“Eskiden adalet sevgisi sandığımız şey meğer iktidardan uzaklığımızmış”

25.02.2019 - 10:48
Alper Görmüş
Haberi paylaş

Geçtiğimiz hafta adalet hallerimizle ilgili iki önemli gelişme oldu. Bunlardan birincisi, Cumhuriyet gazetesi eski yazar ve yöneticilerinin yargılandıkları davada verilen mahkûmiyet kararlarının istinaf mahkemesi tarafından onaylanmasıydı.

Bu, şu demek: İlk derece mahkemesinde ceza süreleri beş yıldan az olarak belirlenen sekiz kişinin mahkûmiyetleri böylece kesinleşmiş olduğu için, bu kişiler yattıkları süreden arta kalan cezaları için yeniden cezaevine girecekler.

İlk derece mahkemesinin beş yıldan daha uzun bir süreyle cezalandırdığı altı kişinin cezaları da onaylandı, fakat onların Yargıtay’a gitme hakları var.

İkinci gelişme ise 16 aydır cezaevinde iddianamesini bekleyen Osman Kavala ile birlikte 15 kişi için daha müebbet hapis cezası istenen iddianamenin tamamlanıp mahkemeye gönderilmesiydi.

Hayret hissini korumaya yardımcı malzemeler...

Yıldıray Oğur’un Cumhuriyet davasını konu edinen “2019 yılında bu delillerle hapse giriliyor” başlıklı yazısı, sanıklara isnat edilen suçların başlıca delillerini sıraladıktan sonra şu cümleyle bitiyordu:

“Haklı olarak bunlar zaten çok defa yazıldı diyenler çıkabilir. Ama hayret hissimizi korumak için tekrar tekrar hatırlamakta fayda var. İşte bu delillerle aylarca hapis yatmış insanlar yeniden hapse girmeye hazırlanıyor. Ve bütün bunlar gerçek hayatta, Türkiye’de, 2019 yılında ve hepimizin gözü önünde oluyor.” (Oğur’un yazısını herkese, kara mizah sevenlere ise bilhassa tavsiye ediyorum.)

Geçen haftanın önemli başka bir gelişmesi olan Osman Kavala ve 15 kişi hakkındaki iddianame de, sızan bilgiler ışığında, “hayret hissi” uyandıracak yeni bir adli belge olmaya aday görünüyor.

İddianamenin ayrıntılarına ulaştığımızda bu konuya yeniden döneriz. Şimdilik, “hayret hissinizi korumaya” yardımcı olsun diye ben de Yıldıray Oğur’un Cumhuriyet davasıyla ilgili olarak yaptığı şeyi Osman Kavala’ya (ve dolayısıyla öteki 15 kişiye) isnat edilen suçlarla ilgili olarak yapmak ve soruşturma aşamasında basına sızdırılanlardan yola çıkarak bazı hatırlatmalarda bulunmak istiyorum.

“Basına sızdırılanlara bakma, resmî iddianameye bak” mı dediniz? Ona da bakacağız, fakat unutmayın ki Türkiye’deki davalarda adaletsizlik süreci soruşturma aşamasında başlıyor: Sızdırılan bilgiler üzerinden bir kamuoyu algısı yerleştirilmeye çalışılıyor ve zaten resmî iddianameler de bu algı üzerine oturtuluyor.

Soruşturma aşamasında algı yaratma ve yerleştirme işi de başlıca iki özne üzerinden yerine getiriliyor: Başta cumhurbaşkanı olmak üzere yürütme ve yürütmeyle arasında hiçbir mesafe kalmamış olan, onun sözlerini tekrar etmekten başka bir marifeti olmayan iktidar medyası.

Önce cumhurbaşkanı giriyor devreye ve bırakın hukuk devletini, bir kanun devletinde bile yadırganacak şeyler söylüyor; haklarında iddianame bile yazılmamış kişileri suçlayıp hak ettikleri cezaya çarptırılacaklarını ilan ediyor.

İddianame yazma mavkiindeki kişilerin elini kolunu baştan bağlayan bu çıkışı iktidar medyasının bombardımanı izliyor ve ortaya işte hayret hissi uyandıran o iddianameler çıkıyor.

Şimdi gelin soruşturma aşamasında Osman Kavala ile ilgili neler denmiş, neler yazılmış ona bakalım, ki onun yardımıyla, ortaya çıkacak iddianamenin nasıl bir şey olacağını da tahmin etmeye çalışalım.

Her ‘terörist faaliyet’in altından o çıkıyor!

Soruşturma dosyasından iktidar yanlısı basına sızdırılan haberler, Osman Kavala’ya başlıca üç suçun isnat edildiğini gösteriyordu:

Birincisi: Osman Kavala’nın Gezi olaylarının organizatörlerinden biri olduğu öne sürülüyor, bu varsayım üzerinden de “Fethullahçı Terör Örgütü – FETÖ” ile bağlantı içinde olmakla suçlanıyor.

İkincisi: Osman Kavala, 15 Temmuz 2016’da, yani darbe girişiminin olduğu gün Büyükada Splendid Otel’de düzenlenen toplantıya katılan Henri Barkey ile tanışıklığı ve teması üzerinden 15 Temmuz darbesiyle ilişkilendiriliyor.

Üçüncüsü: Toplumca bilinen ve Kavala dışında yüzlerce başka kişiyle konuştuğu açık olan kişilerle görüştüğü gerekçe gösterilerek PKK ile bağlantılı olmakla suçlanıyor.

