsın; böylesi bir programa çocuğu çıkarmak, milyonların önünde, canlı yayında “din değişikliği!” yaptırmak, çocuğa yönelik sorumlulukların yerine getirilmediği gibi çocuğun istismarıdır, hak ve özgürlüklerinin ihlalidir.

Burada devletin; yapımcıların bu ihlalini “cezasız” bırakmama ve bir daha benzer ihlalin yaşanmamasını sağlama yükümlülüğü ilk aşamada RTÜK’tedir. RTÜK’ün bu yükümlülüğünü yerine getirip getirmeyeceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz…

Ezgi Koman

(Yeni Yaşam)

Bültene kayıt ol