Geçen hafta iddianameden sızdırılan sınırlı bilgilere bakılırsa, iddianame Osman Kavala-15 Temmuz bağlantısına dair herhangi bir suç isnadı içermiyor. Dolayısıyla burada sadece birinci ve üçüncü başlığı ele alacağız.

Kavala, Gezi, “FETÖ”

2013’teki Gezi olayları, soruşturma dosyasında “darbe girişimi” olarak değerlendiriliyor, Kavala da bu olayların organizatörlerinden biri olarak darbe girişimine katılmakla suçlanıyor.

Kavala’nın “organizatörlüğü”ne dair yegâne somut “delil”, iki Gezi eylemcisinin aralarında geçen bir telefon görüşmesinin kayıtları... Bu iki kişi, boya vs. almak için ihtiyaç duydukları parayı Kavala’dan isteyip istememe üzerine konuşuyorlar. Hepsi bu kadar. Kavala’nın bu kişilerle temasını gösteren herhangi bir veri yok.

Önemli bir nokta da şu: Kavala’nın organizatörlerinden biri olmakla suçlandığı Gezi olaylarının “darbe suçu”yla bağlantısını kuran herhangi bir soruşturma yok ortada, beş yıldır yok.

Dahası da var: Gezi’yi organize ettiklerini, gizlemek bir yana her fırsatta kabul eden Taksim Platformu’nun yöneticileri ve bu arada onların arasında bulunan oda temsilcileri hakkında açılan dava 24 Nisan 2015’te bütün sanıkların beraatiyle sonuçlandı.

Bu durumda, şayet iddianamede bu suçlama dile getirilirse, olaylardan beş yıl sonra Gezi eylemleri ilk kez “darbe girişimi” olarak adlandırılacak ve Osman Kavala bu darbe girişiminin yegâne organizatörü olarak suçlanacak demektir.

Bu noktada, Kavala’nın “FETÖ ile bağlantısı” da kuruluyor: Gezi olaylarına “FETÖ”nün geniş bir biçimde katıldığı hükmüne varan bazı yargı kararlarına dayanarak, Kavala-FETÖ bağlantısına varılıyor.

Bu çerçevede öne çıkan bir gariplik de şu: Kavala ile Gezi olaylarındaki “bağlantıyı” kurmada kullanılan delilleri toplayan polis ve savcılar daha sonra yürütülen “FETÖ” soruşturmalarının zanlısı ya da sanığı oldular. Yani bu durumda Osman Kavala, kendisini suçlayan delilleri toplayan polis ve savcılarla birlikte Gezi kalkışmasını örgütlemiş oluyor ki, burada büyük bir mantıksızlığın olduğu muhakkak.

Kavala-PKK bağlantısı

Bu “bağlantı”yı da Anadolu Ajansı’nın 6 Nisan 2018’de abonelerine geçtiği “Kavala ve Barkey’in PKK’lılarla irtibatı tespit edildi” başlıklı haberden öğrendik.

Haberin spotu mahiyetindeki cümle aynen şöyleydi:

“Tutuklu iş adamı Osman Kavala ile yakalama kararı bulunan Henri Barkey'in 15 Temmuz darbe girişiminin hemen öncesinde terör örgütü PKK'dan işlem yapılan şahıslar ile irtibatı tespit edildi.”

Haber, bu “şahıslar”ın kim olduğunun açıklandığı satırlardan itibaren çökmeye başlıyor. Çünkü habere göre bu kişiler, “Eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Fırat Anlı ile PKK/KCK terör örgütü adına faaliyette bulunmak amacıyla kurulan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) delegesi Şeyhmus Diken”dir.

Osman Kavala, işte bu kişilerle görüştüğü için “PKK ile irtibatı tespit edilmiş”tir.

Yukarıda okuduğunuz “delil”leri eski bir yazımdan aktardım size. Onları aktardıktan sonra da şöyle yazmışım:

“Şayet polis şimdiye kadar pek karşılaşmadığımız bir halkla ilişkiler taktiği uygulamıyorsa, yani eldeki deliller bundan ibaretse ortaya çıkacak iddianame nasıl bir şey olacak, doğrusu çok merak ediyorum.”

Bakalım, iddianameyi görelim, merakım iyice artmış durumda. 

Kolonları keserek yükselmek...

Bir haftaya sığan bu iki gelişme bir kez daha AK Parti’nin adalet kavramıyla fazla bir ilgisinin kalmadığını gösteriyor.

Ulvi Alacakaptan, muhafazakâr kamuoyunun dünya nimetlerine iktidar sonrası düşkünlüğünü anlatmak için, “Eskiden ihlas sandığımız şey meğer parasızlıkmış” demişti. AK Parti, bu söze nazireyle adalet karşısındaki bugünkü tutumunun dürüst bir muhasebesini yapsa şöyle demesi gerekirdi: “Eskiden adalet sevgisi sandığımız şey meğer iktidardan uzaklığımızmış...”

İktidar-adalet ikilisi ile bina-kolon ikilisi arasındaki teşbihte bir hata yoksa, ki yok, şu teşbih de hatasız sayılmalı: AK Parti artık kolonları kesilerek yükselen bir binadır.

Alper Görmüş

[email protected]

(Serbestiyet)

Bültene kayıt ol